YENİ ANAYASA KİMİN İÇİN?

Uzun zamandır siyasi tartışmaların merkezinde yeni bir anayasanın yapılması var. Partiler kendi zaviyelerinden yeni bir anayasaya duyulan ihtiyacı dillendiriyorlar. Ortak gerekçe, mevcut anayasanın bir darbe anayasası olması…

Bu gerekçenin son derece zayıf olduğunu söylemeye gerek yok. Bir anayasayı kimin yaptığından daha önemli olan muhtevasıdır. Toplumsal ihtiyaçlara cevap veren bir anayasa, yapana bakılarak çöp tenekesine atılamaz. Doğru olan bu ihtiyacı, mevcut anayasa ve toplumsal ihtiyaçlar yönünden gerekçelendirmektir. Söz gelimi hangi maddesinin siyasetin önünü tıkadığı, hangi maddesinin temel hak ve hürriyetleri daralttığı, hangi maddesinin işlevini kaybettiği tek tek ortaya konulmalıdır. Bu yapılmadan bunu askerler yaptı, askerin yaptığı her şey kötüdür mantığı ile hareket etmek bizi sağlıklı sonuçlara götürmez. Kaldı ki darbecilik mesleki bir durum değil, ahlaki ve insani bir durumdur. Elimizde, askerlerin daha darbeci ve özgürlük düşmanı, sivillerin daha demokrat ve hürriyetçi olduğunu gösteren bir bilimsel veri yok. Tam tersine gücü ele geçiren her kişi ve kurumda baskıcı eğilimlerin ortaya çıktığı, gücün tek elde temerküzüne bağlı olarak otoriterleşmenin başladığı görülmektedir.

Bugüne kadar yapılan tartışmalar asker-sivil ayrımı ile sınırlı kalmış,toplumu yeni bir anayasaya ikna edecek somut deliller ortaya konulamamıştır. Tartışmaların siyasetçilerle sınırlı kalmasının, halkın gündemine girmemesinin sebebi budur. Diğer yandan mevcut anayasanın darbe anayasası olduğu da artık tartışmalıdır. Zira 174 maddeden oluşan anayasanın 2010 yılına kadar yaklaşık 78 maddesinde 120 civarında değişiklik yapılmıştır Bu değişikliklerin çoğu on dört yıllık AKP iktidarı dönemine aittir. Son 2010 referandumunda yapılan düzenlemelerle 82 Anayasası bir nevi AKP/asker ortak yapımına dönüşmüştür. Dolayısıyla bir darbe anayasasından söz ederek yeni anayasa ihtiyacını buna bağlamak mümkün değildir.

Bu durumda kim yeni bir anayasa istiyor sorusu akla gelmektedir. Tartışmalara bakıldığında yeni anayasa talebini daha çok HDP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği görülüyor. MHP ve CHP özellikle anayasanın –devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne –işaret eden maddelerini korumak için sürece kerhen dahil olmuşlardır.(Şu sıralar Bahçeli koltuğuna karşı Başkanlığı takas edebilecek gibi duruyor) AKP ise ciddi bir saray baskısı altındadır. Yeni bir anayasayı ne kadar istediği belli değildir. Hatta Davutoğlu’nun öncelikleri ile Sarayın öncelikleri arasında büyük farklılıklar olduğu bile söylenebilir. Nitekim, iki de bir kulağına fısıldanan kurultay tehditlerinin sebebi de budur.

Israrla yeni bir anayasa isteyenlerin kimler olduğu tespit edildikten sonra nasıl bir anayasa istedikleri ve böyle bir anayasanın hangi sonuçlara sebep olacağı da konuşulabilir.

HDP, Anayasa’nın ilk maddelerinde ifadesini bulan, Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen ilk kısmı ile vatandaşlığın tanımını yapan 66. maddenin değiştirilmesini istiyor. Yani, iki milletli bir anayasa, Özerk bölgeler ve Türk-Türklük kavramına bağlı olmayan bir vatandaşlık talep ediyor. Bazı çevreler de HDP’nin iki milletli,kimliksiz,adsız bir anayasa talebine sıcak bakmakta, bunu –kendilerince Kürt sorununun çözümünün-anahtarı olarak görmektedirler. Aslında bu tip anayasaların hiçbir sorunu çözmediği,farklılıkları resmileştirdiği,ayrılığı derinleştirdiği, konjüktör müsait olduğunda da kopmalara çanak tuttuğu bir gerçektir. 1960 Kıbrıs Anayasası iki toplumlu bir anayasaydı. Anayasa’nın 2. maddesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Elenlerle Türklerden oluştuğu yazılıydı. Bu anayasa iki toplum arasındaki hiçbir sorunu çözmemiş, Türk toplumuna yönelik saldırılara engel olmamıştı. Keza iki toplumlu anayasalara sahip olan Çekoslavakya,Pakistan gibi devletler de bölünmüşlerdir.HDP’nin adsız vatandaşlık talebi ise toplumu kimliksizleştirme,yığınlaştırma maksadına matuftur. Bu bakış tarzı milleti kültürel ve manevi bir birim olmaktan çıkarıp, etnik ve maddi bir birim haline getirmektedir. HDP’nin taleplerine göre bir anayasa tanzimi parçalanmanın anayasal teminat altına alınması,hasta bir uzvu tedavi etmek yerine bıçakla kesip atmak anlamına gelecektir.

Cumhurbaşkanının yeni anayasa talebinin nedeni ise bellidir; parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmek. Böyle bir ihtiyacın varlığından söz edebilmek için önce parlamenter sistemin hangi sorunları çözemediği, başkanlık sistemiyle bunların nasıl çözüleceğinin ispatı gerekir. Bugüne kadar bu yönde ikna edici bir argüman ileri sürülememiştir. Sistem değiştirme talebi toplumsal bir talep değil tamamen Cumhurbaşkanının şahsına bağlı kişisel bir taleptir. Önerilen başkanlık sisteminin mahiyeti de belirsizdir. CB’nın söylem ve uygulamalarına bakıldığında başkanlık sistemi adı altında bir tek adam düzeninin talep edildiği görülmektedir. Yargıya emir veren, mahkeme kararlarını tanımayan bir siyaset biçiminden başkanlık sistemi değil,benzerini Saddam Irak’ında, Esat’ın Suriyesinde gördüğümüz bir sistem çıkar.Bu da demokrasiye veda demektir.

Anayasa yapımında önemli olan toplumsal şartların da müsait olmasıdır. Bugün yeni bir anayasa için sağlıklı bir zemin olduğunu söylemek mümkün değildir. Saray ve terör baskısının özgür tartışma ortamını ortadan kaldırdığı bir zeminde sorun çözücü,toplumu kucaklaştırıcı bir mukavele ortaya çıkmaz. Ama içerisinde olduğumuz şartlar yeni bir anayasadan ziyade bazı değişiklikleri zorunlu kılıyor.Planlı olarak sistem krizine sürüklenen ülkede ilk yapılması gereken Cumhurbaşkanının yetkilerini kısıtlamaktır. ABD’de Senatonun, yeminine aykırı hareket eden Başkanı yargılama yetkisi vardır. Türkiye’de ise vatana ihanet dışında Cumhurbaşkanlarına dokunmak mümkün değildir. Bir değişim olacaksa ihtiyacın en çok bu konuda olduğu açıktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi