SİYONİST İSRAİL’İN DÜRZİ STRATEJİSİ

SİYONİST İSRAİL’İN DÜRZİ STRATEJİSİ
Hakkı Öznur, Dürziler, İsrail ilişkileri ve Davud Koridoru projesini ele aldığı çarpıcı bir makale yayımladı; Siyonist bağlantılara dikkat çekti.

HAKKI ÖZNUR: İSRAİL DÜRZİLER VE KÜRTLERİ KULLANARAK DAVUD KORİDORUNU AÇMAYA ÇALIŞIYOR

Türkiye’nin en önemli araştırmacı yazarlarından biri olan, alanında otorite olarak kabul edilen, “Ortadoğu’nun Cahşları” adlı çok önemli başucu kaynak kitabın yazarı Ülkücü fikir ve siyaset adamı Hakkı Öznur; Dürziler, Dürzi inancı, Dürzi Canpolat ailesini, İsrail Dürzi ilişkilerini, Siyonist İsrail’in Davud Koridoru projesini, İsrail’in sadık hizmetkârlarını ve Hikmet Hicri gibi Siyonist uşaklarını ele alan geniş kapsamlı bir makale yayınlamıştır.

Öznur makalesinde, “Terör rejimi İsrail, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda YPG, güneyinde Dürzî şeyhi El Hicri aracılığıyla Dürzileri kışkırtarak iç isyan çıkarma ve Suriye’yi parçalama peşindedir. Süveyda’daki çatışmalar, yalnızca yerel bir iç çatışma değil, aynı zamanda İsrail’in Suriye’deki nüfuz mücadelesinin bir yansıması. İsrail'in gaz vermesiyle ayaklanan Dürziler, Süveyda Havalimanı'nı işgal ederken Suriye bayrağını indirdi. İsrail, Dürziler üzerinden hem Golan’daki varlığını pekiştiriyor hem de Suriye rejiminin güneydeki kontrolünü zayıflatıyor. İsrail, Dürzileri sadece stratejik bir müttefik olarak değil, aynı zamanda psikolojik bir propaganda aracı olarak kullanmaktadır. Bölgede İsrail’e bağlı kukla bir 'Cebel el Dürzi” rejim peşindedir. Siyonist rejim SDG/YPG ve Dürzileri maşa olarak kullanarak Davud Koridorunu açmaya çalışmaktadır. Davut Koridoru: İsrail'in Doğu Akdeniz'i yeniden şekillendirmeye yönelik örtülü projesi” diyor.

Öznur açıklamasında, “1897'deki Siyonist Kongre'den bu yana şekillenen “Büyük İsrail” projesi, bugün Davud Koridoru adı altında sahaya indiriliyor. İşgalci İsrail’in Golan’dan Deyrizor’a kadar uzanan bir koridor kurma projesi, sadece askeri değil, aynı zamanda mezhepsel ve etnik fay hatlarını derinleştirmeyi hedefliyor. Türkiye, Yahudilerin Davut Koridoruna asla müsaade etmez ve geçit vermez! Devletimiz bu Yahudi oyununa sessiz kalmaz!” demiştir.

Hakkı Öznur’un çok önemli makalesinin tam metni:

İSRAİL DÜRZİLER ÜZERİNDEN SURİYE’Yİ VURMAYA DEVAM EDİYOR

Korsan devlet, terörist İsrail, bölgedeki Dürzi toplumu ile yakın ilişkiler kurarak, güvenlik politikalarını bu topluluk üzerinden şekillendiriyor. Suriye, Lübnan ve İsrail gibi ülkelerde yaşayan özgün bir etnik olan Dürziler Suriye- İsrail çatışmasının ardından gündeme geldi. Tarih boyunca stratejik önem taşıyan Dürzi topluluğu Suriye'de Dürziler ve Bedeviler arasında başlayan çatışmalarla dünya gündeminin odağına taşıdı.

Dürziler, dünya genelinde son yüzyılların en çok kan akan bölgelerinin başında gelen bir coğrafyanın göbeğindeki azınlık bir grup olarak temsiliyetlerini sürdürüyor.

Küçük çaplı protesto ve çatışmalar dışında Suriye devrim sürecinin dışında kalan Dürziler, son dönemde İsrail ile olan ilişkileriyle anılıyor. Dürzilerin bir kısmı yeni Suriye yönetiminden yana tavır alırken, bir kısmı ise İsrail ile olan ilişkilere ağırlık vermiş durumda. Özellikle son dönemde İsrail, "Suriye'deki Dürzileri koruma" adı altında bölgeye yönelik saldırılar düzenliyor ve Suriye'deki yeni yönetimi tehdit ediyor.

Suriye'deki siyasi düzende Dürziler tarihsel olarak kırılgan bir konumda yer alıyor. Yaklaşık 14 yıldır süren Suriye iç savaşında Dürziler güneyde kendi "milis güçlerini" oluşturdular. Suriye'de iç savaş boyunca zaman zaman bölgedeki Bedevi aşiretlerle Dürziler arasında şiddet olayları yaşandı.

29 Nisan'da da Şam kırsalında Sünni silahlı gruplar ve Dürzi gruplar arasında çatışma çıkmıştı. O dönem de çatışmalar önce Şam kırsalında farklı mahallelere, ardından Süveyda'ya sıçradı. Olayların Süveyda'ya sıçraması sonrası Şam yönetimi bölgeye ordu birlikleri gönderdi. O dönem de bölgeye asker gönderilir gönderilmez İsrail, Suriye'deki yeni hükümete yönelik iki hava saldırısı düzenledi.

Ardından İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, "Şam'ın güneyine güç konuşlandırılmasına ya da Dürzi topluluğa yönelik herhangi bir tehdide izin vermeyeceğiz" dedi.

Son olaylar da, Bedeviler ve Dürzilerin yaşadığı mahallelerde başladı ve 13 Temmuz 2025 günü Süveyda genelinde çatışmalar yaşandı.

15 Temmuz'da hükümete bağlı birlikler Dürzi mahallelere girdi. Bölgeye sevk edilen Suriye güvenlik güçlerine, Dürzi grupların saldırılarında onlarca Suriye askeri öldü.

Güvenlik güçleri ile yerel silahlı Dürzi gruplar arasındaki çatışmaların büyümesinin ardından taraflar arasında ateşkes sağlandı. Ateşkes kısa sürede bozulurken İsrail ordusu, Suriye güvenlik güçlerini hedef alan saldırılar düzenledi. İsrail içindeki Dürziler de İsrail devletine, Suriye'deki akrabalarını koruması çağrısı yaptı, bu sebeple İsrail Şam'ı bombaladı.

İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, 16 Temmuz'da İsrail'in Şam'a yönelik saldırılarından kısa süre sonra sosyal medyada şu açıklamayı yaptı:
"Şam’daki uyarılar sona erdi, şimdi acı darbeler gelecek."

Suriye TV’nin başkent Şam'daki Savunma Bakanlığı binasının karşısındaki stüdyosundan yaptığı canlı yayın sırasında, binanın vurulması ve sunucunun yayını terk ederek kaçması ekranlara yansırken ise işte "acı darbeler geliyor" paylaşımı yaptı.

İsrail hava kuvvetleri, 16 Temmuz'da Suriye Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi, Genelkurmay Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı'nı vurdu. Süveyda'da aynı gün hükümet ile yerel gruplar arasında ateşkes yeniden sağlanırken, İsrail savaş uçakları Şam ve Dera'ya saldırılar düzenledi.

Şam yönetiminin bölgeye asker, silah ve zırhlı birlikleri göndermesi sonrası İsrail, Süveyda etrafındaki Suriye ordu birliklerini bombaladı. Bu, Dürzilerle Suriye'deki yeni yönetime bağlı birliklerin arasındaki ilk çatışma değil. İsrail de ilk kez müdahil olmuyor.

İsrail’in Süveyda, Dera ve Kuneytra’daki bombardımanları, yalnızca yerel çatışmalara bir tepki olarak değil, aynı zamanda bölgesel hegemonya arayışından başka bir şey değil. İsrail, bu bölgeleri “stratejik derinlik” olarak tanımlayarak, iç cephe güvenliğini sağlama ve tampon bölgeyi genişletme niyetini açıkça ortaya koyarken Süveyda ve çevresindeki askeri hedeflere yönelik insansız hava aracı saldırıları, İsrail’in Suriye’nin güneyini kendi güvenlik politikalarının bir uzantısı olarak gördüğünü göstermekte.

İsrail’in bu hamleleri, uzun vadeli bir stratejiye işaret ediyor: Süveyda’da bir Dürzi devletinin temellerini oluşturamasa bile en azından sadece Dürzilerin değil, bütün azınlıkların hamisi konumuna kendisini getirmek.

hakki1.png

İSRAİL –DÜRZİ İLİŞKİSİ

Terörist İsrail ordusu, önce Süveyda'da bulunan Dürzi mahallelere konuşlanan Suriye ordusu askerlerini; sonra Dürzileri koruma gerekçesiyle doğrudan başkent Şam'ı hedef aldı. Peki İsrail neden Suriye'deki Dürzileri korumak için komşusunu vuruyor? Dürzilerin İsrail için önemi nedir?

Filistin'deki İngiliz işgali döneminde Siyonistler çeteler kurup Müslüman Araplara karşı savaşırken Dürziler de onları destekledi. 1948 yılında İsrail bağımsızlığını ilan ettiğinde ve Arap devletleriyle savaş patlak verdiğinde Dürziler İsrail'in yanında savaştı. Eski İsrail Cumhurbaşkanı Chaim Herzog bu ilişkiyi "Dürziler ve İsrail'deki Yahudiler arasında uzun süredir devam eden bir dostluk vardır. Bağımsızlık savaşımızda, birçok Dürzi, Arap işgalini püskürtmek için Yahudilerle omuz omuza savaşmıştır." ifadeleriyle anlatmaktadır.

İsrail’in Dürzilerle kurduğu ilişki, Ortadoğu siyasetinde azınlık politikalarının en sofistike örneklerinden birini temsil eder. 1948’de İsrail vatandaşı statüsüne alınan Dürziler, Arap toplulukları içinde bir istisna olarak devletin askeri ve bürokratik mekanizmalarına entegre edilmiş, “sadık azınlık” paradigmasının neredeyse laboratuvar düzeyinde incelenebilir bir modeli hâline gelmiştir. Bu durum, Dürzileri bir dini-etnik cemaat kimliğinden çıkararak, İsrail’in bölgesel güvenlik stratejisinin içsel bir unsuru hâline getirmiştir; yani Dürziler, İsrail açısından artık bir topluluk değil, bir stratejik aygıttır.

İsrail’de yaşayan Dürzilerin çoğu kendilerini Suriyeli olarak tanımlıyor ve 1967'de İsrail'in bölgeyi işgalinden bu yana İsrail vatandaşlığı teklifini reddediyorlar. Bu kişilere İsrail'de oturma izni verilmiş olsa da İsrail vatandaşı olarak kabul edilmiyorlar.

İsrail'deki Dürziler, 1974 yılındaki Hıttin Hibesi gibi, tarihlerinde çok önemli sayılan bazı olaylara tanık oldu. Bu olaylar arasında Dürzilerin Şuayb Peygamber'in türbesini ziyareti, Dürzilerin zorunlu askerliği, içinde bulundukları hayat şartlarını protestosu, Dürzi topluluğunun İsrail'e entegrasyon sürecinin güçlendirilmesine katkıda bulunan parlamento ve kamu soruşturma komitelerinin oluşturulması yer aldı. Ancak, Dürzi gençler arasında ulusal kimliklerinin yeniden inşası ve çeşitli sloganlarla zorunlu askerlik hizmetini reddetmelerini sağlamayı amaçlayan ordu karşıtı hareketler kuran bazı kadrolar, zorunlu askerlik meselesini tartışmaya halen devam ediyor. Söz konusu hareketler, aynı zamanda İsrail'deki Arap partilerine ve hareketlerine, İsrail'in ayrılıkçı politikasını reddetmeleri ve bu konuda Dürzilerle açıktan diyaloga girmeleri çağrısında bulunuyor.

İsrail’in, kendi topraklarındaki Dürzîlerle ilişkilerini iyi tutarak, çevre ülkelerdeki Dürzî nüfusun sempatisini toplama arzusu ve Dürzîlerin İsrail’e oldukça bağlı olması Dürzî topluluğun, İsrail ordusu içinde Dürzî askerlerden oluşan özel bir birliğe sahip olması, kendi kimliklerinin ve dinlerinin ayrı bir statü olarak kabul edilmesi gibi imtiyazlar elde etmesine neden olmuştur. Öte yandan Yahudi yöneticiler Dürzîleri İsrail devletine adapte etme adına, Dürzîlere özel dinî mahkemeler açmak, onlara özel eğitim müfredatı hazırlamak ve çeşitli dinî bayramlar düzenlemek gibi birçok yeniliğe imza atmıştır.

