Habererk.com okurunun ve Türk-İslam dünyasının Ramazan Bayramı vesilesi ile hayır ve esenlik içinde nice günler görmesini temenni ediyorum. Bilhassa İslam coğrafyası dâhil, başta Doğu Türkistan ve Kerkük’te yaşayan soydaşlarımız, Gazze’de soykırıma uğrayan Filistin halkı için niyazımdır ki zulüm devranı son bulsun! Bu sebeple Türk vatanı ne kadar güçlenirse mazlum halkların umudunun da o kadar dirileceğine şüphe duymuyorum.

Evet, güçlü olmalıyız; madden, manen her zaviyede her basamakta adeta sıfır hata ile menzile hız vermemiz gerek. Yıllar içinde fasit bir çembere hapsolup, dönüp dönüp aynı sorunlarla uğraşmanın talihsizliğini yaşamak, enerjimizi de zamanımızı da zayi ediyor. Görülen o ki ne kadar zaman geçerse geçsin, kronik sıkıntılarımıza neşter vuramıyoruz. Siyaset eyyamında, koltuk isterisinin kör edici boğuşmasında ve toplumsal hengâmede güzel vatana kıyıp duruyoruz.

Şöyle dönüp bakıyorum; 30 yıl önceki meselemiz, derdimiz ne ise aynıdır ve üstüne katlanarak artmış halde çıkış yolu bulmak arayışı ile cebelleşiriz. Açıkça ifade edeyim ki vaziyetimiz, gelecek nesiller için hepimizin adına utanç vericidir; önce bunu kabul edelim. Tabiatımız, kentlerimiz, eğitim hayatımız; kültür ve sanat seviyemiz… Neyi konuşsak elde kalmakta ve asap bozucudur. Belli ki fena halde işlerimiz ters gidiyor ve anlaması zor halde falso vermeye devam ediyoruz.

Kıymetli okura bir konuşmayı aktarmak istiyorum. Alt paragrafta aktaracağım cümlelerin sahibi Süleyman Demirel’dir. Demirel hakkında bilgi vermeye gerek yoktur sanırım. Siyasi tarihimizde “Çoban Sülü” lakabıyla maruf, müteveffa Cumhurbaşkanı, 33 yıl önce bir TV kanalında şunları anlatıyor;        

Enflasyon bana göre siyasi bir olay değildir; bilimsel olaydır. Doğru yaparsanız enflasyon makul sınırlar içinde kalır. Yanlış yaparsanız, işte alır başını gider.  Enflasyon, devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı değildir; ahlakı da bozar. Borcu olan borcunu ödemez (…) Hırsızlıktan soygundan fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar. Toplumun içini bozan bir olaydır. Onun için Batılılar enflasyona ‘bir numaralı halk düşmanı’ derler. (…) Nitekim bugün baktığın zaman serbest piyasa ekonomisini uygulayan ülkelerin çoğunda enflasyon %5’in altındadır.”

Aradan 33 yıl geçmiş. Ne tuhaf değil mi?.. Demirel, 11 Ekim 1991 tarihinde TRT’de yayınlanan “Liderlerle Açıkoturum” adlı programda yapmış bu konuşmayı. Pekiyi, biz bugün neyi konuşuyoruz; yine yüksek enflasyon ve hayat pahalılığını…

Demirel, ne diyor: Enflasyon bana göre siyasi bir olay değildir; bilimsel olaydır”. E, Cumhurbaşkanının nas’ı referans kılıp irade ettiği faiz-enflasyon kararı ne idi o halde? Dinin idealize ettiği ile rasyonalitenin sağlam çarpışmasını Türkiye laboratuvarında sınamış olduk, o zaman… Gerçi bedeli fena oldu garip ahali için… Rasyonalite, yani akıl her dem akil düşünmek değildir ki karışmasın. Akıl, çapına ve dünya görüşüne göre faydaya çalışır ki aha da sonuç ortadadır. Gücü olan daha da semirdi, ezilen de iyice ezildi!

Biraz geçmişe gidelim ve bir panorama okumaya çalışalım sizlerle…

1991 ile 1992 arası Türkiye’nin ortalama enflasyon oranı nedir biliyor musunuz? %69… Pekiyi bugünkü oranı açıklamaya gerek var mı? Hiç sanmam… Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerini yazmanın da âlemi yok; çünkü yazsam, inananımız yok! Ben, kendi enflasyonuma bakıyorum, hayat pahalılığıma bakıyorum ve yıllık gider artışım % 100’ün altında değil. Örnek olsun: şu an kiralık evi değiştirsem, yeni ev için maaşımın yarısını kiraya vermek durumunda kalacağım. N’apalım şimdi TÜİK verisini; ancak enflasyonun altında maaş almama neden oluyor, o kadar!

