Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 11 ilde yıkıma neden depremlerin AFAD ve Kızılay'ın politize olduğunu ortaya çıkardığını vurgulayan AA Eski Genel Müdürü ve Habertürk yazarı Kemal Öztürk, "İki kurum ve iki sorun" başlıklı yazısında AFAD ve Kızılay’a yönelik eleştiri dolu bir yazı kaleme aldı.

Depremden izlenimlerini anlatarak, AFAD ve Kızılay’ın yetersizliğini bizzat gördüğünü dile getiren Öztürk, “Depremin ikinci gününden itibaren sahadaydım. Malatya, Maraş, Adıyaman, Hatay ve bir çok ilçe dolaştım. Abartısız söylüyorum, hepsinde insanlar AFAD’dan şikayet etti. Ben devletin kurumlarının üç gün boyunca şoka girdiğini gördüm o şehirlerde. Ama en çok AFAD şoke olmuştu ve en çok da bu yüzden koordinasyon sorunu yaşanmıştı. Çünkü kanun afetlerde tüm yetkiyi ve koordinasyonu AFAD’a vermişti. Ama AFAD bu depremde bunu tam anlamıyla başaramadı ve başaramadığını da kabul etmedi.” dedi.

"AFAD’ın sorununun depremi yönetememesi değil, neden yönetemediğini bilmemesidir.” diyen Öztürk, “Hiçbir şehirde sağlık hizmetleri konusunda şikayet almadım. Asrın felaketinde neden Sağlık Bakanlığı çökmedi de, AFAD çöktü, Kızılay yetersiz kaldı peki?” diye sordu.sorusunun cevabının verilmesi gerektiğini söyledi.

AFAD’ın politize olduğunu savunan Öztürk, yazısının ilgili bölümünde şu görüşlere yer verdi:

“Bir dönem gurur duyduğumuz AFAD’ın bu afette bizi kurtarmasını bekledik doğal olarak.
Ama gördüm ki AFAD politize olmuş. Bu yüzden de liyakat ve ehliyet konusunda büyük bir erozyona uğramış.

İl ve ilçe yetkilileri, genel merkezdeki idarecilerinin bir kısmı kriz yönetecek kapasitede ve yetkinlikte değillerdi. Ama yetki onlardaydı ve insanlar buna zorunlu olarak tabi oldu.

Bu yüzden de büyük bir koordinasyon sorunu baş gösterdi. Hem de tüm afet illerinde.

Öyle akla zarar şeyler yaşandı ki, duyunca inanamadı kimse.

Arama kurtarma çalışmalarında “Yetki bende siz buraya giremezsiniz” diyen AFAD yetkilisi, can derdinde olan afetzedeler tarafından tartaklanıp kovuldu.

Yardım tırlarını zorla AFAD deposuna götüren mi dersiniz, koordinasyon yapıyoruz diye saatlerce yardım ekiplerini bekleten mi dersiniz, yurt dışından yardım ekiplerinin getirilmesini geciktiren mi dersiniz…

Onlarca örnek, onlarca olay sıralayabilirim.

“Kurum şovenizmi” ne demek onu gördüm. AFAD kurumları koordine etmedi, kurumlara tahakküm etmeye kalktı. “Yetki bende sözü”, küçük kıyametin yaşandığı yerde o kadar çiğ duruyordu ki, devletin diğer kurumları bile bundan illallah etti.

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Her kurum, her sivil örgüt AFAD’ı beklemeden kendi başına hareket etmeye başladı. Bu yüzden de kargaşa arttı.

HER ŞEY VAR AMA HİÇBİR ŞEY YOK

Ancak orada günlerce enkazda canla başla çalışan, can kurtarırken yaralanan, göz yaşı döken, makamını anasının ak sütü gibi hak eden AFAD çalışanları da gördüm.

Yeterince halkına yardım edemediği için ağlayan, o iki yüksek mühendis gibi fedakar çalışanları da var kurumun.

Ülkenin en iyi teknolojisine, ekipmanına, teknik kapasitesine ve tecrübesine sahip. Belki de kanunla en çok yetkiyle donatılan kurum aynı zamanda.

Fakat Charles Dikens’in dediği gibi, “her şeye sahiptik hiçbir şeyimiz yoktu”. Afet bölgesinde bunu hissettik. Devlet büyük bir devlet, sivil tolumu güçlü, milleti çok fedakar, iş adamları cömert, ülkenin ekipmanı çok…

Gelin görün ki bunları bir araya getirip büyük bir güç oluşturmayı başaramadık ilk üç gün.

AFAD’IN YAPISINI VE KONUMUNU DEĞİŞTİRMEK YETERLİ Mİ?