İSRAİL’DE 150 BİN DÜRZİ YAŞIYOR

İsrail'de yaklaşık 150 bin Dürzi var. Dürzi Arap vatandaşları, Karmel ve Celile bölgelerindeki 18 kasabada yaşıyor. İsrail'in Hayfa bölgesi ve Kuzey bölgesinde yaşayan bu Dürziler büyük ölçüde İsrail kimliği ile özdeşleşmiş durumdalar ve İsrail ordusunda zorunlu askerlik yapıyorlar. Kendileriyle Yahudiler arasında bir tür "kan ahdi" olduğunu ifade ediyorlar. Bu kapsamda birçok Dürzi geçmişten bugüne İsrail ordusu için savaştı.

İsrail yönetimi ve bu topraklarda yaşayan Dürzîlerin arasındaki iyi ilişki, Suriye ve Lübnan gibi bölgelerde yaşayan Dürzîlere de yansımıştır. İsrail, kendi toprakları dışında yaşayan Dürzîlerle iyi ilişkiler geliştirmiş, onlarla Yahudilere saldırmamaya dair anlaşmalar imzalamıştır. İsrail devleti tesis edilen bu iyi ilişkiyi zaman zaman Suriye ve Lübnan’ın iç işlerine karışmak için de kullanmıştır. İsrail'de yaşayan Dürzîlerin büyük bir çoğunluğu Golan Tepeleri'nde yaşamaktadır.

İsrail'de Dürziler siyaset ve ordu içerisinde bazı önemli kademeleri ellerinde bulunduruyor. Dürziler, Müslüman ve Hıristiyan Arapların aksine, İsrail'de zorunlu askerlik yapmaya mecbur tutuluyorlar ve bu durum Dürziler tarafından bir ayrıcalık olarak görülüyor. Dürzilerin yaklaşık yüzde 80’i İsrail ordusu saflarına katıldı. Bu oran, askerlik hizmeti yapan Yahudilerin oranının çok üzerinde.

Dürzi gençler arasında ulusal kimliklerinin yeniden inşası ve çeşitli sloganlarla zorunlu askerlik hizmetini reddetmelerini sağlamayı amaçlayan ordu karşıtı hareketler kuran bazı kadrolar, zorunlu askerlik meselesini tartışmaya devam ediyor.

Tüm bunlara karşın Dürziler İsrail tarafından gerekli ilgiyi görmemekten ve "ikinci sınıf vatandaş" olmaktan şikâyetçi. Dürziler özellikle 2018'de İsrail'i resmen bir "Yahudi devleti" ilan eden ulus devlet yasasını en şiddetli eleştirenler arasındaydı.

İsrail'i "Yahudi halkının ulus devleti" olarak tanımlayan yasaya tepki göstermek için Tel Aviv'de on binlerce Dürzi toplanmış ve bu yasanın kendilerini ikinci sınıf vatandaş statüsüne düşürdüğünü savunmuştu.

İsrail hükümeti, 18 Kasım 2024 de Dürzi Arap topluluğu için temel bir yasa çıkarmayı (İsrail'in bir anayasası olmadığı için temel yasaların özel bir statüsü vardır) planladığını ve böylece Vatandaşlık Yasası’nı iptal etmeden Dürzi Araplara özel bir statü vermeyi amaçladığını açıkladı. Bunun üzerine Yahudi olmayanlar için de eşitliğin sağlanması dâhil olmak üzere yasada değişiklik yapılmasını talep eden başka sesler de yükseldi.

Bu seslerle birlikte Dürziler arasında söz konusu yasanın kaldırılmasının talep edilmesi ya da Dürzilerin Yahudilerle eşit haklara sahip olması için alternatifler bulunması gerektiği konusunda tartışma da devam etti. Dürzilerin ruhani ve siyasi liderleri, İsrailli yetkililere bireysel ve heyet halinde mesajlar gönderdi. Dürzilere eşitlik verilmesi konusunu kamuoyunda gündeme getirme çabaları arttı. İsrail’deki Dürzilerin önde gelen isimlerinden biri olan eski Knesset üyesi Akram Hassoun, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya bir mektup gönderdi.Mektupta şunlar yazıyordu:

“Bu zorlu savaş günlerinde Dürzi topluluğunun Vatandaşlık Yasası’nın yürürlükten kaldırılmasını ya da Dürzi topluluğunun statüsüne ilişkin yeni bir yasanın çıkarılmasını talep etmek zorunda kalmasından derin üzüntü duyulmaktadır. Dürziler, İsrail'in kuruluşunun üzerinden geçen 75 yılın ardından halen üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.”

İsrail'deki Dürzi topluluğu içinde kimlik sorunları yaşandığı görülmektedir. Bazı Dürzi aktivistler, "Dürziler, Arap'tır ve Filistinlidir. İsrail kimliği diye bir şey yoktur. Ya Yahudi’sindir ya da Filistinlisindir.” görüşünü savunmaktadır. Ancak İsrail'deki Dürzi siyasetçiler ise "Biz Filistinli değiliz. Biz İsrail'in bir parçasıyız. İsrail devletinin Yahudi devleti olduğunu kabul etmekteyiz ama eşitliği ortadan kaldıran bu yasaya da karşıyız." görüşündedir.

İsrail’deki Dürziler için keskin bir değişim beklentisine girmek için bir sebep ise görünmüyor. Golan Tepeleri’nde etki alanını arttıran İsrail’in kısa dönemde geri adım atmayacağı düşünülerse Golanlı Dürzilerin fiili durumundaki ironik durum devam edecek. İsrail’in oradaki hedefi de fiili toprak ilhakını sürdürüp Golan’daki Dürzileri vatandaşlık için ikna ederek mevcut durumu perçinlemek yönünde olacaktır.

Siyonistlerin 1967'den bu yana işgal altındaki Golan'ın Arap ve Suriyeli kimliğini değiştirme çabası sürüyor ve rejim bu proje kapsamında yaklaşık 42 bin civarında olan Golan sakinlerini Suriyeli kimliklerinden koparmaya çalışıyor. İsrail’in Golan Tepelerinde kalabilmesinin iki temel nedeni bulunmaktadır. Birinci neden bölgenin düşük nüfus yoğunluğudur. İkinci neden ise İsrail’in Dürzilerle kurduğu angajmandır.

1956 yılında, İsrail'de yaşayan Dürziler için zorunlu askerlik yasası çıkarıldı. Bu yasa, İsrail'de Yahudiler dışında hiçbir Arap topluma uygulanmazken, Dürziler için bir “sadakat testi” ve aynı zamanda “entegrasyon aracı” olarak devreye sokuldu.

