Haksızlıkların, adaletsizliklerin, yolsuzlukların, hırsızlıkların, adam kayırmanın, Allah ile aldatmanın normal görülmesinin zirveye çıktığı her dönemde, hiçbir kınayanın kınamasından korkmaksızın, hiçbir dünyevi kaygıyı hesaba katmaksızın doğruyu insanların yüzüne söyleyecek Ebu Zer Gifari (ra) gibi yiğitlere ihtiyacımız var.

“Ebû Zer’e Allah(cc) rahmet etsin. Tek başına yürür. Tek başına ölür.

Tek başına diriltilir…”

O’nu böyle tek kılan neydi?

Niçin herkes toplum içinde yaşar, toplum içinde ölürken Ebu Zer Gifari (ra) tek olarak yaşayıp, tek olarak ölmüştü?

Bizce bu sır O’nun rivayet ettiği bir hadiste gizliydi.

Bir gün oturmuş yanındakilere hadis rivayet ediyor ve şöyle diyordu:

“Dostum Muhammet (sav) bana altı şey vasiyet etti. Miskinleri ve onlardan düşkün olanları sevmemi, kimseden bir şey istemememi, Akraba ile ilişkimi sürdürmemi ve acı da olsa hakkı söylememi emretti. Ayrıca Allah(cc) yolunda kınayıcının kınamasından çekinmememi ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh sözünü çok söylememi emretti.”

Ebu Zer Gifari (ra) bu vasiyeti tam olarak yaşadı. Hayatını ona uygun hale getirdi. Öyle ki kavmi ve ümmeti içinde bir vicdan gibi oldu.

Hazreti Ali (ra) O’nun için şöyle demiştir:

“Ebu Zer’den başka, kınayıcının kınamasından çekinmeyen kimse kalmadı bugün.”

***

“Konuşmayan kimse için dürüstlük bir fazilet olamaz. Susan dürüst bir kimse dürüst değildir. Dürüstlük, hakkı açıklamayı ve ilan etmeyi gerektirir.”

Ne güzel söylemiş büyük insan.

Evet, davası olmayanın sevdası olmaz. Sevdası olmayanın öfkesi olmaz. Gerçek dava adamları davalarına, inançlarına olan sevdaları sebebiyle öfkelidirler. Onların öfkelerinde sevda, sevdalarında öfke gizlidir. Böyle yüce ruhların davalarına, inançlarına leke gelmemesi için her şeylerini, mallarını, mülklerini, koltuklarını, konumlarını, kariyerlerini feda etmekten çekinmezler. Çünkü sayılanların hepsi onlar için ancak davalarına hizmet ettiği müddetçe kıymetlidir. Davaları ile aralarına giren her şey onlar için cadı tuzağıdır. Yollarını kesen cadı tuzağı ne olursa olsun ilk tekmeyi vurmasını bilirler. Çünkü onlar hem daim şu İlahi beyanın tehdidi altında ürperirler:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)

Öfkesi davası için, inancı için olan yüce ruh Ebu Zer Gifari (ra), hayatı boyunca en yüce yol olan İslam’ın, hayata Resulullah’ın (sav) yaşadığı gibi hâkim olması için didinip durdu. Bu hususta belki en yakınlarını bile ırgalamaktan çekinmedi. Valilerden, devlet başkanlarından, halifelerden sözünü esirgemedi ve hep hakkı haykırdı. Çünkü o hakkın hatırını yüksek tutan bir ruha sahipti. “Hakkın hatırı yüksektir. Hiçbir hatıra feda edilmez. Hakkı söyleyeceğim, bu hususta kimin hatırı kırılırsa kırılsın.” diyenler Ebu Zer’in açtığı geniş caddeden ilerledi. O geniş caddeye çıkmayanlar ise, hak ve hakikatin ezilmesi karşısında “Ne yaparsın hanede çoluk çocuk var, ev var, mal ve mülk var.” gibi değişik mazeretler arkasına saklandı. Davalarına ait değerler ezilirken ses çıkarmadılar.

Her daim öfkesi davası ve inancı için olan yüce ruh Ebu Zer Gifari (ra) dünyaya uzak, Allah(cc) ve Resulüne (sav) yakın oldu. Onun için dünyanın bir sinek kanadı kadar değeri yoktu. Yaşantısı, sade ve basitti. Ballar balını bulmuştu ve kovanının yağma edilmesi onun için bahse değer bir konu bile değildi.

Gösterişten, riyadan, debdebeden uzak, saltanat, servet ve şöhretten uzak durdu. Hayatında “iktisat eden bereket” bulur sırrı tecelli etmişti. Aza kanaat ve haline şükretmek onun değişmez ilkesiydi. Korku ondan uzaktı. Öyle ki ölüm karşısında bile hakkı söylemekten asla çekinmezdi. Bunun için dostları arasında, kimseden korkusu olmayan, hak sözü kim olursa olsun yüzüne karşı haykırması ile meşhur olmuştu. Hoş onun şöhretle, gösterişle alakası yoktu. O hakkı savunuyordu.

İslam orduları Rum Kayser’i ve Acem Kisra’sının memleketlerini fethedilince, onlardaki gösteriş, saltanat ve dünyaya olan ilgileri, Müslümanlara bulaşmaya başlamıştı. Yüce ruh Ebu Zer bu duruma şiddetli itirazlarda bulundu. Gözü davasından başka şeyi görmeyen bu yüce ruh için bu bir inkırazdı, gerilemeydi, çizgiden çıkmaydı.

