1970’li yılların ilk yarısında ilkokul 3 veya 4. sınıftayken o zaman lisede okuyan ağabeylerimiz şimdi yerinde apartmanlar bulunan Emek Sinemasında bir piyes sergilemişti. Balkonu ile 500 seyirci alan salona tüm ilk okul ve orta okul öğrencileri götürülmüştü. Piyesin bitiminde kıyamet bir alkış ve tezahürat, coşkun bir benimseme, tüylerimiz diken diken, her birimiz İslam Bey.

Piyesin adı “Vatan yahut Silistre” imiş. Hele, Adem’in (Zekiye’nin) senin daha bıyıkların bile terlememiş diyen görevliye askere gitmek için “Bakın benim de bıyıklarım var” diye üst dudaklarına tarak saplamasını coşkun bir takdir ve gözyaşı seli içinde izlemiştik.

Aklıma geldikçe hala ağlarım. Bu piyes 1 hafta süreyle hınca hınç dolu kalabalığa sahnelenmiş, daha 10 yaşında bir çocuk olarak her sahnelenişini kaçak da olsa salona girmeyi başararak ben de izlemiştim.

Piyes sanki Orta Anadolu’nun küçük bir kasabasında değil de Gedikpaşa Tiyatrosu’nda ilk gösterimde… Aynı coşku, aynı ruh hali. Yaşasın Vatan! Yaşasın Kemal!

Hele bir sahne var ki yüreğimize vatan aşkı değil, vatan ateşi düşürüyor:

“Biz vatanı koruyacağız, Allah da bizi koruyacak, İnsan vatanın ayaklar altında çiğnendiğini görürse yaşayamaz! İnsan velinimetinin ayaklar altında çiğnendiğini görürse yaşamaz! Velinimetinin ayaklar altında çiğnendiğini görüpte yaşayan köpekten alçaktır!”

Cümlemizin validesidir vatan/ Herkesi Lütfuyla odur besleyen/Bastı düşman göğsüne biz sağ iken/ Arş yiğitler vatan imdadına.

Türkün halen idraksiz olduğu dönemde Namık Kemal’in yazdığı bu eser için diyebiliriz ki, uzun bir imparatorluk geçmişinden sonra Türklüğün yeniden fark edildiği ve Türk Milliyetçiliğinin yeniden başlatan şaheserdir. Sonra gerisi geldi. Süleyman Paşa, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Mustafa Kemal ve Harbiyeli Subaylar, Yusuf Akçora, Ziya Gökalp ve diğerleri.

Rahmetli hocalarımızdan (maalesef öğrencisi olmaya yetişemedim) Niyazi Berkes’in yazdığı İslamcılık, Ulusçuluk ve Sosyalizm adlı kitabında Şam ve Kahire’de yaptığı incelemelerden sonra bu üç kavramın Araplar tarafından nasıl değerlendirildiğini anlatmıştı.

Hocanın vardığı sonuç İslamcılık bir tür Arap Milliyetçiliğidir. İhvan-ı Müslim’in ile birlikte bu anlayış bir tür Arap ulusçuluğuna evrilmiş ve Sosyalizm ise İslam’ın toplumcu yönünü ifade eden ve özellikle BAAS’çı rejimlerin dinsiz (!) Sovyetler Birliği ile ilişkilerini meşrulaştıran bir anlayıştır.

Bu denemeyi Kaddafi tarzı Sosyalizmde de görmüştük. Yoksa bizim bildiğimiz toplumcu ideoloji ya da sermaye karşıtlığı veya ortak mülkiyetin geliştirilmesi veya en azından gelir dağılımının düzeltilmesi çabası bile değil.

Suriye’de gelişen olaylardan sonra ülkemize akın eden sığınmacıları göz önüne alınca Vatan yahut Silistre’deki o sahneyi hatırlamadan edemiyorum.

Ama asıl şaşırdığım bir husus var. Vatan ve milletine duyduğu sevgi DNA’sına işlemiş bir toplumda, nasıl oluyor da velinimetinin ayaklar altında çiğnendiğini görüp tabanı yağlayanlar meydan okuma cesaretini bulabiliyorlar. Belki daha da şaşırtıcı olanı, vatanının ayaklar altında çiğnenmesini köpeklik addederek çoluk-çocuk, genç-yaşlı, hasta-sağlam, kadın-erkek demeden bin yıldır cepheden cepheye koşan bir toplumla Suriyelileri yan yana getireceğini vehmederek entegrasyon zırvalıklarının dile getirilmesidir. Her iki toplumun bu kadar temelden farklı olduğu şartlarda ülke içinde kaos ve kargaşanın sadece bir kibrit alevine bağlı olduğunu görmemek ve tedbirini almamak için kör mü, bu kaos ve kargaşayı çıkarmak için kasıt ve ihanet içinde olmak mı gerekir.

Yoksa, 1071’de fethedildikten sonra bin yıl boyunca dalga dalga gelen haçlı seferlerine direnen, sadece Rusya ile yapılan 16 savaşı uc uca eklediğimizde 70 yıl süren yok oluş mücadelelerinden büyük bir cesaret ve kahramanlık ile çıkan en son ateşle imtihanını 30 Ağustos 1922’de üstün başarı ile veren toplum üzerinde barracuda balığı deneyleri mi yapılmaktadır?