Bu durum, Dürzi toplumu içerisinde ikiye bölünmeye yol açtı. Bir kısmı İsrail’e entegre olmayı ulusal bir çıkar olarak görürken, diğer kısmı bu iş birliğini “gizli bir asimilasyon süreci” olarak yorumladı. Ancak ne olursa olsun İsrail, Dürzilerle kurduğu bu özel ilişkiyi hem iç politikada hem de dış müdahalelerde bir koz olarak kullanmayı sürdürdü.

Katil İsrail ordusu bünyesinde kurulan “Herev Taburu” (Kılıç Taburu), yalnızca Dürzi askerlerden oluşuyordu. Uzun yıllar boyunca bu birlik, İsrail’in Lübnan, Golan ve Gazze saldırılarında aktif görev aldı. 2015’te resmi olarak dağıtılmış olsa da Dürzi askerlerin ordu içerisindeki etkisi azalmadı.

ESAD REJİMİNİN YIKILMASINDAN SONRA İSRAİL SURİYE’YE YÖNELİK SALDIRILARDA BULUNDU

Suriye'de 27 Kasım'da şiddetlenen çatışmaların ardından 8 Aralık 2024 günü 61 yılık Baas iktidarının çökmesiyle eş zamanlı, İsrail ordusunun Suriye'ye saldırıları arttı. Rejim ordusundan kalan askeri altyapı ve imkânları imha etmeye başlayan İsrail ordusu, Suriye toprağı olan Golan Tepeleri'ndeki işgalini genişletti.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, 28 Ocak' 2025’te yaptığı açıklamada, uluslararası hukuka göre Suriye toprağı Golan Tepeleri'ndeki işgalini genişlettiği Hermon Dağı'nda "kalıcı" olacaklarını ileri sürdü Katz, İsrail'in Suriye'nin güneyindeki "dost halklarla" temas kuracağını vurgulayarak, "Özellikle İsrail'deki Dürzi kardeşlerimizle tarihi ve yakın aile bağları olan büyük Dürzi topluluklara odaklanacağız" ifadesini kullandı.

Şam'a bağlı Ceramana Mahallesi'nde 28 Şubat'ta yerel Dürzi gruplarla Suriye yönetimine bağlı ordu arasında çatışmalar yaşandı. İsrail Başbakanı Netanyahu, bu olayların üzerine 1 Mart'ta yaptığı açıklamada, askerlere Şam'ın güneyinde Dürzilerin yoğunlukta yaşadığı Caramana bölgesini Suriye ordusuna karşı koruma talimatı verdi.

Açıklamada, "Suriye'deki rejim Dürzilere zarar verirse biz de zarar veririz. Yerleşim, şu anda rejim güçleri tarafından saldırı altında ve biz İsrail'deki Dürzi kardeşlerimize Suriye'deki kardeşlerine zarar gelmesini önlemek için her şeyi yapma konusunda kararlıyız" ifadelerine yer verildi.

İsrail hükümeti, 9 Mart'ta uluslararası hukuka göre Suriye toprağı olan Golan Tepeleri'ndeki Dürzi ve Çerkez topluluklarına 1 milyar doların üzerinde 5 yıllık yatırım paketi açıkladı.

HİKMET SELMAN EL- HİCRİ LİDERLİĞİNDEKİ DÜRZİLER İSRAİL’İN MAŞASIDIRLAR

Başbakan Benyamin Netanyahu, onaylanan yatırım paketine ilişkin, "Dürzi toplumundaki kardeşlerimize karşı derin bir bağlılığımız var. Bu bağlılık, aynı zamanda bölgedeki, özellikle de Suriye'deki Dürzileri de kapsamaktadır." açıklamasında bulundu. İsrail yönetimiyle "uyumlu ve eş zamanlı" açıklamalar yapan Hicri, Tel Aviv yönetiminin desteğine karşılık olarak 14 Mart 2025’te yaptığı değerlendirmede, Şam yönetimini "aşırıcı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranan bir yapı" olarak tanımladı.

Nisan’da ise sosyal medyada yayılan ses kaydında Dürzi topluluğun yoğun yaşadığı Süveyda ilinden olduğunu belirten kişinin Hz. Muhammed'e hakarette bulunması yoğun tepkilere yol açtı. Ceramane Mahallesi'nde Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçleri ile Dürzi toplumuna bağlı silahlı gruplar arasında ses kaydının yayılmasının ardından çatışmalar çıktı. İşgal altında bulunan Golan Tepeleri'ndeki Dürziler, İsrail'i Suriye'ye müdahaleye çağıran gösteriler düzenledi.

Dürzi toplumunu Şam yönetimine karşı kışkırtan İsrail, 30 Nisan'da Dürzileri koruma bahanesiyle Suriye'ye saldırılar düzenledi. Suriye'nin başkenti Şam'ın güneyinde silahlı Dürzi grupların Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçlerine karşı saldırılarıyla başlayan çatışmalarda yaralanan 5 Dürzi'nin, tedavi için İsrail'e getirildiği belirtildi.

Suriye yönetimi, Ceramane Mahallesi'nde bazı Dürzi silahlı grupların başlattığı ve Sahnaya semtine yayılan çatışma sonrası bölgede 1 Mayıs'ta kontrolü sağladığını bildirdi.

Bunun üzerine 2 Mayıs'ta İsrail ordusu, Şam'daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarında bir hedefi vurdu. Hecri, bu olayların üzerine Washington Post'a yaptığı açıklamada, "krizde" olduklarını belirterek, "Uluslararası müdahale çağrısında bulunuyoruz." dedi. Dürzi lider Hicri, İsrail'in "düşman olmadığını" vurguladı.

The Jerusalem Post, 3 Mayıs'ta yaptığı haberde, EL-Hicri'yi "Şam yönetimi karşıtı" şeklinde niteleyerek Dürzilere karşı "haksız bir soykırım" yaşanabileceğinden endişe ettiğini işledi.

DÜRZİLER POLİTİK OLARAK ÜÇE AYRILMIŞ BİR TOPLUM

Dürzi toplumu, Esad rejiminin devrilmesinin ardından yeni kurulan geçiş yönetimiyle birlikte Suriye’deki geleceğini yeniden şekillendirme sürecine girmiştir. Ahmed el Şara’nın liderliğinde kurulan ve geçici olarak ülke idaresini üstlenen emanetçi hükümetin göreve başlamasıyla birlikte Dürzilerin, yıllardır süren savaşın ardından nasıl bir siyasî ve toplumsal pozisyon alacakları önemli bir gündem haline gelmiştir. Özellikle İsrail sınırına yakınlığı ve Golan Tepeleri çevresindeki jeopolitik önemi nedeniyle Dürziler, hem iç politikada hem de bölgesel denklemde kritik bir aktör olarak öne çıkmaktadır.

