Dün, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde, Hazine arazisinin işgali sebebiyle çıkan tartışmada, 9 kişi hayatını kaybetti, iki kişi ise yaralandı. Tarifi imkansız bu vahşetin altında yatan hukuki gerçek ise, kadastro!
 Peki, kadastro nedir; kadastro, ölüme varan bir olaya nasıl sebep olabilir ?
 Kadastro, bir ülkedeki arazilerin sınırlandırılarak, mülkiyetinin tespit edilme faaliyetidir. Medeniyet, kadastro faaliyeti ile başlar. Şehirlerin oluşması, şehirlerin planlanması ve şehir yaşamının devam etmesi, taşınmazların sınırlandırılarak, maliklerinin tespit edilmesine bağlıdır.
Örneğin, bir arsanın sınırı nereden başlar, nerede biter. Bu arsanın sahibi var mı, varsa kim ? Bu sorular cevaplanmadan, ne inşaat, ne yol, ne imar… yapılabilir.
Halkımız için az bilinen, ‘’Kadastro Faaliyeti’’ nin önemini izah için şunu hatırlatayım; Fransa, Hatay’ı işgal ettiğinde, önce kadastro faaliyeti başlatmıştır. Bir bölgeyi yönetmek veya sömürmek istiyorsanız, öncelikle bölgenin mülkiyet ve nüfus verilerine ihtiyaç duyarsınız. Bugün, Hatay için kullandığımız kadastro verilerinin temelinde Fransız kadastrosu vardır.
Türkiye’deki ilk kadastro denemesi; 1912 yılında, İttihat ve Terakki döneminde, Konya’nın, Çumra ilçesinde yapılmıştır. Sonrasında kısmi çalışmalar yapılsada, yeknesak bir rejim ile kadastro faaliyetine geçilmesi, 1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile olmuştur.  Yıllar içinde, şehir kadastrosu ve köy kadastrosu ayrılmış, uygulama farklılıkları sebebiyle sıkıntılar yaşanmıştır. 1987 yılında, 3402 sayılı Kadastro Kanunu yürürlüğe girmiş ve tüm ülke kadastrosu tek bir rejime tabi olmuştur. Bu arada Orman Kadastrosu ise, 6831 sayılı Orman Kanununa göre yapılmıştır. (Orman idaresi kendi vazifesi olan orman kadastrosunu bitiremediği için, günümüzde onu da TKGM yapmaktadır.) Görüleceği gibi, sembolik bir uygulama dışında, Osmanlı  devleti kadastro faaliyeti yapmamıştır.
Kadastro faaliyetinin temeli, ‘’Pafta’’(Bir çeşit kadastro haritası) sistemidir. Mahalle ve köy seviyesinde yapılan kadastro çalışması, paftalara işaretlenir, bu paftalarda ise, ‘’Ada-Parsel’’ bazında sınırlandırma yapılır. Örneğin, Samsun ili, Bafra ilçesi, Büyükcami mahallesi, 102 ada, 1 parsel numaralı taşınmaz dediğimizde. Bu bilgilerin tamamını, ‘’Kadastro Paftasında’’ bulabiliriz. Osmanlı döneminde ise, sınırlandırmayı doğal ayrımlar üzerinden yapıyorduk. Örneğin, bir araziyi sınırlandırmak için, ‘’Şimali Kızılırmak nehrinin sınırında, garbı büyük gedik taşının yanında…’’ gibi yön ifadeleri veya yerelde bilinen imgeler üzerinden hareket ediyorduk. Yani çevrenizden duyduğunuz, ‘’Osmanlı Tapusu’’ efsanelerinin içinde, bu tip doğal sınırlar bulunmaktadır. Osmanlı tapusunda, ada-parsel olmaz!
Kadastro faaliyetinin iki fonksiyonu vardır; Sınırlandırma ve tespit. Yukarıda izah ettiğim ‘’Pafta’’ oluşturma sınırlandırma fonksiyonuna işaret eder. Kadastro faaliyetinin diğer fonksiyonu olan tespit işlemi ise, yazımıza da vesile olan, ölümlere varan sonuçların esas tartışma alanıdır.
Peki kadastro tespiti ne demektir ve neden insanlar birbirlerinin canını alıncaya kadar bu haklarında ısrarcı olurlar ?
3402 sayılı kadastro kanununa göre, malik olma iddiasının temel dayanağı; ‘’Geçmişe ait bir tapu kaydı’’, yada ‘’Bir taşınmazın, 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyette tutulmasıdır’’. İşte bu iki seçenek,  malik tespitinin özüdür. Yani kadastro tespiti demek, maliki belirleme işleminden başka bir şey değildir.
İşte bu tespit aşaması, arazi kavgalarının başlangıç noktasıdır. Neden mi ?
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun, 13. ve 14. maddeleri malik tespitinin nasıl yapılacağını düzenler. Buna göre, tapuda kayıtlı taşınmazlar için ayrı bir yol, (Md. 13) tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar için ayrı bir yol (Md. 14) belirlenmiştir. ‘’Tapuda kayıtlı’’ demek ise, kadastro öncesi tutulan zabıt defterlerinde karşılığı olan hak sahipliğini işaret etmektedir.
Tapuda kayıtlı maliklerin arazileri üzerinde tartışma ve kavga çıkması çok olası değildir, zira arazinin tapu kaydı varsa, bu kayıt sicil ile ispatlıdır. Genelde kavga ve tartışmalar kayıtsız arazilerin, zilyet iddiası üzerinde gelişmektedir.
- Sen kullanmıyorsun, ben kullanıyorum.
- Bu arazinin vergisini, cezasını, elektriğini ben ödüyorum.
