Siyaset, 'erki elde etme sanatıdır' der Max Weber. Temel amaç böyle konduğunda siyasete başlangıç için bu tanım belki yeter. Ancak erki ele alanın ne yapacağı, yönetimin yetki çerçevesi ne olmak gerekir? Yönetilenin hak ve yükümlülükleri insafa mı terk edilmiştir, yoksa  takyidatları (kısıtlamaları) var mıdır? Elbette ki vardır, o da kısaca o ülkenin câri hukuk düzenidir. Batıda bu konu çoktan beri tartışılır olmaktan çıkmış ve evrensel normlara dayalı hukukun üstünlüğü ilkesi içselleştirilmiş olduğundan, demokratik kültür oluşmuş ve sistem oturmuştur. Genel olarak 2. Dünya harbi sonunu baz aldığımızda bizim de onlar kadar çok partili demokratik yaşam deneyimimiz olmasına rağmen neden hala demokratik bir toplum ve hukuka dayalı/bağlı işleyen bir sistem kuramadığımız ciddiyetle sorgulanmalıdır.

Toplumsal yaşamda siyasetin işlerliği; “talep, katılım, karar” üçlemesi üzerinden yürür. Birey ve toplum için talebi oluşturacak bir gerekirlik, uygun olana katılım ve düşüncesini karara dönüştürme mekanizması şeklinde başlar. Sonrasında tüm toplum kesimleriyle istişare-müzakere, karşılıklı etkileşim ve uygun olanda uzlaşma gibi adımlarla yol alır. Demokraside bu temel anlayış ve unsurların toplumun farklı eğilimlerini temsil eden siyasi partilere de egemen olması beklenir. İçeride ve dışarıda akılcılıkla uzlaşı sonucunda her alanda ilerleme sağlanır. Temel hak ve özgürlüklerin teminat altında olmasıyla da demokratik yaşamın kültürel alanları gelişir ve nihayet güçlü  sivil toplum oluşur. 

Bizde böyle bir toplum oluşamamasının sebebi ne olabilir? İlk bakışta görünen ve çokça zikredilen ilk sebep “yasal” sayılabilir. Bir ölçüde siyasi partiler yasasından ve bu yasanın genel merkezlere verdiği geniş yetkilerden kaynaklanan olabileceği gibi biraz da milletvekillini liderlere sadık olma kriterine bağlayan, böylelikle  bireysel siyasi iradenin önüne set çeken seçim sisteminden ileri geliyor denilebilir. Hatırlatalım ki darbecilerin yaptığı 1982 tarihli 2820 s.Siyasi Partiler Yasasının genel olarak önseçimi zorunlu kılan hükmü de sivil siyasetin bayraktarlığını yapmış ANAP tarafından kaldırılmıştır. Şu halde bu yasayı tek başına günah keçisi yapmak adil ve gerçekçi bir tavır değildir.

Esasen daha etken ve önemli olan 2.sebep sanki şu genetik zihniyettir. Özünde ataerkil bir siyasi kültür, rehber veya lidere yüklenen anlam ve aşkın önem. Topluluk ve teşkilat içinde yapılan dar alan siyaseti. Devleti, kurumları, yapıları siyasi partileri, şahsında gücü taşıyan, iradesiyle çeliği bükebileceği sanılan/inanılan kişi ve liderlere bağlı kılan yerleşik alışkanlıklar. Lider eksenli düşünüş ve anlayışın sebebi yasalardan daha çok işbu zihniyettir. Bu konunun yaygın kanıya dönüşmesinde, halktan ziyade lidere endeksli oluşmuş bir elit sınıf etkilidir. Bu tür fiili bir işleyiş, siyasi partilerde demokratik siyaset alanını daraltan önemli bir faktördür. Böylesi bir zihniyetin sevk ve idaresinde “istişare-müzakere, katılım, uzlaşma” gibi unsurlar, kağıt üzerinde varlığını korusa da, asli karar alıcı şahsında güç temerküz etmiş liderlerdir.  Çok partili demokratik düzene geçtiğimiz 1950’den beri, yapılan darbelere, verilen karşı mücadele ve siyasi kavgalarla kazanılan nispî sivil siyaset  alanlarına rağmen, C.Başkanlığı hükumet sistemine geçişle birlikte siyasi rejimin geldiği son aşamada, ataerkil zihniyetin otoriter bir yönetimi uygulamalarıyla yerleşik hale getirme anlayış ve çabası bundandır.