Uzmanlarla konuştum. Afet yönetimi konusunda dünya kadar şey söylediler. AFAD’ın İçişleri Bakanlığı altında olması yanlış diyenler, örgütlenme şeklini doğru bulmayanlar, operasyon tarzını hatalı bulanlar…

Bence bunlar değil. AFAD yönetim kadrosunda siyasallaşmaya bağlı bir liyakat krizi yaşıyor. Temel sorunu bu.

Çok iyi yöneticileri de var içeride.

Kimse afette canımızı kurtaracak bir kurumu yıpratmak istemez. Bu yüzden can kurtarırken bu konuları tartışmadık. Üzerinden yirmi gün geçtikten sonra bu konuları açıyoruz.

Çünkü bu kurum bize çok lazım.

Şu kurum şovenizminden, kurumu eleştirilemez hale getirmekten, dokunulmaz yapmaktan vazgeçin. Kuruma daha çok zarar verirsiniz.

Eğer ortamı hazırlansa, valiler, bakanlar, yerel yöneticiler, sivil toplum kuruluşları sahada nelerin yaşandığını ve koordinasyon krizini anlatırlar aslında. Ama susmayı tercin eden çok.”

Türk Kızılay’ın depremin üçüncü günü AHBAP Derneği’ne çadır satmasına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Habertürk yazarı Kemal Öztürk yazısına şöyle devam etti:

POPÜLİZMİN GİRDABINDAKİ KIZILAY

“Depremin ilk günü akşamında Habertürk ekranlarında yayındaydık. Akşam 22.30’dan sonraydı sanırım. Kızılay Başkanı Kerem Kınık telefonla bağlandı. Ne olduğunu tam anlamamıştık o saate kadar. Bu yüzden Kerem Kınık’ı can kulağı ile dinliyorduk.

Konuşmanın en can alıcı sorusu ve diyaloğu şöyleydi:

Kübra Par: 10 şehrin yüzde kaçına ulaşılabildi?

Yani depremde yıkılan binaların yüzde kaçına ulaşılabildi şu dakikaya kadar?

Kerem Kınık: Tamamına ulaşıldı, yani tespit yapıldı, canlı kontrolü yapıldı ve arama kurtarma planlaması yapıldı. Çok büyük oranda arama kurtarma bir kısmı tamamlandı, diğerlerine geçildi. Yani şu anda ulaşılmayan bir nokta yok.

Kübra Par: Ama bize gelen bilgiler öyle değil.

Kerem Kınık: Şöyle diyorum. Ulaşılıp tespit yapılıyor ama arama kurtarma ekipleri sıraya alıyor o müdahaleyi. Dışarı vilayetlerden gelen ekiplerin özellikle Hatay’a intikallerinden kaynaklanan sorunlar yaşıyorlar. Onları askeriyemizin desteği ile aşmaya çalışıyorlar. Yıkılmış ve hasar görmüş binaların envanteri çıkartıldı yani o anlamda ulaşıldı diyorum.”

O akşam Kızılay Başkanı’nın söyledikleriyle bize gelen mesajlar taban taba zıttı. Belki binlerce mesaj yağdı telefonlarımıza. “Yardım gelmedi, kimse yok, kurtarın bizi…” feryatlar halindeydi her şey.

Ertesi gün afet bölgesine gittiğimde durumun Kerem Kınık anlattıklarıyla uzaktan yakından alakası olmadığını gördüm. 2-3 gün hiç gidilmeyen yerler vardı.

KIZILAY POPÜLİZMİN KURBANI

Kerem Kınık’ı Yeryüzü Doktorları Derneği başkanıyken tanıdım. Göz yaşlarına şahitlik ettim. Çalışkan biriydi. O makamda çok uzun kaldı ve devam etmek için de farklılaştı.

Kızılay’da derinlikli yapılandırma, güçlü örgütleme ve etkili operasyon yapmak konularından çok başka şeyler ön plana çıktı.

Medya aktiviteleri etkili görsellik, şık kıyafetler, afili araçlar, kağıt üzerinde operasyon planlamaları, İngilizce terimlerin bol olduğu eylem planları daha çok önemsendi Kızılay’da.

İlk gün 1200 küsur personelimiz sahada diyordu Başkan ama bunun kimseye yetmediğini ancak sahada olanlar bilir. 15 bin çalışanı 300 bin gönüllüsü var kurumun bunu da unutmayalım.

Evet ilk gün yiyecek götürmüştü ama Malatya, Antep, Maraş, Adıyaman ve Hatay’da, bunların ilçelerinde, köylerinde iki gün ekmek kıtlığı yaşandığını, gıda sıkıntısı çekildiğini ancak oralarda yaşayanlar bilir.

Afetlerde beslenme, gıda, kan ihtiyacından sorumluydu Kızılay. Kan hariç diğerlerini ilk üç gün hakkıyla yerine getirdiğini söyleyemem ben.

