Mutluluğun ve başarının hiç de kolay elde edilmediğini hepimiz yaşayarak öğreniyoruz. Çocukken toz pembe olan her şey biz büyüdükçe gerçek renklerini de göstermeye başlıyor

Hal böyle olunca mutlu olmak, zorluklarla başa çıkmak ve hayatı üzüntüler olmadan yaşamak çok daha zor hale geliyor. Bu noktada da insanlar daha iyi hissedeceklerini düşündükleri bazı yaşam felsefelerini benimsiyorlar

Stoacılık ya da stoaizm de bir tür yaşam ve ahlak felsefesi aslında. Ortaya çıkış hikayesi ise hem oldukça ilginç hem de etkileyici…

Stoaizmin tarihi M.Ö 300’lü yıllara Atina’ya dayanıyor. O dönemde zengin bir tüccar olan Zenon, bir gemi kazası geçiriyor ve sahip olduğu her şey, tüm çalışmaları ve reçeteleri kazayla birlikte yok oluyor. Elbette ilk yaptığı bunların neden onun başına geldiğini sorgulamak oluyor. Bu sorunun cevabını ararken kendini kitaplara veriyor. Bu süreçte Sokrates‘in kitaplarından çok etkileniyor. Sonucunda ise başına gelen her şeyi büyük bir sakinlikle kabullenmeyi seçiyor. Bir kaza olduğunu ve elinde olmayan sebeplerle bunu yaşadığını kabul ettiğinde çok daha iyi hissediyor kendini. Üzülmesinin sebebinin ise onun bu kazaya yüklediği anlam olduğunu anlıyor. Bu düşüncenin onu ne kadar özgürleştirdiğini fark ettiğinde başkalarına da dersler vermeye başlıyor. İşte stoa felsefesi böyle doğuyor.

Peki felsefenin adı nereden geliyor?

Stoa aslında Antik Yunan mimarisinde üstü kapalı, sütunlardan oluşan galerilere verilen bir isim. Bu felsefe de Zenon’dan çıktığı için başlarda “Zenonizm” olarak adlandırılsa da sonrasında bu düşüncenin bir kişiye ve onun kişiliğine indirgenmesinden korkuyorlar ve bu felsefenin öğretildiği yerler olan stoa adı felsefeye veriliyor.

Stoizmin temelinde hayatın ne kadar tahmin edilemez olduğu düşüncesi yatıyor

Stoacılık aslında hayatın karşımıza pek çok şey çıkardığını ve bunların birçoğunun bizim kontrolümüz altında gerçekleşmediğini göz önünde bulunduruyor. Bir şey kontrolünde değilse onun için aşırı üzülmek ya da aşırı mutlu olmak da anlamsızlaşıyor.

Stoizm karmaşık hayat felsefeleriyle ya da yaşamın anlamına dair teorilerle ilgilenmiyor. Direkt olarak eylemleri temel alıyor ve çözümü bu kilit eylemlerde bulmamızı söylüyor

Çok daha özet bir anlatımla stoizmin ilk temel düşüncesi şöyle: “Hayatımız boyunca başımıza pek çok şey geliyor ancak bunların birçoğu bizim kontrolümüz altında değil”

Yani başımıza gelenleri kontrol edemeyiz ancak o duruma ya da olaya yüklediğimiz anlamları kontrol edebiliriz.

Stoacılar ideal bir toplum yaratmayı değil toplumu ya da dünyayı olduğu gibi kabul etmeyi tercih ediyorlar. Ancak bu hiçbir şey yapmadan başımıza gelecekleri bekleyeceğimiz anlamına gelmiyor

Hayatımız boyunca istediğimiz şeyler için elimizden geleni yaparız ancak elimizde olmayan sebeplerle istediklerimizi elde edemezsek bunun için üzülmemiz ya da kahrolmamız anlamsızdır. Aslında üzülmemiz hiçbir şeyi değiştirmez. Bunun yerine bunun elimizde olmadığını kabullenerek hayatımıza devam etmemiz çok daha mantıklı olacaktır.

“Mutluluk, dış etkenlere bağlı olmamalıdır” diyen stoa felsefesi, mutluluğa ulaşmak için doğaya uygun ve doğayla uyumlu yaşamak gerektiğini savunur

Felsefenin temeli ise erdemdir. Karakterimiz hayattaki her şeyden daha önemlidir ve aslında olaylara verdiğimiz tepkileri karakterimiz belirler

Yaşamın amacı zenginlik, şan, şöhret değildir. Tüm bunlar aslında biraz da kaderdir ve kadar elimizde olmayan şeylere bağlıdır. Sürekli anlık hazları, parayı ya da şöhreti düşünmek yerine hayatın karşımıza çıkaracaklarına karşı hazırlıklı olmalı ve tüm bunlarla mücadele edecek güçlü bir karaktere sahip olmalıyız.