Lübnan ve Suriye'de ise yaklaşık bir milyon Dürzi yaşıyor. Dürziler çoğunlukla Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta, ayrıca Cebel Lübnan ve Vadi et Teym çevresinde yaşıyorlar. Suriye'de ise güneydeki Süveyda ile çevresinde ve başkent Şam'ın Ceramana gibi bazı mahallelerinde Dürziler bulunuyor

Esad rejimi yıkıldıktan sonra Suriye ordusu bölgeye girdiğinde bunu memnuniyetle karşılayan gruplar da var, Cumhurbaşkanı Şara'ya hiç güvenmeyen ve onu 'terörist' olarak adlandıran gruplar da. Bazı gruplar iç savaş boyunca silahlanarak kendilerini korumayı öğrendiklerini; yeni yönetime güvenemeyeceklerini söylüyor ve kendi özerk yönetimlerini oluşturmak istiyor.

Bazı gruplar Suriye'deki merkezi yapıyla anlaşmak ve eski düzeni korumaktan yana; bu konuda Şam'daki yeni yönetime de güveniyor.

Diğer bir grup ise, İsrail'le anlaşarak İsrail ordusunun güvenliklerini sağlamasını istiyor. Ancak bu çok hassas bir konu, Süveyda'da İsrail'in çıkarlarının kendileri için olumlu sonuçlar doğurmayacağına inanan ve bu görüşe şiddetle karşı çıkan bir grup da var.

Suriye'nin güneyindeki stratejik Süveyda ilinde etkili olan Dürzi toplumu, tarihsel olarak güçlü bir ruhani liderlik geleneğine sahip. Bu gelenek, toplumun siyasal tutumlarını da belirleyen önemli bir etken olmayı sürdürüyor.

Dürzilerin dini liderlerine "Şeyh el-Akıl" denilmektedir. Suriye'deki Dürzi topluluğunu üç Şeyh el-Akıl yönetmektedir: Şeyh Haceri, Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerabua. Bu üç lider, farklı siyasî görüşleri temsil etmektedir.

Şeyh Haceri, İsrail ve Suriye Demokratik Güçleri ile iletişim halinde olup Süveyda için otonom bölge talebinde bulunmaktadır. Kendisinin özellikle Dürzi Dağı ve kırsalındaki Dürziler üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Şeyh Hannavi ise siyasetten uzak durmakla birlikte Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana bir tutum sergilemekte ve İsrail'e karşı mesafeli durmaktadır. Şeyh Hannavi’nin özellikle Süveyda vilayetinin kuzey bölgelerinde daha etkili olduğu aktarılmaktadır. Öte yandan, Şeyh Cerabua’nın geçmişte Esed rejimiyle işbirliği yaptığı bilinmektedir. Ancak Dürzi kaynakların aktardığına göre Şeyh Cerabua, eski rejim yanlısı biri değildir. Şeyh Cerabua’nın aslında Şam yönetimiyle çalışmaktan yana olduğu belirtilmektedir. Kendisi özellikle şehirli Dürziler üzerinde etkilidir.

Daha önce Beşar Esad hükümetiyle ilişkileri ve Suriye’deki mevcut siyasi denklemlere yaklaşımları farklılık gösteren üç önemli ruhani lider, Dürzi toplumunun yönünü belirlemede başat roller üstleniyor. Bu liderler, kuşaklar boyunca süregelen dini otorite zincirinin temsilcileri olarak kabul ediliyor.

Dürzilerde ruhban sınıfının toplum üzerindeki otoritesi, günlük yaşamdan tutun siyasî ilişkilere kadar geniş bir çerçeveyi kapsamaktadır. "Ukkal" olarak bilinen dinî hiyerarşinin en üstündeki sınıf, mezhebin sırlarına vakıf olmuş kişilerden oluşmaktadır. Bunların arasından seçilen Şeyh el-Akıl, Dürzilerin günlük hayatlarına dair dinî ve hukuki meseleleri belirlemekle yükümlüdür.

Dürzi feodal liderler ve onlarla genellikle uyum içinde olan ruhban sınıfı, tarih boyunca Dürzi toplumunun bekasını koruyan ve yönlendiren kişiler olarak görülmüştür. Dürzilerin siyasî ve ruhanî liderleri arasındaki ilişki ise günümüze kadar büyük ölçüde feodal aileler arasındaki rekabetler tarafından belirlenmiştir.

Venezuela doğumlu, Süveydalı Dürzi lider Hikmet Selman el-Hicri, Suriye'nin bir parçası olduğunu yinelese de talepleri, Şam yönetimiyle ilişkileri kâğıt üzerinde bırakacak dış destekli otonom yapıya çıkıyor. İsrail'in "düşman olmadığını" vurgulayan Hicri, sık sık uluslararası müdahale çağrısında bulunuyor.

Hicri, babasının 1950'li yıllarda çalışmak için gittiği Venezuela'da 1965'te doğdu. Daha sonra eğitim için Suriye'ye döndü ve ilkokuldan liseye kadar öğrenimini burada tamamladı. Şam Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1990 yılında mezun oldu. Hicri, mezun olmaya hazırlandığı sırada 1989'da ağabeyi Ahmed el-Hicri, Süveyda'da önemli ruhani liderliklerden birinin başına geçti.

Suriye'de 2011 baharında başlayan rejim karşıtı halk hareketlerine sempatiyle bakan ve bazı Dürzi askerlerin Özgür Suriye Ordusu'na katılımına yeşil ışık yakan Ahmet el-Hicri'nin 2012'de şüpheli trafik kazasında ölümünün ardından koltuğu Hikmet el-Hicri'ye kaldı. Hicri, ağabeyi Ahmed'in aksine rejimle ilişkilerine özen gösterdi.

Öte yandan, Suriye eski Devlet Başkanı Beşar Esad, 2012’de ülkedeki Dürzi toplumunun ilk büyük Şeyhi olan Şeyh Ahmed Salman Hicri’nin vefatı üzerine taziyelerini sunmak üzere Süveyda'daki Kanavat kasabasını ziyaret etti.

