Mari Gerekmezyan'ı bilir misiniz, hiç duydunuz mu kimdi? Büyük olasılıkla pek çoğunuz duymadı çok azınız anımsayabildi belki.

Ermeni asıllıydı, Türkiye’nin ilk heykeltraşıydı ve Güzel Sanatlar Akademisinde konuk öğrenciydi. Çok ama çok başarılıydı.

Ah bu ferman dinlemeyen gönül var ya! İşte ona yenik düştü ve bir asistana aşık oldu, delicesine sevdi onu. Asistan ünlü bir ressam ve şairdi. İşin garibi evliydi de. Delice sevdiler birbirlerini, delice.

Aşk bu! Ya yakar ya dillere düşürür. Dillere düştüler. Umursamadılar. Sevmeye devam dediler.

Sevgi bu ya! Sevdiği adamın büstünü yaptı özenle. Ünlü ressamda onun portrelerini çizdi aşkla. Aylarca aşk yaşadılar delicesine. Birbirlerine serenat yaptılar.

Mari’nin sade kaşı kara, gözü kara değildi. Bahtı da karaydı. Ermeni toplumu olmak üzere ailesi Mari’yi dışladılar. Dışlamakla da kalmadılar terk ettiler onu bahtıyla.

Günün basını, Ermeni olduğu için; Resim Heykel sergilerinde aldığı üst üste ödüllerde adını bile anmadılar.

Bütün bunlara karşın, sevgisini de sevgilisini de terk etmedi. Taki o “İnce” hastalığa VEREM”e yakalana kadar.

Yıl, İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI yılıydı 1947. Alman Hastanesi’ne yatırdılar. Durumu ağırdı, umutsuzdu. Antibiyotik gerekiyordu. Savaş yeni bitmiş, ülkede ilaç yoktu.

Aşk nelere kâdir. Ünlü ressam, aşkını kurtarmak uğruna tablolarını satar. Antibiyotik için her yolu dener. Felek gereğini yapar Mari 12 Ekim 1947’de yaşama veda eder.

Mari yoktur. Ünlü ressam ve şair Mari’nin aşkıyla yanıp kavrulmaktadır.

Aradan kocaman iki yıl geçer. 1949’un; tabiatın canlandığı bir İlkbahar günü, İstanbul Büyük Kulüp’te bir toplantı vardır. Kambersiz düğün olur mu?

Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan bir şiir okuması istenir.

Duygu yüklü Bedri, ayağa kalkar ve okumaya başlar, gözleri yaşlı, kalbi kırık, boğazında hıçkırıklar.

"Karadutum, çatal karam, çingenem...

Nar tanem, nur tanem, bir tanem...

Ağaç isem dalımsın salkım saçak...

Petek isem balımsın ağulum...

Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan...

Yoluna bir can koyduğum...

Gökte ararken yerde bulduğum...

Karadutum, çatal karam, çingenem...

Daha nem olacaktın bir tanem...

Gülen ayvam, ağlayan narımsın...

Kadınım, kısrağım, karımsın.

Sigara paketlerine resmini çizdiğim,

Körpe fidanlara adını yazdığım,

Karam, karam

Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam.

Sıla kokar, arzu tüter,

Ilgıt ılgıt buram buram.

Ben beyzade, kişizade,

Her türlü dertten top yekun azade...

Hani şu ekmeği elden suyu gölden.

Durup dururken yorulan

Kibrit çöpü gibi kırılan

Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan

Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan

Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum

Netmiş, neylemiş, nolmuşum

Cömert ırmaklar gibi gürül gürül

Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.

Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum

Karam, karam

Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam...

Sensiz bana canım dünya haram olsun."

++++++++++

Sevgili okurlarım! Bedri Rahmi'nin hemen yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyordu. Tepkisizdi. O’da biliyordu şiirin kendisine yazılmadığını: “Kara dutu, çatal karası” kendisi değildi. O’da biliyordu Mari olduğunu.

Mari öldükten sonra Bedri Rahmi'ye dünya haram olmuştu...

Öyle ki. Kalemi gibi kalbide her şeyde Mari diyordu Mari! Yıkılmışlığını şiirlere döküyordu.

"Türküler bitti,/ Halaylar durdu../ Hüzün geldi başköşeye kuruldu./Yoruldu yüreğim yoruldu.”

Bedri Rahmi Eyüpoğlu 1975 yılında öldü. Yüreğinde ölmeyen “Çebişim” dediği Mari idi. Çebişi bilirsiniz değil mi? Keçinin yaramaz, hoplayan, zıplayan sevimli yavrusu oğlak.

Merak etmeyin. Bu sevgiye saygı duyan Eren Hanım, Bedri Rahmi’yi terk etmemiş ve ölene kadar beraberlikleri devam etmiştir. O’da Türk kadınının eşine sadakatını göstermiştir

Bu yazı da böyle olsun, anılarına.

Esen kalınız.

Eğitimci-Yazar