Bu yüzden stoacılar hayata karşı ilgisiz ya da tepkisiz değildir, yalnızca onları nelerin üzebileceğini ya da şaşırtabileceğini bilirler. Başlarına gelen olaylar karşısında ise şikayet etmek yerine kabul etmeyi seçerler

Stoacılar karşılarına çıkan zorluklarla tüm cesaretlerini kullanarak mücadele ederler. Bunu yaparken insanlığın çıkarlarını korurlar ve hedeflerine ulaşana kadar kararlılıklarını korurlar

Ancak bu yolda her şeyi denedikleri halde istedikleri sonucu alamazlarsa durumu sakince kabullenirler. Çünkü ellerinden geleni belki de fazlasını yapmışlardır ancak artık yaşananlar onların ellerinde değildir

Stoizmin ikinci temel düşüncesi ise “Bizi üzen şey başımıza gelenler değil başımıza gelenler hakkındaki düşüncelerimiz”

Yani başımıza gelen kötü bir durumu nasıl tanımlıyoruz, nasıl içselleştiriyoruz? Bizi üzen aslında o “olumsuz” duruma bakış açımız değil mi? Bu düşünce aslında birçok terapistin terapilerinde kullandığı bir tekniktir de. Aslında bardağın dolu ve boş tarafı ikilemi bu düşünceyi daha net açıklar. Başımıza kötü bir şey geldiğinde olayın en kötü yanına bakmaktansa uzun süre sonra da olsa bizi etkileyebilecek iyi yanına bakmamız gerekir. Örneğin kanser hastası bir yakınımızı kaybettiğimizde en azından artık acı çekmiyor diye düşünmek gibi.

Hayatta her şeyin istediği gibi olmasını bekleyen ve isteyen insanlar aslında bu yüzden mutsuzdur. Hayat sürprizlerle doludur ve hiçbir zaman her şey istediğimiz gibi olmayacaktır

Bu yüzden elimizde olmayan şeyleri değiştirmeye çalışmak ve olmadığında üzülmek yerine olduğu gibi kabullenmek mutluluğu da beraberinde getirir.

Bu duruma en önemli ve açık örneklerden biri milli piyango biletleridir. Büyük bir hevesle alıp aslında üzerinden hiçbir etkimiz olmayan bir şeyin bizi mutlu etmesini bekleriz

Ancak büyük ikramiyeyi kazanamadığımızda zaten hiç bizim olmamış ve kendi çabamızla değiştiremeyeceğimiz bir durum için büyük bir üzüntü yaşarız. Yani her şey düşüncelerimizle ilgilidir

Stoacılık eylemsizliği savunmaz. Bu yüzden hayatımızda değiştiremeyeceğimiz şeyler için çaba harcamak yerine değiştirebileceklerimiz için çaba harcamalıyız

Örneğin milli piyango çıkmıyor diye üzülmek yerine daha çok kitap okuma isteğimizi yerine getirmek için çabalamalı ve bunu başarınca asıl mutluluğu yaşamalıyız. Çünkü bu bizim elimizde olan ve değiştirebileceğimiz bir şey

Stoizmi teoriden pratiğe çevirmek ve bir hayat felsefesi haline getirmek oldukça uzun bir süre alabilir. Ancak bu felsefeyi günlük olarak benimseyip bu düşünceyle yaşamak gerekir

Gerçek dünyada değerlerimizi bizler yaratırız. Olaylar karşısında hissettiklerimiz değerlerimizin yansımasıdır. Dünyaya pembe gözlüklerle bakarsak her şeyi toz pembe görebiliriz

Stoizm ya da stoacılık dünyaya pembe gözlükler bakmayı öğütlemez ancak pembe gözlüklerin takıldığında ne kadar güçlü olabildiklerini gösterir. Bizler de istediğimiz renkte gözlükler takabilir ve olaylara o gözlüklerin açısından yaklaşabiliriz.

Stoizmin 4 temel erdemi vardır: Bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülü olma

Bilgelik: En karmaşık durumlara bile uzaktan bakıp sakin kalabilmek, büyük resmi görebilmek. Bir nevi baş etme yeteneği.

Cesaret: Hayatın karşımıza çıkardığı büyük ya da küçük her durum karşısında cesur olabilmek ve göğüs gerebilmek.

Adalet: Herkesin hata yapabileceğini kabul edip, herkese karşı adaletli ve insaflı davranmak.

Ölçülü olmak: Her durumda ılımlı olabilmek. Çok iyi ya da çok kötü olaylar karşısında kendini kontrol edip öz hakimiyet kurabilmek.

Dürüstlük: Karşımıza çıkan durumlar karşısında baş ettiğimiz şey ne kadar zor olursa olsun dürüstlüğümüzü korumak.

Seneca: “Hayalimizde gerçekte olduğundan daha fazla acı çekeriz.”

Seneca: “Bazen yaşamak bile cesaret sergilemektir”

Epictetos: “Izdırap yaşamdaki olaylardan değil, onları değerlendirme biçimimizden ortaya çıkar.”

Diyojen: “İşte insanın çılgınlığı böyle bir şey. Mutlu olmak elindeyken perişan olmayı tercih ediyor. Bilinçsiz insan, köleler efendilerine nasıl itaat ediyorlarsa, arzularına öyle itaat ediyor. Ve arzularını kontrol edemediği için asla huzur bulamıyor.”

Marcus Aurelius: “Kendi mutluluğunuz sadece kendinize bağlıdır.”

Marcus Aurelius: “Birisinin hatasına öfkelendiğinde derhal kendine bak ve kendinin de nasıl hata yaptığını düşün.”

Editör: TE Bilişim