"Barış" görüşmeleri/pazarlıkları sürecinde Lozan
Sabri Dilber, "Barış" görüşmeleri/pazarlıkları sürecinde Lozan" başlıklı köşe yazısında dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.
Karadenizdesonnokta sitesinde yer alan köşe yazısında Dilber, "Türkiye’nin yüzyılı aşan bir aydınlanma deneyimi ve iki yüz yıla yaklaşan bir devrim süreci var. Bu boyutta bir birikim ve deneyim, “barış”- “demokrasi”- “eşitlik”- “Yeni Türkiye” gibi “çağdaş” görünümlü sloganlarla süslenmiş/cilalanmış sözlerle gizlenmiş yeni SEVR’ e izin de vermez, fırsat da tanımaz! Bu temel yargıyı son Lozan tartışmaları ve hızlandırılmak istenen adı konmamış “malum süreç” bana anımsattı." açıklamasında bulundu.
Sabri Dilber'in yazısının devamı şöyle:
Lozan’a ilişkin çok şey söylendi, yazıldı; hala daha bitmiş değil tartışma. Aslında bir tartışmadan öte sıcak tutulmaya çalışılan bir polemik/kısır döngü desek daha doğru sanırım! Polemiğin esas yönü “zaferdi”-“değildi” bir yana sadece 1923 koşullarına ve gereklerine de indirgenmesi tarihsel anlamından uzak dar bir bakışı gösterir. Oysa Türk Devrimi, Lozan öncesiyle, 1908 Meşrutiyet Devrimi ile, 1. Dünya Savaşı ile, Kuruluş ve Kurtuluş Savaşı ile bütünlük içerisinde ele alınmalı ve öyle değerlendirilmeli. Hele günümüzde ülkemiz ve bölgemiz için değişen dengeler ve gelişen yöntem ve tekniklerle/siyasetlerle ısıtılan senaryo düşünüldüğünde önemi kat be kat artmakta. Çünkü Lozan tarihsel bir dosyanın can alıcı bir paketidir. Süreç halen devam etmektedir!
Uzun bir süre SEVR’in adını anmadan Lozan’ı küçümseyen, İnönü’nün şahsında Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Cumhuriyet Devrimi’ni yalan-yanlışlarla ve düşmanca karalayan bir anlayış, “yerli-milli” olduklarını söyleyen kimi hükümet/devlet yöneticilerince de sürdürüldü. Onlara akıl veren emperyal odaklar ve temsilcileri ve Cumhuriyet düşmanları yazılı-görsel basında ve sosyal iletişim araçlarında kara propagandayı ayyuka çıkardılar, hainliğe varan densizlikleriyle Cumhuriyet ve Devrimlere saldırdılar. Esas olarak Emperyalist Batı tarafından fonlanıp beslenen Cumhuriyet ve Devrim karşıtı güçler, iktidarlarının bu döneminde beyhude bir çırpınışla kıvranırken, son yıllarda iktidara eklemlenen dahası yön ve biçim veren konuma yükselen çevreler “meydan okuma” aşamasından uygulamaya/eyleme, “yasal-hukuksal” biçimlemeye; son kılıç darbesine yöneldiler!
Tarihsel ileri atılımların kimilerini anımsatarak sürdürelim yazıyı. Örneğin 1876 Anayasa girişimi, 1908 Meşrutiyeti, 1914-1918 ve 1922 Kurtuluş-Kuruluş süreci ve 1923 Cumhuriyet İlanı… Elbette 1923’ü dayanaklarıyla bütünleyen/tamamlayan düzenleme ve arasız devrimler… Hilafetin kaldırılması, Üç Devrim Yasaları, Harf Devrimi ve öncesinde LOZAN. Daha sonra zorunlu olduğu düşünülen ve yapılması öngörülen ancak Atatürk sonrası gerçekleştirilmesi bir yana başta Köy Enstitüleri olmak üzere kamucu-halkçı-bilimsel üretici güç ve merkezlerin ve Devrim’in kurmay ekibinin tasviye eden bir iç kalkışmanın emperyal destekle birlikte yaşanması, Devrim için ilk ve büyük bir yaraydı; giderek büyüyerek bugünlere gelen!
Cumhuriyetçi ve Devrimin bekçisi olduğunu söyleyen kimilerinin, bana göre tutarsızlıklarından/basiretsizliğinden bağımsız düşünülemeyecek bir geri dönüş 1946’dan sonra başladı ve 1950 ile başlayan süreçte de hızlandı. Sürecin Demokrat Parti’ye dek olan kısmını doğru çözümlemeden sonrasını ve günümüz AKP/MHP(Bahçeli)/HÜDAPAR ve bileşenlerinin stratejisini doğru kavramak ve çözümlemek, buna uygun siyaset geliştirmek ne derece doğru olabilecektir, tartışılır!
Kamucu/halkçı ilkelerden uzaklaşan, emperyal anlayışlarla uzlaşma ve bütünleşme çabaları hızlanırken ülkemizin üretici güçleri ve üretim alanları -tarım/sanayi- yabancılara peşkeş çekilmeye başlandı, üretim ve üretici güçler değersizleştirildi. İkili anlaşmalarla Anadolu Devrimi kösteklendi, işbirlikçi iktidarlar yönetiminde Türk halkına “marabacılık” dayatıldı!
Konunun eğitim-kültür-sanat boyutunu bir başka yazıya bırakarak sadece ekonomik/iktisadi yanıyla bir yıkımın başlangıcı denilebilecek bir rota bugünkü çıkmaza/karşıdevrim sapağına ülkemizi getirdi.
Aslında bunun bütünüyle siyasi bir tercih olduğu uzun yılların planı, düşü ve özlemi. Üstelik Lozan yıldönümü nedeniyle gölgelenerek sürdürülen çirkin bir pazarlığın güncel bir parçası olduğunu da bu arada vurgulamak gerekir diye düşünüyorum! Bu pazarlıktan bağımsız bir Lozan ve Cumhuriyet tartışması, bir barış tartışması, bir eşitlik tartışması, bir anayasa tartışması, daha güzel bir yaşam arayışı ve devrim tartışması akla ziyan bir arayış değilse tam da ihanetin son perdesi, son sahnesi olduğunu tarih yazacaktır!
Bu aşamada vurgulanması ve anımsatılması gereken tarihsel bir gerçekliğe de değinerek yazımı sonlandırmak isterim: Türkiye’nin yüz yılı aşan Cumhuriyetçi ve Devrimci kalıtı ve gücü, saltanat/hilafet/yeni Osmanlıcılık anlayışına, yaşam ve egemenlik sürdürmelerine izin vermez! Yüz elli yılı aşan aydınlanma ve devrim kazanımları esas yönüyle halkımızca benimsenmiştir.
O nedenle yeniden bir devrimci diriliş/ şahlanış diyoruz!
O nedenle küçümsenen Lozan yanında tam bağımsız, özgür ve demokratik Türkiye diyoruz!
O nedenle yüz yılı aşan Cumhuriyet Devrimi rotasına yeniden dönüş ve radikal/köktenci çözüm diyoruz!
O nedenle siyasi-stratejik bir önderlikle “Birleşik Türkiyeci Güçler” cephesi diyoruz!
-Yarınlar Güzel Olacak-
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.