Dünya malı biriktirenleri, dünya malının peşinde koşanları sevmezdi. Böyle yapanlara bıkıp usanmadan, “Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda sarf etmeyenlere elim azabı müjdele...” mealindeki ayeti okuyordu.

Şam’da bulunduğu dönemlerde şatafatlı yaşama karşı sesini çok yükseltmişti. Vali bu durumdan kurtulmak için ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla ona bir tahsisat bağlamıştı. Ama Ebu Zer kendisine bağlanan bu tahsisatı fakir ve gariplere dağıttırdı. Sonrada fakirlere dağıttığı paraların sıkıntısını çekerdi. “Niçin böyle yapıyorsun?” denildiğinde o şeyle derdi:

“Resulullah (sav) bana şöyle buyurmuştur: İnsana bir lokma bir hırka kâfidir.”

Zamanın halifesi yaptırdığı sarayını göstererek sordu:

“Saray nasıl olmuş?”

Cevabı tam Ebu Zer ruhuna uygundur:

“Bu sarayı kendi paran ile yaptırmışsan israf, yok devlet kesesinden yaptırmışsan haramdır.”

Milletin parasıyla kedilerine saraylar yaptırıp gününü gün eden Emevi zihniyetliler bu mühim ikazdan ders alır mı acaba?

Ebu Zer’in hayatı söylediği gibiydi. Zaten hep söylediklerini yaşamış, yaşadıklarını söylemişti. Bu dünyadan gerçek âleme giderken de bir hırka yerine geçen kefenle gitti. Kefen de kendisine ait değildi. Rebeze’de Rabbinin “gel” emrine uyduğunda kefen yapılacak bir şeyi yoktu. Bir sahabenin getirdiği kefenle, bu yüce ruh kefenlenip gerçek âlemin kapısı olan kabre kondu.

Ebu Zer’in açtığı bu çığır asırlar boyu öfkesi davası olan, sevdası için gür çıkanlara önder oldu. Saltanatın, dünyalıkların, gösterişin, riyanın, mal ve mülkün pençesine düşenler Ebu Zer Gifari’nin yolunda gidenlerden hep çekindiler. Tarih boyunca kim Ebu Zer ruhunu giyinmeye çalışsa onu toplumun dışına, yaşadıklarına müdahale etmeyecekleri zeminlere ittiler. Ama Ebu Zer ruhu yok olmadı. Gölgesi asırlar ötesinden günümüze kadar geldi ve asrımızda da sayıları azda olsa makes buldu.

Bu noktada durup şunu sormamız lazım değil mi vicdanımıza:

“Asr-ı Saadet’in Ebu Zer’i, Ebu Zer Gifari’ydi. Günümüze kadar birçok Ebu Zer ruhlu insan geldi ve haksızlıklara karşı hakkın hatırının yüksek olduğunu savundu.

Peki, egemen gücün ulusal ve uluslararası şeytanlarıyla gırtlağımıza basmaya yeltendiği bu çağın Ebu Zer’i kim?

Kim haksızlıklara karşı hakkın hatırını savunacak?

Yetimin hakkını koruyacak?

Parlak, cilalı, kaypak ve konjonktürel albenilerin hak yola yakışmadığını, Muhammedî bir ruh ve duyarlılıkla kim hesaba çekecek?

Kim elde ettikleri makam ve mevkiden kendilerine özel mülkiyet edinenlerin yanlışlığını haykıracak?

Kim, bu makam ve mevkilerin geçici olduğunu, aldanmamaları gerektiğini haykıracak?

Kim yapılan yolsuzluklara, adam kayırmalara dur diyecek?.

Kim adaletsizliklere ve işlenen zulümlere karşı hakkı savunacak?”

Bu ve benzeri soruların cevabını bulmamız gerekiyor. Ömrü davasının yaşanması uğruna tavizsiz geçen Ebu Zer’in hayatını ve bu hayat içerisinde bize ne gibi mesajlar verdiğini öğrenmek zorundayız. Biliyoruz ki böyle yüce ruhların hayatlarını anlatmak alabildiğine zordur. Ama yine de o ruhun yüceliğini elimizdeki kaynaklara başvurarak yeniden gündeme getirmek gerekiyor. Zira bugün inananlar, inandıklarının gereğini yerine getirmekten çok, mal ve mülk yığmakla, yazlık ve kışlık evlerine, villalara yenilerini katmakta, biriktirdikleri altın ve gümüşü koyacak banka kasaları bulamamaktadırlar.

Ebu Zer gibi yüce bir ruhu öğrenirken, bu yüce ruha gerçek enerjisini veren kaynak olan Kur’an’ı Kur’an’ın pratikteki uygulayıcısı Hz. Muhammed’i (sav) sahih kaynaklardan öğrenmek bizim için kaçınılmaz bir keyfiyettir. Ta ki, bu öfkenin, davaya olan sevdanın hangi kaynaktan geldiği anlaşılsın. Aksi halde yansıyan ışığı gösterip kaynağını gizlemek, o ışığın geldiği mahiyetin muhteşemliğini örttüğü gibi, ışığın değerinin de gerçek anlamda anlaşılmasına engel teşkil eder.

En baştaki paragrafı bir kez daha hatırlatarak meseleyi noktalayalım:

Haksızlıkların, adaletsizliklerin, yolsuzlukların, hırsızlıkların, adam kayırmanın, Allah ile aldatmanın normal görülmesinin zirveye çıktığı her dönemde, hiçbir kınayanın kınamasından korkmaksızın, hiçbir dünyevi kaygıyı hesaba katmaksızın doğruyu insanların yüzüne söyleyecek Ebu Zer gibi yiğitlere çok ihtiyacımız var.