Son günlerde artan intihar vaka’ları medyada yer bulmasa, gündeme oturmasa da gerçek şu ki insanımız ekonomik
sıkıntılarından adeta boğuluyor. Kurtuluşa dair umudunu yitirenler kendilerince bulabildikleri çareye başvuruyor, ÖLÜYOR. Yarınlarda yaygınlaşma eğilimi gösteren bu hali, ne yazık ki kimse ya görmüyor ya da yeterince göremiyor.

Ekonominin kötü olduğu yolunda yazı ve yorumların suç sayılıp soruşturulacağı konusu yasaya ya da kararnameye dönüşmeden önce insani bir yükümlülükle konuyu irdeleyelim. İsmi cismi önemli değil, partisini de geçelim. Salt yönetim anlayış ve somut sonuçlarıyla sistemi değerlendirelim. Bugün ülkemizde; yasama, yürütmeyi doğrudan yargıyı dolaylı ama etkili biçimde tüm erkleri elinde tutan, denetimden uzak, anayasal sorumsuz partili bir C.Başkanı yönetiyor.

Kamusal işleyişi direk, toplumsal ve özel işleyişleri de dolaylı biçimde tanzim ediyor. Kamu hukuku-Siyaset bilimine göre ''tanımlanamayan'' bu modelin yönetiminde ülkenin tüm kaynakları yakınındaki siyasi çıkar ve rant çevrelerine dağıtılıyor. Yerli milli iddialı, ham hamaset sloganlı söylemlerin tersine milli kaynakların yağmalandığı, doğa ve çevrenin katledildiği,akla ziyan ekonomi politikalarıyla köylü, emekçi ve üretici kesimlerin haklarını geriletiyor, yaşam alanlarını daraltıp, yoksulluğu, işsizliği, eşitsizliği arttırmaya devam ediyor.

Değer siyasetiyle tarihsel yargıları, güncel siyasal, sosyo-kültürel anlayış ve kalıplarla birleştirip toplumsal katmanlarda oluşturduğu keskin duygusal ve algısal sınırları kullanarak, bilinçli bir tercihle ötekileştirdiği, dayanıklı çerçevenin dışında gördüğü kesimleri “daha iyi yaşamı'' umut edemez hale getiriyor.

İşsizliğin yüksekliği, emek sömürüsünü, sendikasız, güvencesiz ve ücretlerin çok düşük olduğu çalışma koşulları halk kesimlerini korkutuyor.Muhtaç sayısının sürekli arttığı, muhtaçlık-yoksulluk haline paralel olarak yardımlar karşılığında minnet duygusunu sürekli hale getiriyor. İşsizlik, pahalılık ve yoksulluk sürekli arttığı ve yaygınlaştığından, beslenme, barınma vb. gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayanların sayısı da giderek artıyor. Orta sınıf kayboluyor. Az sayıda zenginler ile yüzde 70'lere varan çok sayıda yoksullardan oluşan bir sosyal düzen oluşuyor.

İşsizlik resmi rakamların 2 katından fazla, sekiz milyona dayandı. Genç-ki bunlar üniversite mezunu- işsizlik oranı oldukça yüksek. Çalışanlarında iş güvencesi zayıf, iş güvenliği ise kağıt üzerinde var. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre bu yılın on ayında 1477 işçinin yaşamını yitirdi.

Bugün yönetenler başta herkesçe mutlaka anlaşılması gereken acı gerçek şu ki Türkiye’de, intihar eylemleri, göz ardı edilebilecek sınırı aşıp sistematik bir hal alıyor. Konuyla ilgili en son yayımlanan istatistik 2018 yılına ait ve 3 bin 161 kişi, intihar etti. Sayıyı şöyle oku, günde ortalama sekiz kişi yaşamına son vermiş. Sadece son bir yılda 12 öğretmen ataması yapılmadığı için intihar etmiş.

Bugünlerde özel aracının içinde dahi sigara içilmesine ceza yazan yönetim zihniyeti ne yazık ki uyuşturucu konusunda hiç de hassas davranmamış. Avrupa 2019 yılı Uyuşturucu Raporuna göre; Türkiye'de uyuşturucu kullanımda korkunç bir artış söz konusu. Aşırı doz uyuşturucudan ölümlerde, son altı yılda 9 misli artışın olmuş.

Bu istatistik ve verilerde belirtilen sayılar, birer rakam değil, birer insan. Amaçları, umutları, başarıları, başarısızlıklarıyla, sevgileri, mutluluk ve mutsuzluklarıyla ayrı birer dünya. Anayasasında; "devletin, kişilerin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi için gerekli koşulları hazırlamak ve engelleri kaldırmakla görevli olduğu", ayrıca, “herkesin yaşam hakkının güvence altında bulunduğu”, “devletin, ailenin huzur ve refahını sağlamak için gerekli tedbirleri almakla yükümlü” olduğu yazılı bir ülkenin vatandaşları.

Gündelik yaşamın koşuşturmasıyla farkında değiliz belki çoğunlukla. Ama yoksulluk, işsizlik, ötekileştirme, ayrımcılık, dışlanma, şiddet tüm toplumu derinden etkiliyor. İş bulamayan genç, işsiz kalacağım korkusu yaşayan olgun, aldıkları borcu ödeyememeleri, icra takibine uğrama, maaşa haciz gelmesi korkusu, kısacası geçim sıkıntısı, yoksulluk, çaresizlik ve yalnızlık karşısında, yaşamına son vermekten başka çare bulamayan insanlarımız ölüyor.

Siyaset; yönetme sanatıdır, insanı öldürmez tersine yaşatır. Bu sonucu doğuran yönetim anlayışını besleyen siyaset iflas etmiştir, derhal terki lazım gelir. Aksi halde topluca ölmeye yol alan bir toplumda yaşamak zorunda kalırız ki bu kimseyi memnun ve mutlu etmez.