Bu ziyaret sırasında Hikmet Hicri, Esed’e hitaben yaptığı konuşmada rejime olan bağlılığını açıkça dile getirerek şunları söyledi:

“Bu durum (taziye) sevince dönüştü. Sen umut ve vatanın Beşşar’ısın. Araplığın ve Arapların Beşşar’ısın. Allah ömrünü uzun etsin ve elinden tutsun.”

Hicri, 2018 yılına kadar Süveyda halkının rejim ordusuna katılmasından yana oldu ve askerlikten kaçanların aftan faydalanmasını telkin etti. Hicri'nin döneminde kendisine bağlı Dürzi topluluğunda bölünme yaşandı.

Kanavat kasabası Hicrilerin merkez üssü olurken ayrılan gruplar, Ayn ez-Zaman Türbesi'nin şeyhleri Yusuf Cerbu ve Hammud El-Hanavi çatısı altında toplandı.

Hicri'nin Esad rejimiyle ilişkilerinde 2021'te bazı çatlaklar meydana geldi.

Hicri, Süveyda’da protestoların giderek arttığı, Beşar ve babası Hafız Esad’ın heykellerinin yıkılması gibi önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, özellikle rejim güçlerinin sivil göstericileri öldürmesi sonrasında sessiz kalması nedeniyle Dürzi aktivistlerin eleştirileriyle karşı karşıya kaldı.

Hikmet Hicri, Esad rejimine karşı tavır alınması yönündeki defalarca çağrıya rağmen, 2021 yılında Süveyda’dan bir tutuklunun akıbeti için yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında, Askeri İstihbarat Şube Müdürü Luay el Ali tarafından aşağılanana kadar geri adım atmadı.

Bu telefon görüşmesi, Esed rejimiyle uzun süredir devam eden ittifakı sona erdirdi ve Süveyda’daki önde gelen güvenlik görevlisinin Hicri’ye yönelik muamelesini kınayan halk protestolarını tetikledi. Bundan sonra Hicri, istihbarat servisleri ve rejimin eylemlerine karşı bir söylem benimsedi.

ESAD’I DESTEKLEMEKTEN ONA SIRT ÇEVİRMEYE

10 Haziran 2022’de ise, rejimin güvenlik birimlerinin başkanlarını toplum içinde kaos ve bölünme tohumları ekmekle suçlayarak, Süveyda’daki görevlerinden alınmaları çağrısında bulundu.

Süveyda, devrim yılları boyunca rejimin kontrolü altında olmasına ve diğer bölgelerde görülen şiddet olaylarından nispeten uzak kalmış olmasına rağmen, zaman zaman Esad’ın eylemlerine karşı düzenlenen gösterilere sahne oldu.

Rejime karşı temkinli tepkiselliğe giren Hicri, 2021 ve 2022'de ülke çapında hayat standartlarının iyice kötüleşmesini protesto eden hareketlere açık destek verdi.

Rejim, bunun üzerine bir diğer Dürzi "ruhani lideri" olan Şeyh Yusuf Cerbu'yu yanına çekerek Dürzi toplumunun yeni yüzü olarak öne çıkarmaya çalıştı.

Suriye rejiminin 16 Ağustos 2023’te aldığı akaryakıt zammı kararından bir gün sonra, başta Dera ve Süveyda olmak üzere birçok kentte gösteriler başladı.

Bu gösterilere Esad yönetiminin desteğini kestiği Hicri'ye bağlı gruplar da katıldı.

ABD, bu durumu fırsat bilirken 27 Eylül 2023’te ABD Dışişleri Bakanlığının Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Ethan Goldrich, Dürzi ruhani lideri Hicri ile görüşerek Süveyda'daki gösterilere destek verdiklerini açıkladı.

Rejim ise 13 Mayıs 2024’te protestoların devam ettiği Süveyda'nın kontrolden çıkma riskine binaen eski istihbarat şefini vali olarak atadı.

2024 Aralık'ta Suriye'de Esad rejiminin devrilmesinin ardından 9 Aralık'ta yaptığı açıklamalarda Hicri, Suriye halkını, "yozlaşmış ve nefret dolu" olarak tanımladığı rejime karşı ana vatanlarını kurtardıkları için tebrik etti. Hicri, 30 Aralık 2024'te AA'ya verdiği röportajda da "Suriye’nin 60 yıllık sömürge döneminden çıktığını" belirterek, eski yönetimi "tiranlık" olarak tanımladı.

Hikmet Hicri, aynı konuşmasında "yerel toplulukların özgürlüğünü garanti eden ancak merkezi yönetimle bağını koparmayan yeni idari sistem" talebinde de bulundu. Dürzi lider Hicri'nin Suriye yönetimi karşıtı söylemleri, İsrail'in Suriye'nin güneyindeki varlığının artmasıyla daha da belirgin hale geldi.

Hicri, Dürzi toplumunun çıkarları için mücadele ettiklerini, her topluluğun zenginliğinin insanları, kadroları ve ulusal mirasıyla ölçüldüğünü belirterek, "Var olma ya da olmama aşamasındayız" dedi.

Aynı açıklamasında Hicri, "Bu atmosferde ilerleyeceğiz ama bazı şeyler değişmezliğini koruyor. Şam’daki mevcut hükümetle herhangi bir anlayış ya da mutabakat yok" ifadelerini kullandı. Hicri, "Ya varız ya da yokuz" diyerek bu konuda taviz vermeyeceklerini ve bu taleplerin hakları olduğunu savundu.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, geçici anayasanın temel hükümlerinin belirlendiği bildirgeye 13 Mart'ta imza attı. Bunun üzerine Hicri, 15 Mart'ta yaptığı açıklamada, Şam'daki yeni yönetimin yayımladığı anayasa bildirgesini "mantıksız" olarak nitelendirdi. Ardından 10 Haziran'da Rudaw’a verdiği röportajda Hicri, Suriye'de geçiş sürecine dair yayımlanan anayasal bildirgeyi "zalimce" olarak tanımladı. Hicri, bu bildirinin ülkedeki tüm mezhepler ve halk bileşenleri için yetersiz olduğunu hatta Sünni topluluğun bile bundan memnun olmadığını savundu.

Anayasada toplumun çeşitliliğini gözeten hükümlerin bulunmadığını ve geçici yönetimin bu haliyle halkın iradesini temsil edemeyeceğini öne süren Hicri, bu bağlamda siyasi çözümün mezhep temelli değil toplumsal haklar temelinde ilerlemesi gerektiğini vurguladı.

