Avlanırken oltanın ucuna takılan yem balıklar için ölümcüldür. Ancak o yem avcı için sadece amacına ulaşmak için kullandığı bir araçtır.

Amacına ulaşmak için İslam dinini istismar eden kişinin balık avlarken oltanın ucuna yem takan avcıdan hiçbir farkı yoktur. Kafasındaki hedefe gitmek için siyasi, sosyal, dini, kültürel vb. her alanda İslam’ı araç olarak kullanan kişi iyi bir illüzyonisttir.

“Neden İllüzyonist kelimesini kullandın?” diye soracak olursanız; “Siyasal İslam veya diğer adıyla İslamcılık deyince çoğu kişi bunun ‘eşittir İslam’ olduğunu zannetmesinin doğurduğu menfi sonuçları ortaya koymak için” diye cevaplıyorum.

Bugün maalesef “Siyasal İslam veya İslamcılık” denildiği zaman bundan kastın “İslam” olduğu zannedilmektedir. Bu da kaynağı vahiy olan ve insanların dünya ve ahiret hayatlarını huzur içinde geçirmeleri için indirilen İslam dinine büyük zarar vermektedir. “Siyasal İslam veya İslamcılık” kavramları hususunda ciddi araştırmaları bulunan Prof. Dr. İsmail Kara, “Her Müslüman'ın İslamcı olmayacağı, ama her İslamcının Müslüman olması gerekir.” Şeklindeki tespitinin çok isabetli olduğunu yaşanan hadiselerin sonunda çok net olarak görülmektedir. Çünkü Siyasal İslam veya İslamcılık hareketleri politik ve ideolojik bir hüviyet taşıyan beşeri yorumlardan ibarettir. Çıkışı itibariyle Müslümanların içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için formüle edilen düşünceler olsa da zamanla yaşanan hadiselerle “Siyasal İslam ve İslamcılık eşittir İslam” deme noktasına gelinmiştir. Geldikleri noktada fikirlerinin eşittir İslam olduğunu söyleyenler politik ideolojik fikirlerine İslam maskesi takarak insanları avlamaya/kandırmaya ve iktidarlarına dayanak yapmaya çalışanlardan başkası değildir. Daha net ifade ile bu davranış içine girenler birer illüzyonisttir ve kullandıkları malzeme de illüzyonistlerin ki ile aynıdır.

Kökeni Cemalettin Afgani, Reşit Rıza ve Muhammed Abduh gibi düşünürlere dayanan “Siyasal İslam veya İslamcılık” ideolojisi özellikle Osmanlı’nın yıkılış döneminde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan bir ideoloji olarak tarif edilmektedir. “Panislamizm, İttihad-ı İslam, İslamlaşma” kavramlarıyla da eş anlamlı kullanılan bu kavramların her ne kadar görünüşte anti-emperyalist bir söylem olduğu iddia edilse de bu ideolojiyi savunan veya pratiğe dökmek isteyenlerin yaşadıkları süreçte emperyalistlerle stratejik ortak oldukları görülmüştür.

19. yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başlarında (2. Abdulhamit dönemi) emperyalist batılı güçlerin Müslümanlara karşı askeri ve ekonomik alanlardaki meydan okumasına tepki olarak Osmanlı aydınlarının aradığı kurtuluş çarelerinden biri olarak ortaya çıkan “Siyasal İslam veya İslamcılık” mefhumunu Türkiye'de ilk kullanan Babanzade Ahmet Naim’in bunu müspet değil menfi anlamda kullandığı bilinmektedir.

Ortaya konulurken samimi amaçlarla hareket edilse de Siyasal İslam veya İslamcılık, mefhumu üzerinde şimdiye kadar bir ortak düşünce sağlanamadığı da açık bir gerçektir. Bugün Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisini savunanlar bulundukları ülkelere göre şekil veya isim almış ve hiç birinin Müslümanların derdine çare olamadığı görülmüştür. Hatta bırakın çare olmayı bulundukları coğrafyalarda (Mısır, Cezayir, Afganistan, Suriye vb. ülkeler) emperyalistlerin daha çok kan dökmelerine sebep oldukları gözlenmiştir.

