Baskı rejimlerinde insanların çoğunluğunu hür düşünceden alıkoymak zor değildir.

 Geçen hafta insanlık tarihinin en karanlık kişiliklerinden biri Stalin ve milyonlarca siyasi tutuklunun (modern köle) bedava iş gücü olarak ölümüne çalıştırıldığı Stalin düzeninden bahsetmiştim. 

Sovyetler Birliği bu sayede 1950'li yıllarda dünyanın önde gelen nükleer ve askeri gücü, sanayi devi haline gelmişti. Bu geçici başarı serbest piyasa ve hür teşebbüsün yasaklandığı, ekonominin tepeden merkezi planlamayla düzenlendiği Komünist ekonomi modelinin 20. yüzyılın ortasında yıldızını parlatmıştı.

    Bazı ekonomistler bu başarının kalıcı olacağını ve Sovyetlerin 1980'lı yıllarda dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağını ön görmüş fakat Friedrich August von Hayek gibi liberal ekonomistler serbest piyasa ekonomisini hararetle savunmaya devam etmiş, Sovyetler birliğinin ekonomik çöküşü ve dağılmasıyla birlikte ön görülerinin gerçekleşmesi üzerine liberal ekonominin popülaritesi iyice artmış ve ekonomi dalında Hayek Nobel ödülü kazanmıştır.

Hayek Hitler Almanya’sının Sosyalizmden aşırı ırkçı Nasyonal Sosyalizme kayışını bizzat yaşayarak görmüş, özgürlükleri ortadan kaldıran baskıcı diktatöryel rejimlere geçişte toplumun ne gibi süreçlerden geçirildiğini ''Kölelik yolu'' isimli kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştır.

Bu kitap Turhan Fevzioğlu (Metin Fevzioğlu'nun dedesi) tarafından dilimize çevrilmiş bence  son derece ağır ve ağdalı  dille çevrildiği için muhtemelen torunu tarafından bile okunmamıştır.

1944 basımı bu kitapta özgürlük nedir, güvenlik ve ekonomi uğruna feda edilebilir mi ? Totaliter sistemler neden özgürlükle çelişki içindedir sorularına cevaplar aranmıştır.

Genelde Hitler Almanya’sı ve Stalin Rusya’sından örnekler verilmesine rağmen günümüz için bile kitaptan alınacak bir çok ders olduğunu düşünüyorum.

Kitaba göre Diktatörler, etrafında kendi baskısına boyun eğecek ve halka da baskı uygulayacak bir grup toplamak zorundadır. Bu gruplar toplumda değerli insanlar tarafından değil, değersiz insanlar tarafından oluşturulur. İnsanların eğitim ve entelektüel düzeyleri arttıkça tercihleri ve görüşleri farklılaşır. Eğer tek düze bir toplum yapılmak isteniyorsa, düşük ahlaki ve entelektüel düzeydeki insanlar hedef alınmalı. İnsanların çoğu düşük ahlaki standartlara sahip değildir, yalnızca toplumda değerleri birbirine çok yakın olan insanlardan oluşan gruplardan en büyüğü düşük değerlere sahip insanlardan meydana gelir.

Yine de bu grup, liderin istediği ölçüde büyük olamayacağı için, lider aynı tür insanlardan daha fazla kişiyi kendi saflarına katmak zorunda kalacaktır. Böyle bir durumda lider, sağlam görüşleri olmayan ve propagandayla belirli hazır bir sistemi kabul edebilecek kadar aptal ve uysal olan insanların desteğini almaya çalışacaktır.
 

Destekçilerini sıkı bir şekilde birbirlerine kenetlenmiş olarak tutabilmek için, lider ortak bir insan zafiyetine dayanmak zorundadır. İnsanları nefret ve kıskançlığa dayalı negatif bir program etrafında birleştirmek onları pozitif bir görev üzerinde birleştirmekten daha kolay gibi görünmektedir.

Biz” ve “onlar” arasındaki ayrım, bu nedenle, geniş kitlelerin desteğini almak için sürekli kullanılmaktadır. Düşman (Almanya’daki Yahudi gibi) içeride de olabilir, dışarıda da olabilir. İki halde de bu teknik, lidere herhangi bir pozitif programdan daha fazla bir serbesti alanı bırakır.

Kitaptan devam edersek;

Diktatöryel rejimlerde bir grup ya da parti içerisinde yükselme, büyük oranda ahlak dışı şeyleri yapabilme istekliliğine dayanır. Normal insanlara yaptıramayacağınız zalimce bir çok uygulamayı toplumun iyiliği söz konusuysa gerisi teferruattır sihirli cümlesiyle çalışanlarınıza yaptırabilirsiniz. Amaç kutsalsa her türlü araç meşrudur. Bu diktatöryel rejimlerin ana motivasyonudur. Bireyler toplumun iyiliği için önemsizleştikçe totaliter rejimlerin korkunç yüzü ortaya çıkar. Diktatöryel bakış açısına göre muhalefetin baskıyla susturulması, hile, ispiyonculuk, bireyin yaşam ve mutluluğuna tamamen kayıtsızlık gerekli ve kaçınılmazdır. Bu nedenle totaliter devletin işleyişinde görev almak isteyenlerin kendilerine verilecek olan görevleri ifa edebilmek için her türlü ahlaki kuralı çiğnemeye hazır olmaları gereklidir. Diktatöryel devlet mekanizması içerisinde acımasız, vicdansız ve menfaatine düşkün ahlaki zaafları olan insanlar için özel fırsatlar vardır. Böyle bir sistemde yöneticiler zalimce uygulamaları isteseler de istemeseler de yapmak zorundadırlar ve güce sahip olup onu kötüye kullanmak istemeyecek insanların iktidarda bulunması olasılığı, aşırı derecede iyi kalpli bir insanın kölelerin çalıştırıldığı bir çiftlikte kırbaççı olarak görev yapması olasılığı kadar düşüktür. Ahlaki değerleri hiçe sayanlar totaliter rejimlerde başarılı olurlar.

İnsanları rejimin değerlerin doğruluğu ve geçerliliği konusunda ikna etmenin en etkili yolu, onları, bu değerlerin onların kendi değerleri olduğuna, fakat daha önce tam olarak anlaşılmadığına ikna etmektir. Bu amaca hizmet eden en önemli teknik de eski kelimeleri anlamlarını değiştirerek kullanmaktır. Bazı değerleri ifade eden kelimeleri tekeliniz altına almalısınız. Özgürlük, vatanseverlik, devletin bekası v.s. Bu alanda en çarpıtılan şey özgürlük kelimesidir. Bu kelime diktatörler tarafından diğer her yerde olduğu kadar sıklıkla kullanılır. Aslında, denilebilir ki, özgürlük her nerede yok edilmişse orada bu iş insanlara vaat edilen yeni bir tür özgürlük adına yapılmıştır. Bu özgürlük toplumun üyelerinin özgürlüğü olmayıp, yöneticilerin toplumla diledikleri gibi oynama özgürlüğüdür. Bu özgürlükle iktidar kavramlarının karıştırılmasının en uç noktasıdır

Baskı rejimlerinde insanların çoğunluğunu hür düşünceden alıkoymak zor değildir. Fakat toplumun tam kontrolü için bu bile yeterli değildir, eleştirel düşünceye açık azınlığın da susturulması gereklidir. Alenen yapılan eleştirilerin veya şüphe ifadelerinin bile rejime olan desteği azaltabilecekleri için susturulmaları gerekir.

Hayek'in bu satırları yazmasının üzerinden neredeyse 80 yıl geçti. Çok şükür çağımızda artık böyle şeyler olmuyor.