ABD İSRAİL VE BATI DESTEĞİNDEKİ DÜRZİLER ÖZERKLİK İSTİYOR

Süveyda ilinde Dürziler ile Bedevi Arap aşiretleri arasında çatışmalar sürerken 13 Temmuz'da Dürzi güçlerin, bölgeye sevk edilen Suriye ordusuna saldırısında 6 askerin öldüğü açıklandı. Dürzi lider Hicri, 15 Temmuz sabah saatlerinde Şam yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin şehre girişini memnuniyetle karşıladığını açıklamasına rağmen aynı gün tutum değiştirerek destekçilerini güvenlik güçlerine karşı direnmeye çağırdı. İsrail'in Suriye'nin güneyini bombalayarak otorite boşluğu oluşturduğu bölgelerde yaşayan Dürzi nüfusu bu durumu fırsata çevirerek silahlı ayaklanma çıkardı.

Hicri'nin desteğini geri çekmesinin ardından İsrail ordusu, Tel Aviv yönetiminden gelen talimat doğrultusunda Suriye'nin güneyine saldırılar düzenlediklerini duyurdu.

Hikmet Hicri'nin 17 Temmuz'da açıklamalarının yayımlandığı sosyal medya hesabında yer alan paylaşımda, Süveyda ilindeki yaşam alanlarından PKK/YPG'nin işgalinde olan ülkenin kuzeydoğusundaki bölgelere "yol açılması" istendi.

Ürdün Kralı 2. Abdullah'a da çağrıda bulunulan açıklamada, Süveyda ile Ürdün arasında sınır geçişinin açılması talep edildi.

Hicri'nin talepleri, Süveyda'nın "ayakta kalabilmesi için" dış dünyayla doğrudan bağlantı kurmak istemesinin yanında İsrail'in genişleme siyasetinin yol haritası olduğu iddia edilen Davut Koridoru bağlamında da çokça tartışıldı..Son dönemde Dürzi toplumu için sık sık uluslararası koruma ve müdahale çağrısı yapan Hicri'nin Süveyda'da 5 bine yakın Bedevi Arap aileyi zorla yerinden eden saldırıları arkalaması ve geri dönüş umudu vermemesi ise Dürzi liderin burada etnik anlamda "pekişmiş", dış destekli ve şimdilik otonom bir hâkimiyet bölgesi inşa etme arzusunu gösterdi.

Hicri, her ne kadar Suriye'nin bir parçası olduklarını çeşitli açıklamalarda yinelemiş olsa da öne sürdüğü şartlar, Şam yönetiminin gerçek etkisinden bağımsız bir toprak parçasını tanımladı.

Dürzi toplumunun en yüksek dini otoritesi olarak görülen Şeyh Hikmet El-Hicri, halk arasında “Keramet Şeyhi” olarak tanınıyor. Gençler arasında geniş bir destek gören Hicri, Suriye geçiş hükümetine yönelik eleştirilerinde “radikal eğilimler” vurgusuyla mesafeli bir yaklaşım benimsiyor. Baskıya karşı direnişi savunan Hicri, Süveyda’daki muhalif hareketin manevi lideri konumunda.

Toplumun geleneksel ve hükümetle diyalogdan yana olan kesimini temsil eden Şeyh Mahmud Henavi, devlete karşı silahlı mücadelenin istikrarı bozacağı görüşünde. Henavi, daha çok ileri yaş grupları ve toplumsal kanaat önderleri tarafından destekleniyor. Henavi, Şam yönetimiyle anlaşma ve istikrarın korunmasını savunan ılımlı bir siyasi çizgi izliyor.

Süveyda şehir merkezi ve çevresinde etkin olan Şeyh Yusuf Cerbu, iki ana yaklaşım arasında denge kurmaya çalışan bir lider olarak öne çıkıyor. En başından beri silahlı çatışmalara karşı çıkan Cerbu, Dürzi toplumunun birliğini koruması ve sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini savunuyor.

Ancak temel çağrısı, gerilimin azaltılması ve Süveyda’nın devlet kurumlarıyla yeniden entegre edilerek istikrarın sağlanması yönünde. Bu üç liderin farklı siyasal pozisyonları, Dürzi toplumu içinde yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda nesiller arası bir ayrışmayı da gözler önüne seriyor. Bir yanda genç kuşak ve muhalefet eğilimli kesimin temsilcisi Şeyh Hicri yer alırken, diğer yanda geleneksel yapı ve hükümetle uzlaşma yanlısı Şeyh Henavi ve Şeyh Cerbu bulunuyor.

İsrail'e yakınlığı ile bilinen Dürzi lider Hikmet Hicri, 13 Temmuz'dan beri hem İsrail'i hem de ABD'yi Suriye'ye müdahaleye davet ederken, Şam hükümetinin barış anlaşmalarının hepsini geri çevirdi.

Süveyda'da son çıkan olaylar sonrasında Suriye Dürzilerinin tanınmış dini şahsiyetlerinden Şeyh Yusuf el Cerbu ve Leys el Belus, Şam hükümeti ile anlaşmasına karşın Hicri'nin buna karşı çıkması Dürziler arasında bir kırılma oluşturdu.

Cerbu'nun "İsrail ya da herhangi bir dış müdahaleye karşıyız" açıklamasına karşı Hicri'nin İsrail'i Suriye'ye davet etmesi Dürzi toplumunda büyük yankı oluşturmuştur.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, İsrail'in müdahalesiyle yükselen tansiyonun ardından Süveyda'da tam ateşkes çağrısı yaptı. Şara, ülkesinin birliğine ve mezhepçilikle mücadeleye güçlü vurgu yaparken, uluslararası topluma seslenerek durumun ciddiyetine dikkat çekti.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, El-Cezire'ye yaptığı açıklamalarda, ülkenin güneyindeki Süveyda'da yaşanan olaylara ve İsrail'in müdahalelerine dair değerlendirmelerde bulundu. Şara, ülkenin temel değerlerine vurgu yaparak, "Suriye'deki Arap kabileleri her zaman asil değerlerin ve ilkelerin sembolü olmuştur" şeklinde konuştu. Süveyda'da yaşanan olaylar ışığında, "Arap aşiretlerini Süveyda'da tam ateşkese çağırıyoruz" diyerek barışçıl bir çözüm çağrısı yaptı.

Şara, "Dürzi toplumunun tamamını, küçük bir grubun tutumundan dolayı yargılamamalıyız" ifadelerini kullandı.

Şara, ülkedeki sükûnetin sağlanması için "aklın ve mantığın sesinin galip gelmesi" gerektiğini belirtti. Ayrıca, "intikam ve misilleme söylemlerini yayanlara karşı kararlılıkla harekete geçilmesi gerektiğini" vurguladı. "Mezhepçiliği körüklemeye çalışan herkese karşı kararlılıkla mücadele edilmelidir" diyerek altını çizdi.

