Televizyon kanallarıyla sosyal medyada Çin başta olmak üzere bazı Arap ülkelerinde yayınlanan reklam ve tanıtım videolarını görünce içim “Cızz” etti. “Reklam dediğin nedir ki; ne var bunda” denebilir tabii ama o reklamlar benim gurur duyduğum devletimle milletimin itibarını küçültüyor ve satılık bir meta olduğunu vurguluyorsa bırakın “Cızz” etmeyi, çıldırmak bile mümkün!

Çin televizyonlarında yayınlanan reklama bakar mısınız? Ellerinde TC Pasaportu tutan iki Çinli kız, “1 milyon 600 bin Yuan’a (250.000 dolar karşılığı) tüm aile üyelerinize TC Pasaportu hediye” diye ballandıra ballandıra anlatıyor.

Arap televizyonlarında yayınlanan benzer videolarda da “250.000 Dolara TC Vatandaşlığı” pazarlanıyor!

Bu arada, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüzün, 12 Arap ülkesinde Satış Ofisleri açtığı haberleri de gelmesin mi?

Hani ilkokul çağlarında iken milli bayramlarımızda, “Güzel yurdum ellere bir mal gibi satıldı/Atamın gür kaşları birden bire çatıldı” diye başlayan bir şiir okunurdu ya! İnanır mısınız, yabancılara toprak ve konut satışlarıyla böylesine açıktan açığa pasaport pazarlanması ister istemez bana o şiiri hatırlattı. Malum, yapılması düşünülen ve “Kanal İstanbul” adı verilen proje çevresinde arsa pazarlanması için de Arap ülkelerinde başka reklam filmleri de yayınlanmıştı. Hepsi bir yana, vatandaşlığımızın böyle adeta işportaya düşmüş gibi pazarlanıyor olması beni derinden üzdü.

TC Vatandaşlığı öyle para ile satılacak ve satın alınacak bir mal olmamalı. Gerçekten çok üzücü bir durum. Bunu kendi vicdanıma kabul ettiremiyorum. “Parayı veren düdüğü çalar” misali, “Parayı bastıran TC vatandaşlığını alır” durumuna düşmek gerçekten çok acı.

Uluslararası borç para bulmanın bir yolu olan “Swap” anlaşmaları da gerçekten bir başka dert olarak önümüzde duruyor. Cumhuriyet döneminin büyük kazanımları olan fabrikalarımızla sanayi tesislerimiz bir bir elden çıkarıldı. Yap İşlet Devret modeli ile müşteri garantili ve döviz ödemeli olarak yaptırılan projeler adeta geleceğimizi ipotek altına aldı. İşin içinden çıkılamayınca da bu yola gidilerek borç para tedarikine geçildiği anlaşılıyor. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Çin ve Azerbaycan gibi ülkelerden borç alındığı, swap anlaşmaları yapıldığı, krediler çekildiği biliniyor. Bu konu da tıpkı Pasaportumuzu pazarlayan reklamlar gibi karikatürize ediliyor ve bizleri üzüyor. Gördüğüm bir karikatürde, bir Katar ya da BAE Bakanı; Şeyhlerinin huzuruna çıkmış, “Türkiye’den gelmişler, para istiyorlar” diyor. Şeyh Efendi de “Verin gitsin, swaptır” diye cevap veriyor. Yazık bize, ayıp bize!

Oysa çözüm bekleyen pek çok derdimiz var. Bu dertler pasaport satarak, swap anlaşmaları yaparak ve bir bakıma geleceğimizi ipotek altına alarak çözümlenecek hale gelmişse vay halimize!

Zamlar, vergiler, pahalılık, enflasyon milletin belini bükmüş durumda. Bir zamanlar Kıbrıs için “Ver kurtul” saçmalığını savunanlar vardı. Şimdi de para nereden, nasıl gelirse gelsin anlayışı varsa geçmişimize ihanet, geleceğimize yazık, itibarımız yerlerde. Gerçekten de “İtibardan tasarruf olmaz” ise işte asıl itibar budur ve pasaportumuz, vatandaşlığımız satılık olmamalıdır.

Derken, özellikle Büyükşehir belediyelerinin el değiştirmesinden sonra belediye imkânlarının nasıl çar çur edildiği, belde hizmetlerine yapılabilecek harcamaların tabir yerinde ise ona buna peşkeş çekildiği ve dolayısıyla amaç dışı kullanıldığı çorap söküğü gibi ortaya çıkmaya başladı.

Birtakım yandaş ve akraba vakıflarla derneklere, tarikat ve cemaat yurtlarına hibe edilen gayrimenkullerin dışında İstanbul Büyükşehir Belediyesi el değiştirmeden önce yalnızca 34 öğrenciye ortalama döviz kuruna göre tam 61 milyon 500 bin TL burs verildiği otaya çıktı. Müfettiş raporlarına dayanılarak açıklanan bu uygulama insanı şaşırtıyor, derin düşüncelere sevk ediyor ve gerçekten üzüyor. Asıl üzücü olan tarafı ise dolarlar, eurolar üzerinden verilen bu bursların gerçekten hak eden ve aldığı bursun karşılığını veren/verecek olan kişilere değil de AKP ile doğrudan siyasi bağlantısı olan kişilere verilmiş olması.

Devletten burs alan kişiler öğrenimlerini tamamladıktan sonra belirli bir süre devletin tayin ettiği yerde çalışmak zorundadırlar ki buna “Mecburi Hizmet” denir. Bir firmadan burs alınmışsa, o zaman da ilgili firmada çalışılarak borç ödenir.

Ben, devletten burs alarak okuduktan sonra devlet hizmeti yerine daha avantajlı başka işlerde çalıştığı ya da yurt dışında kaldığı için mahkemeye verilip mahkûm olan ya da aldığı bursları faiziyle birlikte ödemek zorunda kalanları tanıyorum. Devlet hem bu işi öyle sıkı tutar (dı) ki, yurt dışında öğrenim görecek, Yüksek Lisans ya da Doktora yapacak öğrencilerden kefil göstermelerini isterdi. Ben de bir arkadaşımla birlikte yurt dışı bursiyerlerinden bir gence kefil olduğum ve geri ödemelerinde aksama olunca tebligat aldığım için iyi biliyorum.

Peki, AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden döviz karşılığı külliyetli miktarda yurt dışı öğrenim bursu alanlar ve en azından şimdilik isimleri açıklanan üç meşhur kişi bunun karşılığı olarak Belediye hizmetinde bulunmuşlar mı? Hayır! Siyasete atılıp geniş imkânlara sahip olmalarına rağmen borçlarını ödemişler mi? Hayır! İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ak Parti’de iken Belediye tarafından aldıkları bursu ödemeleri için kendilerine yazı yazılmış mı? Hayır! Ödemeleri için yargı yoluna başvurulmuş mu? Hayır! O halde şimdi gereken yapılıyorsa kimse kusura bakmayacak. Öyle değil mi?

Dileğim odur ki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı para ile satılmasın. Başta belediyeler olmak üzere hiçbir kurum adaletsiz iş yapmasın, adam kayırmasın, millete yapılacak hizmetleri siyasete alet etmesin, bunca muhtaç öğrenci varken siyasi tercihlerle kimseye burs verilmesin. Bilmem anlatabildim mi?