Bir seçim ortamında bulunuyoruz ki Allah bize de başka milletlere de bir daha böylesini yaşatmasın. Bunu gerçekten ve canı gönülden diliyorum. Allah aşkına Uzay Çağı’nda bile hır gür olmadan, kin ve nefret saçmadan, bağırıp çağırmadan, ayak oyunlarına girişmeden adam gibi bir seçim yapamayacaksak başka ne yapabiliriz ki?

Hakaretler, iftiralar, tehditler havada uçuşuyor. Çevre kirliliği, gürültü kirliliği, israf, dedikodu, gıybet öylesine hadsiz ve sınırsız boyutlarda ki, sormayın gitsin… Üstelik bizzat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı birkaç defa “Çevreci seçim kampanyası”ndan söz ederek “Plastik bayraklarla afişlerin yalnızca seçim bürolarının bulunduğu yerlere asılacağını” söylemesine rağmen -bilmiyorum ama- Ankara’da 5 milyon direk varsa en az 5 milyon Recep Tayyip Erdoğan posteri var. Sanki Belediye Başkanlığı seçimi değil de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak ya da Sayın Cumhurbaşkanı bu görevinden bıkıp usandı da yeniden Belediye Başkanlığı’na soyunuyor…

Biz neden bu geri kalmışlıktan kurtulup çağı yakalayamıyoruz da üçüncü sınıf ülke konumundan çıkamıyoruz anlayamıyorum. İnsanımız karınca kararınca çağa ayak uydurmaya gayret etse bile siyasetçilerimiz ilkellikten bir türlü kurtulamıyorlar.

Yaşım müsait olduğu için İnönü, Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Özal devirlerini çok iyi hatırlıyor ve onları rahmetle yâd ediyorum. Seviyeli bir siyaset güdüyorlar, birbirlerine hakaret etmiyor, açılışlarda, bayramlarda samimi pozlar verip birlikte televizyon programlarına çıkabiliyorlardı. Oysa şimdi bilmem kaçlı “çete”, “çukur”, “pislik”, “illet”, “zillet” ve “tezek” gibi kelimelerle yapılan tam bir lâğım siyaseti var; her yer pis kokuyor! Siyasetteki bu çirkinliği, meydanlardan, televizyon ekranlarından kabarıp taşan öfke selini görüp duyan insanlar ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar, lanet okuyorlar. Evlerde çocuklar korku içindeler ve siyasetten nefret eden bir nesil geliyor. O kanaatteyim ki, 82 milyon insan “Artık şu 31 Mart gelip geçse de bir rahat etsek” diyor ama siyasetçilerimizde bu anlayış olduktan sonra hır gür durmaz, devam eder.

Hayat pahalı, ekonomi rayından çıkma noktasına gelmiş, uygulanan yanlış politikalar yüzünden tarım iflas etmiş ve millet ortaya atılıveren “beka” meselesi ile oyalanmaya çalışılıyor. Milletlerin ya da devletlerin “beka” meselesi dendiği zaman bir devletin içeriden ve dışarıdan kuşatılmış olması, var olup yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunması akla gelir. Allah’a şükür Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil Türk Milleti böyle bir tehlike karşısında değildir, olsa bile üstesinden gelecek güç ve kabiliyete sahiptir. Bu, işin birinci yönü. İkinci yönüne gelince:

Belediye Başkanlığı seçimlerinin bu konu ile uzaktan yakından bir ilgisi olmaması bir yana, devletlerin bekası ortalıkta ve seçim meydanlarında konuşulacak bir mesele değildir. Milli Güvenlik Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Silahlı Kuvvetler, MİT gibi kurum ve kurullar devreye girer, gizli oturumlar yapılır, iktidardakiler muhalefet partilerine bilgiler verir, görüşmeler yapılıp kararlar alınır ve gerekirse seçimler ertelenir. Bütün bunlar yapılmayıp da beka meselesi seçim kazanmak için bir koz olarak kullanılıyorsa olmaz, olamaz.

Nice şan ve şereflerle dolu tarihimizden örnek vermeye gerek yok. 1974 yılında bir Kıbrıs Harekâtı yaptık. Yani savaş halinde idik, siyasi ve ekonomik ambargolara muhatap olduk ama beka meselesinden söz edilmiyordu. Allah’ın izni ile başardık. 15 Temmuz darbe girişimi de başarı ile atlatıldı ve o zaman da “beka” lafı edilmiyordu. Ne zaman ki seçim havasına girildi, “Cumhur İttifakı”nı oluşturan siyasi partiler ağırlıklı olarak beka konusunu işlemeye başladılar. Anlayamadığım bir husus da, bu konunun güneyimizdeki terör yapılanmalarına bağlanması.