O yıllar koalisyon hükümetleri iş başındaydı ve memlekette (tıpkı bugünkü gibi) yığınla sorun vardı. Özellikle PKK terörünün hızla artmaya başladığı bir dönemi vurguluyorum. Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Musa Anter, Hiram Abas, Ahmet Cem Ersever gibi faili meçhul cinayetler; Savaş Ay programlarında endam eden mafya dünyası, uyuşturucu kaçakçılığı; işsizlik, hayat pahalılığı ne ararsanız buyrun… 33 kişinin diri diri yakıldığı Sivas, Madımak Katliamı (1993) da yine o yıllarda yaşandı. Katliama dair Dr. Alper Kasımoğlu’nun doktora çalışmasını okumanızı öneririm ki birebir tanıkların düşüncelerini ve şiddete teşne toplum ruhumuzu mülakat halinde orada bulabilirsiniz. Bizden (sağcı/solcu veya Sünni/Alevi) olmayanı ne kadar sevdiğimizi çok iyi anlıyoruz Kasımoğlu’nun araştırma tezi ile...

Hatırlıyorum; 2023 seçimlerine dair konuştuğum bir arkadaş şöyle demişti: “ağabey, elimi kesseler Alevi Kılıçdaroğlu’na oy vermem!” işin aslı 30 yıl geçse de pek değişmemişiz… Ben de oy vermedim Kılıçdaroğlu’na; ama Alevi olduğu için değil, kusura bakmasın, beceriksiz bir siyasetçi olduğunu gördüğüm için… Kılıçdaroğlu’nun iş bilmez olduğunu Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ı yanına aldığında anlamıştım; gerçi olan Meral Akşener’e oldu; ne ise…

O yıllara nazar etmeye devam;

Demirel Cumhurbaşkanı seçilince Tansu Çiller başbakan oldu; enflasyonu bırakın geriletmeyi, azdırarak %75’e fırlatmıştı Meral Akşener’in ablası... Devalüasyonlarla dolu berbat bir dönem yaşattı, sağ olsun. Çiller, ekonomi profesörüdür bu arada… Yaşımız erdiği için hatırlarım ve biri “ben ekonomistim” diyorsa ondan sebep fikrimi endişe alır, hele ki bilinçaltıma işlemiş… Hamdolsun bugün öyle koalisyon hükümetleri falan kalmadı Bahçeli sayesinde… Hele askeri vesayet bitti ki “istikrarlı bir iktidar, yönetim var(!)” diyoruz… Tabi hakkınız var, aklınıza gelenden mucip, ünlem (!) işaretini boşuna koymuyorum… Bu istikrar mevzusu görecelidir; iyiye de kötüye de yorulacak bir konu. Ne diyelim, fazla istikrar da yoruyor sanırım… Millet de yorulmuş olacak ki şu hiçbir iş eylememiş CHP’yi yerelde iktidar eyledi!

30 yıl önce yaşadığımız çoğu meselede bugün devamlılık olduğunu anlıyoruz. Ak Parti’nin sunduğu 3-5 yıllık Lale Devri’nden sonra hâlâ hayat pahalılığı ile uğraşıyoruz mesela... Yalnız itiraf edeyim, ekonomide son 2 yıldır yaşadıklarımız Tansu Çiller krizlerinden de 2001 krizinden de çok daha ağırdır; garip gureba, fakir fukara nutku tutulmuş olarak “ne etsem” der, durur. Dehşet bir yoksullaşma indeksine girdik, orta sınıf kayboldu; lâkin muhafazakâr umutlar yeğindir. Nasıl mı? Youtube spikerine mülakat veren “Hacı emmi” gibi… Lozan’ın yüz yıllık gizli maddeleri açık edilecek ve yeraltından çıkaramadığımız cevherler, 2024’te çıkmaya başlayacak. Abdurrahman Uzun’un dediği gibi açacağız kombileri!.. Ver yansın!

30 yıldır istikrarlıyız; birbirimize diş biliyor ve pekâlâ birbirimizi ötekileştirebiliyoruz. Askeri vesayetten bahsederken dün (28 Şubat, E-muhtıra), kimilerince bugün başka vesayet odaklarını konuşuyoruz. Ak Parti’yi şimdinin vesayeti olarak kabul edenler var. Niye? “Hani tartışılmayan bir tek yargı kararı yoktur ki iktidar devrede olmasın”. Devlet umurunda Ak Partili hariç, bir ehil adam görmezsiniz gibi… Hâlbuki bugün, şiir okuduğu için hapis yatmış bir Cumhurbaşkanı ülkeyi yönetiyor. “Cumhurbaşkanı İstanbul belediye başkanlığını kazandığında muhalifti; şimdi aynı sıkıntıları İmamoğlu’na yaptı” diye oy kümelenmesi bile oldu.