Fikir birliğinin sağlanamaması sebebiyle bugün karşımıza, “Vehhabi Tipi İslamcılık, Selefi Tipi İslamcılık, İran Tipi İslamcılık, Sufi Tipi İslamcılık, Türk Tipi İslamcılık, Müslüman Kardeşler Tipi İslamcılık vb.” şekillerde çıkan Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisi Kur’an’a bakış açısından da bir birlik sağlanamamış ve çok farklı yorumlara yol açmıştır. Bunun sonucu olarak Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisi Afganistan’da karşımıza El-Kaide, Sudan’da Eş-Şebab, Tunus'ta Gannuşi, Irak ve Suriye’de IŞID veya DAEŞ, İran’da Humeyni tipi İslam anlayışı, Mısır’da Müslüman kardeşler ve Türkiye’de ise Milli Görüş, vb. akımları çıkarmıştır.

Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde ortaya çıkan Siyasal İslam veya İslamcılık, ideolojisinin önemli düşünürleri arasında Cemalettin Afgani, Reşit Rıza ve Muhammed Abduh, Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Babanzade Ahmed Naim, Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Mevdudi, Seyyit kutup, Hasan el-Benna, Abdulkadir Udeh vb. kişileri görürken ülkemizde de özellikle 1950’li yıllardan sonra bu isimlere Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Necmettin Erbakan gibi fikir ve siyaset adamlarının katıldığını görmekteyiz.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisi genel olarak, “Biz iktidarı ele geçirip yukarıdan aşağı toplumu İslam’a döndüreceğiz.” fikri etrafında döndü. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı üzerine bina edilmeye çalışılan bu düşünce değişik evrelerden geçtikten sonra nihayet 1970’li yıllarda “Milli Görüş” fikri etrafında partileşti. Milli Görüş 1980’li yıllara kadar kurulan MC hükümetlerinin ortağı olmakla birlikte 1974 yılında CHP ile ortak hükümet kurmayı da başardı. Ancak karşısında laik jekoben güçlerin bulunduğunu unutan Milli Görüş yaptığı hatalarla hep duvara tosladı ve kurdukları partiler peş peşe kapatıldı. 1990’lı yıllardan sonra kendini toparlayan Siyasal İslamcılar 1994 yılında İstanbul ve Ankara gibi büyük şehir belediye başkanlıklarını kazanmasıyla farklı bir boyuta girdi. Belediyelerde gösterdikleri bazı başarılar Siyasal İslamcıları (Her ne kadar Ak Parti kendisinin Siyasal İslamcı olmadığını aksine Muhafazakâr Demokrasiyi savunduklarını iddia etseler de) 2002 yılında iktidara taşıdı ve bugün hala iktidarı elinde tutmaktadır.

Siyasal İslamcılar iktidara geldiklerinde iddia ettikleri gibi toplumu tepeden aşağı İslam’a döndürebildiler mi?

Bu soruya “Evet” diyebilmek için herhalde kör olmak ve hakikatlere gözünü yummakla mümkün olur. Zira bizzat Siyasal İslamcıların iktidarında önemli rol oynayan ve Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık gibi görevler yapan Abdullah Gül bile Siyasal İslamcılık ideolojilerinin iflas ettiğini, “Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Ancak bugün bütün dünyada Siyasi İslam'ın çöküşü diye çok tartışmalar var. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedik.” Sözleriyle dile getirmiştir.

Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisinin başarılı olamadığını söyleyen sadece Abdullah Gül olmamıştır. Özellikle k Parti iktidarının kendi ideolojilerine zıt icraatlar ortaya koymasından sonra bu kavramlar aydınlar arasında ciddi tartışmalar meydana getirmiştir. Bu tartışmalar sırasında iktidara yakın olan ve iktidar nimetlerinden istifade edenler (Ali Bulaç, Ahmet Davutoğlu, Ümit Aktaş, Abdurrahman Aslan, Hamza Türkmen, Ömer Lekesiz, Yasin Aktay, Ahmet Taşgetiren, vb.) Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisinin “bitmediğini” iddia ederken daha bağımsız ve objektif değerlendirme yapanlar (Müfit Yüksel, Mümtazer Türköne, Ruşen Çakır, Faik Bulut, ise Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisinin bittiğini ileri sürmüşlerdir.

Kendisi de Siyasal İslamcılık zemininde yetişen Sosyolog Müfit Yüksel’in değerlendirmeleri içeriden bir fikir olması hasebiyle bu hususta daha da önem kazanmaktadır. Siyasal İslamcılığı soğuk savaş dönemine tepki olarak doğduğunu bu sebeple yaşamasının zor olduğunu, “Soğuk savaş dönemi ideolojilerine benzeyen ‘İdeolojik İslamcılık' bitti. Çünkü ideolojiler bitti. Siyasal İslamcılık, Soğuk Savaş döneminde iki bloklu sistem içerisinde yapılanmıştı. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle 1990'lardan itibaren popülaritesini yitirdi. Çünkü daha çok kendini anti – komünizm noktasında konumlandırmıştı. Kapitalizme karşı da bir duruş sergiledi ancak kendi delillerini tam olarak ortaya koyamadığı için başarılı olamadı." şeklindeki cümlelerle dile getiren Yüksel’in değerlendirmeleri gerçeğe daha yakın ve mantıklı görünmektedir.

2002 yılından beri iktidar erkini elinde tutan Siyasal İslamcı ideoloji muhalefette otoriter rejimlere karşı muhalefetinde inandırıcı bulunuyor ve gelecek vadediyordu. Kendisini destekleyenlerin nezdinde de inandırıcılığı vardı. “Tek yol İslam, Çözüm İslam'da, Biz İslam'la bu işi çözeriz. Adil bir düzen getireceğiz. vb” sloganlarla iktidara yürüdüler ama ne kendilerinin ne de arkalarındaki kitlelerin beklediği olmadı. Aksine muhalefette iken eleştirdikleri otoriter rejimlerin tavırlarını takınmaya başladılar. Fakirlik edebiyatı yaparak geldikleri iktidarda çoğunlukla zenginden yana oldular. Muhalefette iken kıyasıya eleştirdikleri Batı emperyalizmi ile işbirliği yaptılar ve onları stratejik ortak gördüler. İktidara geldiklerinde “Ayasofya’yı Cami yapma” iddiaları sonuçsuz kaldı. İktidarda kaldıkları dönemde içki, kumar, zina, faiz gibi İslam’ın en kerih gördüğü günahlar aynısıyla devam etti. Hatta batılılara verilen sözler sebebiyle domuz kasaplık hayvan statüsüne alınırken zina kanunen serbest bırakıldı. Toplumsal eşitlik adına ailenin temelini sarsan kanunların çıkmasına öncülük ettiler. Siyasal İslamcılık ideolojisini savunanların muhalefette iken yapacağız dedikleri vaatlerin hiçbirisi yerine gelmedi. Geriye sadece daha fazla cami yapmak, uydurma kandil gecelerini daha şaşaalı kutlamak vb. şeklinde ritüeller kaldı. Hülasa etmek gerekirse Türköne’nin değimi ile, “Siyasal İslamcılar Türkiye'yi ve devleti, devlet ise İslamcıları değiştirdi.”

Siyasal İslam veya İslamcılık ideolojisini savunanlar iktidara geldiklerinde Kemalizm ile yüzleşeceğiz derken Kemalist düşüncenin savunucusu ve kollayıcısı haline dönüştüler. İktidarlarında gelir adaletsizlik, yolsuzluk, adam kayırma, particilik zirve yaptı. FETÖ soruları çalıp militanlarını devletin her kademesine yerleştirirken, Siyasal İslamcılar bunu torpil kullanarak ve adam kayırarak kendi kadrolarını devlete hakim kılmaya çalıştılar. Sağlık bakanlığı gibi bazı bakanlıklar ise kendilerini destekleyen tarikatların kalesi haline getirildi.