Biz büyük bir devletiz ama galiba bunun farkında değiliz. Terör örgütleri bizim gibi köklü, geleneği olan devletler için vız gelir tırıs gider, öyle olmalıdır. Nitekim İçişleri Bakanlığımızın açıklamalarından anlaşıldığına göre “Dağlarda 700 terörist kalmış”tır. Binlercesini ortadan kaldıran devlet o yedi yüz soysuzu da haydi haydi Cehennem’e gönderecek kudrettedir. Yıllardan beri “Kandil, Hakurk, Zap, Avaşin’de terör yuvaları yerle bir edildi” gibi haberleri ve yetkili mercilerin açıklamalarını hemen her gün duyuyoruz. Bu açıklamaların bir çetelesi tutulmuş mudur bilmiyorum; eğer bu haberler doğru ise özellikle Irak’ın kuzeyinde teröristlerin hareket imkânı kalmamış olmalı. Öyle ya, herhalde bunların on binlerce sığınağı ve on binlerce mühimmat deposu yok!

O halde “beka” meselesini biraz da kendimizde aramak zorundayız. Her şeyden ve herkesten önce iktidar kimseyi karalamadan kendisini siygaya çekerek “Çözüm süreci” safsatasını niye yaptığını, Habur rezaletine nasıl izin verdiğini, Irak’tan gelen Barzani’nin peşmergelerini sınırımızdan içeri alıp bir de kebap ısmarladıktan sonra başka bir komşu ülkeye niye geçirdiklerini, şimdi de peşmergelerin sevk edildiği Kobani denen yerin başımıza dert olduğunu düşünmelidir. İktidar ayrıca, başta Diyarbakır olmak üzere şurada burada hendekler kazılmasına, tüneller açılmasına nasıl göz yumulduğunu ve onları temizlemek için 753 ya da 793 güvenlik görevlimizin şehit verildiğini, Oslo görüşmelerini, Dolmabahçe mutabakatını, Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında Apo’nun mesajının okunması konusunu, Şivan Perver gibi hainlerle Barzani’yi Diyarbakır’a davet edip PKK’lı bir terörist için yakılan “Megri megri” türküsünü halay çekerek dillendirmelerini, bu türküyü alkışlamalarını ve benzeri yanlışlarını bir bir sorgulamalıdır. Tabii ayrıca, FETÖ konusundaki yanlışlarını sayıp dökmeli, iş işten geçmiş olsa bile artık iyice kokmaya başlayıp vicdanlarda derin yaralar açan siyasi ayağı açık ve net olarak ortaya çıkararak kim olduğuna bakılmaksızın hesap vermeleri sağlanmalıdır.

Evet… Bütün bunlar beka konusudur ama müsebbip de iktidardır. Onun için iktidar öncelikle kendini cezalandırmalı idi. Bunu yapmadığına göre işi millete bırakmış oluyor demektir. Milletin tek gücü ise demokrasidir ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde yapılacak olan seçimlerdir.

Seçimler öncesinde “ihanet edilip” betona boğulan şehirlerin durumu, imar rezaletleri, 25 yıl boyunca en basitinden logar kapakları ile asfaltın sıfırlamasını bile bir türlü beceremeyen, plansız, programsız ve koordinesiz çalıştıkları için döktükleri güzelim asfaltı iki üç hafta sonra sökerek milletin milyonlarını çöpe atan, trafik karmaşasına çözüm bulamayan belediyeler konuşulmalı, çözüm yolları gösterilmeli, gerçekçi projeler ortaya konmalı idi. Olmadı ve olacağa da benzemiyor, dolayısı ile milletimize, devletimize yazık oluyor.

Bu, seçimlerden önceki son yazım… Seçimlerden sonra iktidarı, muhalefeti, devletimizin kurum ve kurulları ile millet olarak hepimizin ders almış olarak yeni ve güzel günlere bir başlangıç yapmamızı diliyorum. Bunu başaramazsak başta siyasileri olmak üzere gelecek nesillerin ahı hepimizi yakar kavurur.