Evet, yanlış okumadınız, buralarda söylenenlerin ve millet üzerinde algı oluşturma gayretlerinin aksine ALMANYA BİZİ KISKANMIYOR.

Kıskanmasını gerektiren hiçbir şeyin olmadığına da emin olabilirsiniz. Bizzat gidip gördüm, inceledim, soruşturdum. Daha önce de zaten üç defa gitmiştim ama o sıralarda “Almanya bizi kıskanıyor” balonu üfürülmemişti. Bu son gidişimde o konuyu da araştırdım, önceki gözlemlerimle bu son incelemelerimi harmanladıktan sonra Almanya’ya, Almanlara kıskançlık duyarak geri döndüm.

Önce bir merakı gidereyim ki Almanya’da “Raflar boş” falan  değil; aksine tıka basa DOLU. Gıda fiyatlarını sordum; bizde giderek artan fiyatların aksine son günlerde Almanya’da düştüğünü, birkaç hafta öncesinin etiket fiyatlarının gerilediğini söylediler.

Ülkenin her tarafı kaymak gibi kayıp giden otobanlarla dolu. Bizi misafir eden dostlarımızın araçları ile şehirden şehire uçarcasına gidiyoruz ve hiç para ödemiyorlar. Otobanlar üstünde, yerleşim yerlerinin giriş ve çıkışlarında bilet gişeleri, HGS, OGS ve benzer sistemleri yok. “Siz para ödemiyor musunuz” diye sorunca şaşkınlıkla dönüp bana soruyorlar: “Ne parası?”

“Otoban parası, geçiş ücreti” diyorum, açıklıyorlar: “Ulaşım kolaylığı ve rahatlığı insanların en tabii hakkıdır ve devlet bunu sağlamak zorundadır. Almanya Devleti ve bu devleti yöneten iktidarlar en güzel yolları yaparlar ve gelip geçenlerden bir kuruş, bir sent bile almazlar. Ama Türkiye’ye gittiğimizde otoyollar ve köprülerden geçerken habire para ödüyoruz, o da bizim garibimize gidiyor!” (Biz burada yalnızca geçtiğimiz yollara değil geçmediklerimize de para ödüyoruz!)

Özellikle yakınlarında yerleşim yerleri olan bölümlerde otobanların kenarında üç – dört metre yüksekliğinde duvar gibi çekilmiş yükseltiler vardı. Dikkatimi çekince sordum: “Bu duvarlar ne için?”

Cevap: “Onlar ses/gürültü engelleyici yapılar. Buralar işlek yollar olduğu için araç gürültülerinin çevreye yayılmaması için!”

Şu işe bakar mısınız? Alman Devleti hem en güzel, en pahalı yolları yapıyor hem de gürültü kirliliği oluşmasın diye o yolların çevresini yalıtıyor!

Bir yolda şerit arttırma ve düzenleme çalışması yapılıyordu. Malzeme üstüne malzeme dökülüyor, sıklaştırılıyor, dolgu yapılıyor, emek veriliyordu. Öyle şehirler arası bir yol da değil. Arkadaşlar merak ettiğimi anlayınca açıklama yaptılar. “Hiç acele etmezler. Burada, Türkiye’deki gibi ‘Bilmem kaç sene içinde kaç yüz ya da kaç bin kilometre yol yaptık’ diye övünen bir siyasetçi olmaz, olamaz. Bu malzemeler iyice oturtulur, sıkılaştırılır, kaymalar olmaması için yan destekleri gereğince yapılır ve asfalta hazır hale getirilir. Onun içindir ki yağmurda çamurda kayma, çökme olmaz. Önemli olan kısa zamanda çok uzun yollar yapmak değil, olması gereken zamanda en sağlam, en kullanışlı yolları yapıp hizmete açmaktır.”

Yollarda dikkatimi çeken bir şey daha oldu; bizdeki gibi hız kesici kasisler yoktu. Hani bizim şehir içi yollarda nerede ise elli – yüz metrede bir oluşturulan ve belli bir standarda da uyulmayan hız kesici kasisler ya da bariyerler var ya! Almanya’da 5 – 6 gün gezdik, araçla ya da yürüyerek dolaştık ama hiç rastlamadık. Sorunca dediler ki “Yollara öyle engeller koymak ilkelliktir. Medeni bir ülkede olmamalıdır.”

- Peki şehir içinde hız yapılması nasıl önleniyor, kazaların önüne nasıl geçiliyor?

- Dikkat edersen önümüzde hiçbir engel olmamasına rağmen bazı yerlerde yavaşlıyor, sonra da belli bir hıza çıkıyoruz. Neden?

- Sahi neden?

- Sağ taraftaki tabelaya bak, ne yazıyor?

- Otuz!

- İşte Almanya’da araç sürücülerine talimat veren bu tabelalardır. Yerleşim yerinin özelliğine, yapılaşmasına, nüfus yoğunluğuna, çevre düzenine göre hız sınırları belirlenip bu tabelalarla gösterilmiştir. Buna herkes uymak zorundadır. Uymayan hiç affedilmez ve cezalandırılır! Yerleşmiş bir otokontrol sistemi vardır.

