Dün Millî Futbol Takımımız, hem maçtan önce hem de gol atınca Mehmetçiğe selâm gönderdi. Fransız rejisinin sansürü sebebiyle ikinci selâmı göremedik. Daha sonra fotoğrafı görünce, “Keşki bir selâm daha verseydiniz.” diye öyle bir esef ettim ki sormayın!

Açıkçası, Mehmetler canını ortaya koyarken, futbolmuş maçmış umûrumda değildi. Fakat maçtan evvel tribünlerin kırmızı-beyaza boyanmış hâlini ve Türk seyircilerin bozkurt selâmını görünce, “Al sana terör örgütü Fransa! Sen misin film çekip bayrağıma, selâmıma hakâret eden, 90 dakika eşşek gibi o bayrağı seyredersin. Tribünlerdeki bozkurt selâmından titrersin.“ diye sevindim.

Son yılarda bâzı Avrupa ülkelerinde bozkurt selâmı, faşizmin sembolü olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Bunun sebebinin, Kurtlar İmparatorluğu adında melun bir Fransız filmi olduğunu, daha evvel bu köşede yazdım. 13 yıl evvel ülkücüler, dönem dizilerinde kâtil, şapşal kabadayı olarak gösterilirken Fransız yapımı bu filmde ise terörist olarak tanıtılmıştı. Türk bayrağını ve ülkücüleri, terör ve insan kaçakçılığıyla bir tutan film, maalesef ülkemizde de gösterilmiş ve herhangi bir tepki verilmemişti. Bir el, aynı anda, hem içeride hem dışarıda fitneyi ateşlemişti.

Kısacası filmde, PKK’nın yaptığı işler, ülkücülere mâl edilmişti.

Ülkücülerin poşulu, şalvarlı teröristler olarak gösterilmesi, hattâ “Zamanın Kumları” filmindeki haşhâşîlere benzetilmesi bir yana, Fransa’ya göçen Türklerin hâli, içler acısıydı. Korkunç bir Türk mahallesi, fârelerle içiçe çalışan kaçak Türkler… Bütün bu mekânlarda gözümüze sokulan Türk bayrağı ve hilâl şeklindeki kolyeler…

Netice olarak Türk Bayrağı ve bozkurt işâreti, Avrupalıların zihninde terörün sembolü olarak kaldı.

Şimdi…

Kim terörist kim değil, tüm dünya gördü.

Al Bayrağın gölgesinde, sınır ötesinde terörist temizleyen Mehmedlere selâm duruldu.

Keşki millîlerimiz, bir de bozkurt selâmı verselerdi.

Esas gol, bu olacaktı.

……..

GECE YARISI EKSPRESİ’NİN TÜRKLERİ

Millî takımımız, maça çıkmadan evvel bu melun filmi seyretselerdi, adım kadar eminim, sonuç daha farklı olurdu.

Bu sene bir vesileyle karşılaştığım Ali Sâmi Alkış’a gençlik yıllarımda okuduğum bir yazısından bahsettim. “Ben bile unuttum. Nasıl hatırladınız?” diye şaşırdı. “Hiç unutmadım ki.” dedim.

Sizinle de paylaşayım. Unutmayın, unutturmayın!

Bir târihte genç basketbol millî takımınımız, İspanya’ya gidiyor. Maçtan önceki gece bizimkilerin odasının kapısına, “Gece yarısı Ekspresi’nin Türkleri” diye aşağılık bir yazı asılıyor.

Bizim antenör, yazıyı çekip alıyor. Maçtan evvel, “İşte bu adamlar, sizi böyle görüyorlar. Onlara kim olduğunuzu gösterin!” diye yazıyı, bizim gençlerin gözüne sokuyor.

Gençler, sahada fırtına gibi esiyorlar. İspanyol takımını ezip geçiyorlar. Maç bitince oturup hüngür hüngür ağlayan oyuncumuzun fotoğrafı hiç gözümün önünden gitmedi.

Milli maçlara, işte bu ruhla çıkmalıyız. Sporcularımız, nereye transfer olacağının hayâliyle değil, yaşayacakları ve yaşatacakları millî gururun hayâliyle oynamalılar.