
Serpil Güleçyüz
Haksızlığa Uğramak Mazeret Olabilir mi?
Hayatın içinde öyle anlar olur ki, bir insan hem haksızlığa uğrar hem de haksızlık edebilir. Önce mağdur olur, sonra o yaşadığı acıyla başkalarına haksızlık yapmaya başlar.
Ve işte tam bu noktada, vicdan terazisinin ibresi şaşmaya başlar.
Son zamanlarda sıkça duyduğum bir cümle var:
Ben de zamanında çok ezildim, şimdi kimseye acımam, boyun eğmem
Bu söz, çoğu zaman bir savunma değil, bir saldırının ön sözü oluyor.
Kendine yapılanı unutmayan ama başkasına yaparken gözünü kırpmayan insanların çoğaldığı bir dönemden geçiyoruz.
Bir insanın acısı elbette kıymetlidir. Haksızlığa uğramış birinin yarası görülmeli, anlaşılmalı, sarılmalıdır.
Ama bu acı, başkalarına da acı verme hakkını vermez.
Haksızlığa uğrayan kişi, kendi mağduriyetinden doğan öfkeyle başkasına zarar verirse, o da haksızlık etmiş olur. İş, "Ben yaşadım, o da yaşasın" düşüncesine dönüşür.
Ne kadar büyük bir haksızlığa uğramış olursak olalım, adaleti gözetmeyen bir davranış ne ahlâken ne de etik olarak kabul edilebilir.
Eğer bir insan, kendi yaşadığı adaletsizliği gerekçe göstererek başkasına haksızlık yapıyorsa, artık sadece mağdur değildir.
O da aynı zincirin bir halkasına, bir diğer haksızlık halkasına dönüşmüştür.
Tarihte nice zulüm zinciri böyle başlamıştır.
Mazlum olan, zamanla zalime dönüşmüş; adalet arayan, gücü bulunca adaleti bir kenara bırakmıştır.
Adalet, yalnızca bizim haklı olduğumuzda değil, haksız duruma düştüğümüzde de değerini korumalıdır.
Bir toplumun sağlıklı kalabilmesi için sadece kurallar yetmez.
Vicdan gerekir.
Empati gerekir.
“Bana yapıldı, ben de yaptım” demek; bir çocuğun savunmasına benzer.
İnsanlar acılarıyla büyümeli, olgunlaşmalı; geçmişin yarasını geleceğe taşımadan, o yaradan yeni yaralar üretmeden yol almalıdır.
Hukukta "karşılık verme" ya da "öç alma", bireylerin değil; yargının yetkisindedir.
Haksızlığa uğrayan kişi intikam alma yoluna giderse, kendisi de suç işlemiş sayılır.
Artık “haksızlığa uğrayan” statüsünden çıkar; mağdur değil, haksız olur.
Bazen haksızlığa uğrayan kişiler, kendi içsel yaralarını başkalarına yansıtarak, bilinçsizce, yaşadıkları travmanın da etkisiyle haksız davranışlarda bulunabilir.
Ama bu, onları da yaptıkları haksızlıkları da haklı çıkarmaz.
Toplumda bazı insanlar kendi mağduriyetini bir kalkan gibi kullanıp, başkalarına yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışır.
Bu hem sosyal adaleti bozar hem de gerçek mağdurların sesini gölgede bırakır.
Unutmayalım:
Haksızlığa uğrayan biri, başkalarına haksızlık ediyorsa artık sadece mazlum değil, aynı zamanda sorumludur.
Ve bizler; kimin ne yaşadığını değil, kimin ne yaptığına bakarak adaleti ayakta tutabiliriz.
Adalet yaşadıklarımızla değil yaşattıklarımızla ölçülür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.