Kabul ve itiraf edelim ki bu coğrafyada öteden beri toplumsal mutabakatlara ilişkin derin sorunlarımız vardır. Sebebi çoğunlukla aklen idrak ve izah olunmamış daimi çatışma halindeki farklı değer yargılarının yarattığı taraflaşma,ayrışmalara yol açıyor. Bu açıdan toplumsal dokumuz kırılgan, 'değerlerde çelişki' kaynaklı çatışma potansiyelimiz de yüksektir. İmparatorluk olması hasebiyle biraz da zorunlu olarak Osmanlı’nın milletler sistemi içerisinde cemaatlerin birbirine değmeden yaşama alışkanlığı günümüzde sosyolojik olarak yeni bir yüzle devam ediyor. Çağa uygun bir sivilizasyonu becerememiş  “cemaatçi siyasi kültür” hala egemenliğini sürdürüyor. Böyle olunca arzu, beklenti, eylem ve arayışlarımızda “ilke” yerine “fayda” öne çıkıyor. Siyasette meşru kabul edilen partizanlık, doğal bir popülizme dönüşüyor.

Özünde tarihi arka plan bagajı itibariyle de ''Otoriter'' bir devlet geleneğine sahibiz.  Demokrasi kültürünün eksikliğinden dolayı, hukuka dayalı sivil otorite nizamı kurmada zorlanıyor ve sürekli patinaj çekiyoruz.  Çok değil 20 yıl önce 28-Şubat bağlamında askerî vesayeti soluduk. Tersinden yarattığı iklimle demokratik düzene geçme imkanı da bulduk. Ama bunu sürdüremedik ve bugün ataerkil siyasetin hegemonyasından bunalıyoruz.

Elbette ki geriye dönüş yahut vesayetçi düzen özlemi çekmiyoruz, ancak bu haliyle pek ileri de gidemiyoruz. Yakın tarihimiz bu meselelerle boğuşmakla geçmiş, kendi yapısal sorunlarımızla baş etme, bunları yönetilebilir bir şekle sokma ve çağın dinamiklerine ayak uydurma çabalarımız yetersiz ve cılız kalmıştır.  Nispeten değişiyoruz, lakin sınırlı değişimler sonuç almada yetersiz kalıyor ve bir müddet sonra gene başa dönüyoruz. Bugün de böyle bir zamandayız.

Böyle devam edebilir miyiz? Sanırım evet cevabını verecek çok az sayıda kişi var. Güçlü halk destekli tek parti iktidarının 18.yılında düne göre iyi sayılabilecek çok az şey var. Eski ceketi ters yüz edip giyme gibi, temel yapısal sorunlarımızı ters yüz edip, yönetilir krizler yapıp idare etmek mümkün mü? Yoksa can yakıcı tüm sorunlarımızla yüzleşerek  çağa uygun akli, bilimsel çözümler mi üretebilir miyiz? Yahut hamasi söylemlerle bezenmiş, menkıbeci-hurafeci bir anlayışla, dünyada, bölgede, ülkede  olan biteni geriden takip eden, dış güçlerin hedefi, sürekli endişe içinde olan, kendi sorunlarına gömülü ve fatalizm ölçeğinde 'kaderci' bir toplum olmaya devam edeceğiz?

Orta yaş ve üstü olanlar 12-Eylül darbesi ve sonrasında hukuka uymayan baskıcı devlet uygulamalarını tümünü yaşadılar ya da gördüler. Tüm toplum kesimleri, hukuksuzluktan ve adaletsizlikten nasibini aldı. Adil olmayan yönetimin, bağımsız olamayan yargıyı da yanına aldığında hiç kimsenin hukuk güvenliğinin kalmadığı da son 10 yılda yaşanarak öğrenildi. Bugün tüm kesimleri, cemaatleri, toplulukları, grupları arasında medeni bağlar, iletişe açık köprüler, geçişler kurup “demokratik, sivil, eşitlikçi bir toplumsal yaşam projesi''  inşası zorunlu olmuştur. Aksi halde bu otoriter düzenin yandaş olsun olmasın birey ve toplumun huzurunu temin ve idamesi imkansızdır.

Demokratlık iddiası tüm kesimlerin temel hak ve özgürlüklerden eşitlikle ve derhal yararlanması, en ziyade müsaadeye mazhariyet kabilinden yandaş koruma, kollama olmaksızın, ülke kaynaklarının adil biçimde bölüşümü eksenli bir politik kabul ile katılımcılığı esas alan kapsayıcı bir dil geliştirmek lazım. İki yılda iflas etmiş mevcut sistemden vazgeçip, İYİ Partinin sürekli gündeme getirip vurguladığı parlamenter demokratik rejimin kurulması için toplumsal talebi siyasi bir cepheye dönüştürerek, özgürlükçü yeni bir anayasal mutabakat zemini oluşturmak lazım. Otokrat yönetimden halk kısa sürede sıkıldı, ekonomik zorluklardan da bunaldı. Topluma nefes aldıramaz isek patlar. Siyaset sosyal sigortadır, bunalan, boğulan topluma nefes verir, yol açar..