- Siz buraları terkettiniz, buralara biz bakıp gözettik.
- Şu kadar yıldır burayı ben ekiyorum.
Ayrıca ilginç bir durum ise, mazide yapılan ticaretlerin devam eden nesiller tarafından bilinmemesidir. Tapu denetmeni olduğum dönemde, sık gördüğüm hadiselerden birisi, evlatların, babaların yada dedelerin yaptığı alışverişten habersiz olmaları sebebiyle yitik bir hakkı halen savunmaları olmuştur.
Belirtmek isterimki; tespit kadastrosu herhangi bir yazılı kağıdı, hatta bir peçeteye atılan imzayı bile dayanak kabul ettiği için, en ufak deliller bile tartışma konusu olabilmektedir. ‘’Muhtar senedi’’, ‘’Kahve senedi’’ denilen vaka bunu işaret etmektedir. Bir kişi zilyetinde olan bir araziyi, bir kağıt üzerine açıklama yaparak başka birine devredebilir. İşte bu kağıt kadastro faaliyeti için hukuki belge niteliğindedir, bu tip yazılı kağıtlara da genelde ‘’Muhtar Senedi’’ denir.
Türkiye’de kadastroya bakış nasıldı ?
Ülkemizde kadastro faaliyetleri 2012 yılında tamamlandı. Özellikle 2000 sonrası tercih edilen ihaleli kadastro sistemi (2000’li yıllara kadar devlet kendi memuru ile kadastro yapıyordu), kadastrosu yapılmayan taşınmazların kadastrosunu tamamladı. Ama bu hız yanlışları da beraberinde getirdi. Özellikle, Doğu ve Güneydoğuda aşılamayan ve hatta tamamlanamayan kadastral alanlar kaldı. Tabiki bu sorunlar yanlızca hukukun sorunu değil, sosyoloji temelinde çözülmesi gereken çok fazla sorun var. Ecevit’in, ’’Su kullananın, toprak işleyenin’’ sözü, kadastronun yarattığı sosyolojiyi işaret etmektedir. Şimdiki gençler hatırlamaz, çocukluğumuzda, geri kalmış bölgelerde toplu tapu dağıtım törenleri olurdu. Bu, aşiret ve ağalık kültüne devlet eliyle müdahaleydi.
Türkiye’deki kadastroyu anlatırken, Menderes’i mutlaka anmalıyız!
Menderes, ağalar ve aşiretler üzerinden doğu ve güneydoğuyu emek düşmanlığı ile kontrol etti. Menderes, İdam gibi insanlık dışı bir yaptırım ile hayatına son verildiği için, nasıl bir emek düşmanı olduğu göz ardı edilir. Menderes bir köy ağasıdır, Aydın’da binlerce dönümlük bir arazinin malikidir. 1945’te getirilen, ‘’Toprak Reformu’’, arazisi olmayan köylüye, arazi vermeyi amaçlamaktaydı.
Kanun; arazileri 500 dönümü aşan toprak sahiplerinin yanı sıra kullanılmayan devlet arazilerini, dinî vakıf arazilerini, tarıma elverişli hale getirilmiş arazileri ve mülkiyeti belirsiz arazileri hedefliyordu. İşte Menderes bu uygulamaya karşı çıktı, meşhur dörtlü takrir ile Demokrat Parti’nin kurulmasının da önü açıldı. Bugün, özellikle doğu ve güneydoğuda yaşanan toprak kavgalarının veya geri kalmışlığın temel nedeni, halkına rağmen aşiret ağalarının tarafında duran siyasetçilerdir. Düşünün, 30 yıl aynı tarlada ırgat olmuşsunuz, ama o tarlayı size değil, tarlaya adım bile atmamış ağanıza veriyorlar.
Sonuç:
Biz, konumuzu hukuki sonuçlar ile toparlayalım; yukarıda açıkladığım hukuki dayanaklar ile, Diyarbakır/Bismil’de yaşanan vahşeti bir arada değerlendirdiğimizde karşımıza şu tablo çıkıyor.
1-) Arazinin mülkiyeti nizaya düşen taraflara değil, hazineye kayıtlı
2-) Tarafların kavgası işgal yüzünden çıkıyor. Buradan anladığımız, kadastro yapılırken, yukarıda işaret ettiğim, Md. 13 ve Md. 14 kapsamında, taraflar araziyi kendi üzerlerine yazdıramamışlar. Bunu bize en iyi, ‘’Kadastro Tutanağı’’ gösterir. Kadastro tutanağı, kadastro faaliyeti yapılan birimdeki taşınmazın sınırlandırılması ve aynı zamanda hak sahipliğinin tespit edilmesinin ana dayanağıdır. Bu vahşetin yaşanmasına sebep olan arazilerin tutanakları incelendiğinde, bu arazilerin neden nizaya düşenlere değil de, hazineye yazıldığını görebiliriz. Bizim bu aşamada anladığımız, taraflar Md. 13 ve Md. 14’e göre haklılıklarını ispatlayamadıklarından kaba kuvvete başvurmuşlardır.
3-) Bismil başta olmak üzere, bu tip büyük sıkıntıların yaşandığı bölgeler için ikinci bir kadastro düşünülmelidir. İnsan yaşamı, mülkiyet hakkından yücedir. 3402’ye göre ikinci kadastro yapılamaz ancak bunun istisnaları vardır. Özellikle 3402’nin 22. maddesi kapsamında idarenin geniş yetkileri söz konusudur. Ayrıca meclis yoluyla da kanuni düzenleme yapmak mümkündür.
Av. Afşin HATİPOĞLU 

Editör: Habererk Com