“Eğitim şart” dedikleri bu olsa gerek. Tabii, yalnızca eğitim değil; görgü, ahlak, dürüstlük, başkalarına saygı, kul hakkı yemekten kaçınmak…

Almanya, ulaşım konusunda nehirlerden ve uygun yerlere yönlendirilen su kanallarından da büyük ölçüde yararlanıyor. Yol kenarlarında ve özellikle nehirlerle kanalların geçtiği yerlerde uygun yerlere “Yağmur suyu toplama havuzları/depoları” yaptıklarını da gördüm. Meğer adamlar yağmur suyunu depolayıp suların azaldığı dönemlerde kanallara veriyorlarmış ki sular üzerinden yaptıkları ulaşım/nakliye durmasın, sanayi çalışsın!

Ya bizim yağmur suları ne oluyor, nereye gidiyor? (Bu arada ben yılda 30 -35 ton yağmur suyu biriktirip bahçemi suluyorum, İmkânı olan herkese tavsiye ederim.)

Şehir merkezlerine giriyoruz; genelde iki, üç, bilemediniz dört katlı evler. Çoğunun da bahçesi, yeşil alanı var. Bizdeki gibi heyula gökdelenler, kuleler görmek çok zor. Türkiye’nin nüfusu ile Almanya’nın nüfusu aşağı yukarı aynı. Yüzölçümümüz ise nerede ise Almanya’nın iki katı. Öyle de yerleşim yerlerini nasıl düzenlemişler de koca koca binalar yapmadan o kadar nüfusu barındırabiliyorlar?  Hem de yerleşim yerlerinin çoğunda alabildiğine geniş, ucu bucağı görünmeyen yeşil alanlar var. Bizde “Millet Bahçesi” diye yapmacık alanlar oluşturuluyor ya, asıl Millet Bahçesi nasıl oluyor gidip oralarda görsünler. Yürüyüş yap, çimlerde yatıp yuvarlan, bisiklete bin, uçurtma uçur, ye – iç, gül – eğlen…

Arkadaşlara soruyorum: “Bu beldenin belediye Başkanı yok mu?”

- Var!

- Bu ülkenin Başbakanı yok mu?

- Var!

- Ya Cumhurbaşkanı

- Olmaz olur mu? Var tabii. Niye soruyorsun ki?

- Hepsi var da sağda solda, yol kenarlarında, köprü korkuluklarında niye resimleri yok?

- Niye olsun ki? Çok saçmalık! Onlar işlerini yaparlar ve yaptıkları işi herkes görür. Artistler gibi resim çektirip sağa sola astıracak kadar görgüsüz değillerdir. Yapsalar bile halktan tepki görürler.

- Anladım… Keşke Türkiye’deki Belediye Başkanları, öteki siyasetçiler ve onlara oy veren halk da bu anlayışta olsa!

Arkadaşları yoruyordum ama şu konuyu da sormadan edemedim:

- Kaç gündür buradayım. Tamam, sağda solda hiçbir siyasetçinin, Belediye Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı her ne ise; hiçbirinin fotoğrafını görmedik de bu adamlar televizyonlara da mı çıkmazlar?

- Niye çıksınlar ki?

- Ne bileyim; bir toplantıda konuşmuşlardır, gençlerle, kadınlarla görüşmüşlerdir, yabancı bir devlet adamını karşılamışlardır… Öyle durumlarda televizyonlar yayınlarını kesip bağlanmazlar mı?

- Allah Allah! Hiç öyle şey olur mu? Biz Alman Başbakanı ya da Cumhurbaşkanı’nı televizyonlarda ayda bir defa ya görürüz ya görmeyiz.

- Hayret! Peki; bunca otoyol yapılmış, güzel güzel geçitler, kavşaklar, tesisler var. Onlar büyük konvoylar oluşturarak, otobüslerle, trenlerle, hatta uçaklarla adam taşıyarak bu açılışlara da mı katılmazlar? Açılış için öyle cafcaflı ve masraflı törenler de mi yapılmaz?

- Yapılmaz!  Bırakın Cumhurbaşkanı ile Şansölye Başbakan’ı, çoğu zaman ilgili Bakan bile açılışlara katılmaz. Burada itibar şatafatlı binalarla, gösterişli törenlerle değil verilen hizmetlerle sağlanır. Önemli olan işlerin israfa kaçılmadan en mükemmel olarak yapılmasıdır. Devlet televizyonu da dahil hiçbir televizyon kanalı zırt pırt yayınını kesip o faaliyetleri yayınlamaz. Haber değeri varsa birkaç cümle ile verilip geçilir, o kadar.

Kafama takılan bir konu daha vardı; temizlik! Çünkü yollarda, evlerin çevresinde rasgele atılmış çöpler, poşetler yoktu. Her evin en yakın yerine, yol kenarlarına atık maddelerin cinsine göre uygun büyüklükte dört beş tane atık kabı konulmuştu ve küçücük çocuklardan en yaşlılara kadar herkes ne yapacağını, hangi çöpü hangi kaba atacağını biliyor, kesinlikle ihmal etmiyordu.

Daha ne söyleyeyim ne yazayım bilmiyorum. Millet ve devlet olarak Almanlardan alacağımız o kadar ders var ki! O dersi almak bizim nesle nasip olmaz. Çocuklarımıza da olacağını sanmıyorum. Torunlarımız için ise ya nasip diyebiliyorum. Çünkü ya geleceğin siyasi zihniyeti değişecek ya da torunlarımız o zihniyeti değiştirecek; başka yolu yok.

Doğrusu bu durumda ben Almanları ve Almanya’yı gerçekten kıskanıyorum. Gördüğünüz gibi kıskanmak için pek çok sebebim var. Ya sizin?