Kızılay’dan bir yetkiliyle konuştum. Bana yine “İlk gün şuradaydık buradaydık” dedi. “Ama insanlar aç kaldı” dediğimde o da “‘Asrın felaketinde’ bu kadar olur” deyiverdi.

Sonra da bana havalı grafiklerden oluşan, neler yaptıklarını anlatan sosyal medya görselleri gönderdi…

Kızılay popülizmin girdabında, sahadaki gerçekle yüzleşmek istemiyor. Depremin üçüncü günü Maraş’ta bir parkta Jandarmanın seyyar ekmek fırınından sıcak somun yedim. Kızılay’ın seyyar fırını yoktu ve o gün Maraş’ta görmedim onu. Ben göremedim diyeyim.
Fakat sahada o meşhur ters kırmızı hilal görünür değildi. Bu hep dikkatimi çekti.

Hatay’da bir araçta çay demleyip, bisküvi ikram eden Kızılay çalışanıyla konuştuğumda tıpkı AFAD’lı mühendisler gibi onun gözlerinde de aynı çaresizliği gördüm. “Ben şimdi bunu mu yapacaktım?” dedi. “Kızılay çok fonksiyonsuz kaldı” diye gözleri doldu o gencin.

KIZILAY’I ELEŞTİRMEK Mİ ÖVMEK Mİ DAHA İYİ?

Kızılay çok etkileyici görünen organizasyon ve kampanyalar yaptı.

Ancak görüntü, görsellik, biçimsellikle sahadaki gerçeklik uymuyor.

Depremin ilk iki günü açlık çekildiyse, insanlar bu yüzden market yağmaladıysa, o havalı organizasyon ve eylem planlarının bir anlamı kalmıyor işte.

Kızılay'ı finasal bütçeler, iştirakler, kar zarar dengesi gibi kavrmlarla bir şirket gibi yönetirseniz yardımlaşma ruhunu öldürürsünüz. Sonra da afet günü çadır, yemek satarsınız. Sonu budur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kızılay sahada yoktu diyenleri en ağır sözlerle kınadı. Günde 2.5 Milyon insana yemek dağıtıyor dedi. Belki bugün öyledir. Ama afet şehirlerinde ilk iki gün yaşanan ekmek kıtlığının, yemek yoksunluğunun hesabını da sorması gerekir.

İnsanlar kamyonların arkasına ekmek doldurup Malatya’da dağıttı, halk izdiham halinde almaya çalıştı. Gözlerimle gördüm, fotoğrafını çektim ama utancımdan yayınlayamadım. Bu halkı bu halde göstermek istemedim. Bu manzaraya neden olanlara da hiddetle kızmalı Cumhurbaşkanı.

Kızılay “asrın felaketinde” her yere yetişemedim dese, mahcup olsa, özür dilese bekli de hepimiz onu teselli edeceğiz. Ama daha ilk gün Kerem Kınık her yere ulaştık, ekiplerimiz sahada diyerek insanları daha çok feryat ettirdi.

Osmanlı’dan kalma Hilali Ahmer, bu güzide kurum herkesin gönlünde taht kurmuştur. Hepimiz ona kan verdik, bağış yaptık, gözümüz gibi sevdik.

Yanlışı varsa onu söylemezsek iyilik değil, kötülük etmiş oluruz.

ÇADIR SATMAK DA NEREDEN ÇIKTI?

O kadar çok çadır isteyen insanla karşılaştım ki afet bölgesinde. Hepsine “Çadır yok ülkede, getiriliyor az sabır” dedim. Meğer üçüncü günü Kızılay’ın depolarında çadır varmış ve onu AHBAP’a satmış. “Asrın felaketinde”, küçük kıyamette bu ticari alışveriş nasıl olur da ahlaki ve hukuki görülebilir? Böyle bir teklif geldiğinde, “Bu çadırları bölgeye gönderiyoruz zaten, sen o parayla başka bir yardım yap” demesi gerekirdi.

HER İKİ KURUM DA ÖZELEŞTİRİ YAPMALI

Kriz bölgesinde, Ankara’da, İstanbul’da AFAD ve Kızılay hakkında konuştuğum bir tek kişi dahi durumun iyi olduğunu söylemedi. Bazı kurum çalışanları, valiler, bakanlar, yetkililer bile eleştirdi.

Umuyorum bunlar rapor hazırlar ve ilgili merciye ulaştırır.

Kamuoyuna açıklamasalar bile, kurumun kendi özeleştirisini yapması gerekir. O kurumlar devletin en stratejik kurumları. Onlar zarar görürse bedeli çok ağır oluyor işte.

Başımıza daha çok afet gelecek maalesef. Topraklarımız böyle. O zaman buna uygun yaşamaya ve buna hazır olmaya mecburuz.

AFAD ve Kızılay da bizi bu afetlere hazırlayacak en önemli kurumlar.

Umarım yeterli dersi almışlardır.”

Editör: Yadigar Hanım