Siyasal İslamcılık ideolojik olarak çöktü. Eski İslâmcıları kırpıp kırpıp politikacı yapıyorlar. Bu arada İslâmcılık politikada yukarılara tırmanmak için kullanılmış ve işi bitmiş bir uçan halı olarak, özenle çerçevelenip duvara asılıyor.

Sosyologların tespitiyle iktidar erkini elinde tutan Siyasal İslamcılar kendilerini 'dindar' olarak tanımlasa da, aslında yaşanan temel dinamik dünyevileşme ve sekülerleşme olarak yansımasını buldu.

Sınıf atlayan ve iktidar nimetleriyle tanışan Siyasal İslamcılar hayatlarını dinin gereklerine adapte etme yerine, dinin gereklerini kendi hayatlarına uydurmaya kalktılar. İnandıklarını yaşayamayınca yaşadıkları hayatlarını yönlendiren inançlar haline geldi. Böyle bir ortamda çelişkiler yaşamaları gayet doğaldı. Onun için bir yandan Atatürk dönemindeki icraatları sayıp Atatürk’ün bu yüzden dinsiz olduğunu savunurken diğer yandan kendi iktidarlarındaki daha beter icraatları görmezden geldiler ve hatta canla başla savundular. İçki, kumar, zina, faiz serbest, domuz eti kasaplık koyun oldu ama sesçıkarmadılar. Rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma sıradanlaştı. Hatta yaptıkları yolsuzluklara kılıf bulmada insanın değil küçük dilini büyük dilini bile yutturacak söylemlerde bulundular. Kızılay başkanı kendi kurumu üzerinden iktidar yanlısı kurumlara aktardığı milyonlarca lira meydana çıkınca “Bu vergi kaçırma değil, vergiden kaçırma” diyerek adeta insanlarla alay etti. Batılılara yaranmak için getirdikleri kanunlarla aileyi çökerttiler ama bunu örtmede büyük maharet gösterdiler. İşte tam da bu noktada makalenin başında söylediğim illüzyon devreye girdi. Öyle ya yapılan bu kötü icraatlar bir şeylerle maskelenmeliydi. İllüzyon malzemeleri hazırdı. “Bu duruma gelmemize Atatürk sebep oldu” diyerek Atatürk ve dönemine saldırmaya başladılar. Bu hususta aracı olarak da M.A, Y.B, M,B gibi kapanana kadar FETÖ kurumlarında çalışan veya onlara övgüler dizen ama ne hikmetse hiç hesap vermeyenler kullanılmaya başlandı. Ne zaman millet biraz uyanır gibi olup iktidardan hesap sormaya başlasa tıpkı 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan Aczimendiler gibi bazı şahıslar ortaya çıkarak bu duruma gelmelerine “Atatürk’ün dinsiz” olmasının sebep olduğu ileri sürüldü. Aslına bu tam anlamıyla bir Siyasal İslam veya İslamcılık illüzyonudur. Siyasal İslamcılar bu illüzyondan vazgeçmedikleri müddetçe her geçen gün halkın nezdindeki azalan itibarları daha da azalacak ve kendilerini tarihin çöplüğünde bulacaklardır.

Sayın Cumhurbaşkanının bu duruma dur deme şansının olduğunu düşünüyorum. Elindeki iktidar erkini muhalefette iken vadettikleri gibi milletin huzur ve refahı için sarf etmeye dönerlerse içinde bulundukları paradokstan kurtulmaları mümkün görünmektedir.

Siyasal İslam ve İslamcılık ideolojisinin taraftarlarına son sözün şu ayeti asla unutmamaları olsun:

“Başınıza gelen musibetler ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır.” (Şura, 30)