30 yıldır yapamadıklarımızı yine döndük dolaştık 1982 Anayasası’na dayandırdık. Tamam, soralım o vakit: İstanbul depremine hazırlık için anayasaya ihtiyaç var mıydı? 1992’de 8 milyona dayanmış İstanbul nüfusu 2,5 kat artarken yağan yağmura mı, anayasaya mı bakıyorduk? 1999 Marmara Depremi, Kaliforniya sahillerinde mi patlamıştı ve senatodan karar beklenirdi?!. Bugün köylerde yaşayan nüfus %7’ye gerilemiş ve %93’ümüzün işgal ettiği kentler çarpık çurpuk halde çığırından çıkmış. Diyorum ki ey iktidarlar; bu nasıl bir planlamadır, nasıl ön görüdür? Arifesindeyiz ki yarın üretecek bir çiftçi bile kalmayacak bu gidişle… Yıkılmaz, sağlam kalırsa bütün üretimi kendine ve çevresine abandırdığınız İstanbul’un üretim maliyeti, hayat pahalılığı, her beldeyi etkileyecek bir çarpık düzene seyirci kalmışız. Milyonlarca göçmen-sığınmacı misafir geldi ki (çoğu yine İstanbul’da) o da cabası, onlar ne edecek, onlarla n’apacağız, muamma!

Milyonlarca sığınmacının ne kadar katma değer ürettiğini, tüketimden ve refah payından katma değere, niteliklerine göre ne kadar pay aldığını biliyor muyuz? Yani bir ekmek üretip, beş ekmek tüketiyorlarsa nasıl olacak? Öyle bir seferber olmamız lazım ki bu işler Ak Parti’yi de aşar.

Demirel ne diyor, tekrar hatırlayalım: “Enflasyon sadece pahalılık olayı değildir; ahlakı da bozar. Borcu olan borcunu ödemez (…) Hırsızlıktan soygundan fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar”. Haklıdır rahmetli Demirel; fakat bu işlerde onun da payı vardır. Adam Simith’ten beridir biliriz ki iktisat ile ahlak arasında doğrudan bir bağ bulunuyor. Velhasıl ahlakı doğrudan din ile yorumlamak da meseleyi çözmüyor. Örneğin bir sığınmacı araştırması yaptık ve hazır olduğunda paylaşacağım. Şu kadarını ifade edeyim ki dindaşlıkla göçmen ve ekonomik koşullar arasında öyle iyimser veriler de görülmemektedir. İstediğiniz kadar “Müslüman iktidar” diskuru çekin; rasyonel-sosyal hayatın farklı, emredici ve küresel çaplı metazori yönlerini görüp, okumak durumundasınız. İşte, görmezseniz göçmen ülkesi oluyor, Dünya Bankası ile anlaşma yoluna gidiyorsunuz.

Demirel Karikatür

Devleti kullanan iktidarlar toplumsal-ekonomik işleyişi felç edici hamleler ile müdahale ettiğinde politikleşmiş bir din retoriğine dayalı; ama yüzeysel bir gösteri toplumuyla karşılaşıyoruz. Eğer ülkede “Ak Parti Müslümanlığı” diye bir söylem gelişmişse oturup, hepimizin düşünmesi gerekir. Diyelim ki Ak Parti bu kimliği ve gücü istedi, iyi de toplum bu gücü vermedi mi? O bir tarafa, siyaseten üçe dörde bölünmüş, birbirine düşman Türk milliyetçiliği nasıl olabiliyor? Akıl tutulmasına bakın! Yığınla yanlış yapıyoruz ve gemi, limana bir türlü yanaşamıyor. Onca yanlıştan doğru çıkarmak; ancak ilahi mucizedir arkadaşlar.

Son not:

Esasta bu ülkede faiz de enflasyon da düşerdi. Cumhurbaşkanı bu niyet ve iddia ile bir şeyler yapmaya çalıştı ve fakat yanıldı; çünkü siyasal, toplumsal ve ekonomik veçhelerde ahlakı tamama ermemiş bir toplumda bunu başarmak güçtü, olmadı da!.. “Faiz insin dedi” ahali dolara hücum etti. Her asgari ücret artışında ertesi gün ürün fiyatlarının etiketi değişti, kodamanlar kârlarından vaz geçemedi. Konutta kiracı ekonomisinin ve rantının üretmeyen simsar hesabında memlekette kiralar uçtu gitti. Siyasi iktidar kabul etmeli ki her açıdan sınıfta kalan bir toplumun iktidarıydı ve faiz-enflasyon nas’ının sınıfta kalması o sebep mukadderdi. Hülasa Türkiye’nin muhafazakârları da milliyetçileri de uyudular ve bu toplumsal vaziyeti göremediler. Ahlaki, ruhsal ve sosyal çöküşün bir derece farkına varan tek isim de Devlet Bahçeli idi, onun da söyledikleri unutuldu gitti…