Cumhurbaşkanı Şara, Suriye'nin gücünün halkının birlik ve beraberliğinde yattığını belirterek, "Herkes için adaletin sağlanmasının gerekliliğini vurguluyoruz" dedi.

Süveyda'daki bazı partilerin "dar çıkarlarının pusulanın değişmesine yol açtığını" ifade eden Şara, "Bu hassas durum Dürzi aşiretlerinin ve halkının birlik ve beraberliğini gerektiriyor" mesajını verdi.

Ayrıca, "Suriye'nin tüm topraklarında itibarını ve egemenliğini koruyabilecek tek güç Suriye Devleti'dir" diyerek devletin merkeziyetçi rolüne vurgu yaptı.

Suriye'nin güneyindeki Süveyda ilinde faaliyet gösteren Dürzi militanlar, İsrail’in desteğiyle Arap Dağı bölgesinde 21 Temmuz 2025 günü özerklik ilan etti. Gelişme, Şam yönetimiyle silahlı gruplar arasında yeni bir çatışma dalgası yaratabilir.

İsrail destekli Dürzi militanlar, Arap Dağı (Cebel el-Arab) bölgesinde özerklik ilan ettiklerini açıkladı. Yerel kaynaklara göre, söz konusu militan gruplar bölgedeki rejim güçlerinin bazı karakollarını kuşattı ve Şam yönetiminin otoritesini tanımadıklarını duyurdu. Kurulan fiili yönetim, Arap Dağı çevresindeki birçok kasaba ve köyde kontrol sağlamış durumda. Özerklik ilanının ardından militanlar kendi güvenlik, adalet ve idari yapılarını oluşturmaya başladı.

Suriye hükümeti, gelişmeyi “yasadışı ayrılıkçı bir kalkışma” olarak nitelendirirken, bölgeye askeri yığınak yapılmaya başlandığı bildiriliyor. Şam’ın kararlı bir operasyon hazırlığı içinde olduğu, ancak bölgedeki demografik yapı ve uluslararası denge nedeniyle temkinli davrandığı ifade ediliyor. Tasmalarını Batılı efendilerinin eline teslim eden Dürziler, Siyonizm’in kirli ‘Büyük İsrail’ planları doğrultusunda kendi halkına, vatanına ihanet etmiştir.

Dürzi Ruhani Liderliği, Süveyda’da komitelerin kurulduğunu açıkladı. Suriye’deki Miwehidin (Dürzi) Topluluğu Ruhani Liderliği, Şeyh Hikmet El Hicri'nin imzasıyla 27 Temmuz günü bir açıklama yaptı.

Açıklamada, “Süveyda’da vilayet genelinde hukuki ve insan hakları çalışmalarını örgütlemek ve yurttaşların haklarını korumak amacıyla hukuki insan hakları komitelerinin oluşturulduğu” belirtildi.

Liderlik, “komitelerin oluşturulmasının Süveyda halkının iradesi çerçevesinde gerçekleştiğini” vurgulayarak, “Amaç, zararların onarılması ve Süveyda halkının geleceğinin korunmasıdır” diye belirtti.

Açıklamaya göre kurulan komiteler şöyle:

  • Üst Düzey Hukuk Komitesi
  • Gerçekleri Araştırma ve Zararları Tespit Komitesi
  • Şikâyetleri Değerlendirme Komitesi
  • Yardım Dağıtım Komitesi
  • Sağlık Komitesi
  • Din Komitesi
  • Hizmet Komitesi

SİYONİST İSRAİL’İN DÜRZİ STRATEJİSİ

İşgalci İsrail, yıllardır “sadık müttefik” dediği Dürzileri Ortadoğu satrancının piyonuna çevirdi. Şimdi Süveyda’da başlattığı yeni hamleyle bir halkı daha, çıkarları uğruna ateşe atıyor. Gölge operasyonlar, vekil milisler ve istikrarsızlaştırma politikası yeniden sahnede.

Ortadoğu’daki en büyük mücadele alanlarından biri de aidiyetler. İşgalci İsrail’in Dürzi toplumu ile kurduğu ilişki, bu kimlik mühendisliğinin en görünür ve stratejik örneklerinden biri. Yıllar boyunca 'sadakat' söylemiyle içeride meşrulaştırılan bu ittifak, bugün sınır ötesinde vekil savaşlarının bir parçasına dönüşmüş durumda."

Suriye’nin güneyindeki Süveyda vilayetinde yaşanan son gelişmeler, İsrail-Dürzi ortaklığını yeniden gündeme getirirken, bu ilişkinin arka planındaki stratejik hesapları da gözler önüne seriyor.

İsrail’in Dürzi stratejisinin en kritik boyutu, geleceğe dönük jeopolitik tahayyülünde gizlidir. Suriye’nin olası bir federal yapıya bölünme senaryosu, İsrail için yeni bir satranç tahtası anlamına gelir. Yarı-özerk bir Dürzi kantonunun oluşması, İsrail’e hem sınır güvenliğini sağlayan bir tampon, hem de bölgesel çıkarlarını koruyan sadık bir müttefik sunacaktır. Bu senaryo, İsrail’in Ortadoğu’daki genel azınlık stratejisiyle bütünüyle uyumludur: Azınlıklar, burada etnik ya da kültürel aidiyetleriyle değil; büyük Arap çoğunluklarını dengeleyen jeopolitik araçlar olarak değer kazanacaktır.

Dolayısıyla, İsrail’in bu politik tasarımı Dürzileri sıradan bir azınlık topluluğu olmaktan çıkararak, bölgesel güç dengelerinin hesaplı hamlelerinde kullanılan kritik bir satranç taşı konumuna yerleştirmiştir.

İsrail, Şam'da yönetimin değişmesinin hemen ardından "bölgedeki Dürzi azınlığı korumak" gerekçesini öne sürerek zaten uluslararası hukuka aykırı şekilde işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri'nde daha da ilerleyerek askerlerini konuşlandırdı.

Şimdi benzer bir şeyi Suriye içinde, Süveyda'da yapmak istiyor

23 Şubat 2025'te İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Şam'ın güneyinde Suriye'nin her türlü askeri varlığını reddettiklerinin altını çizerek Dürzi azınlığı koruma bahanesiyle Kuneytra, Dera ve Süveyda'nın askerden arındırılması gerektiğini vurguladı. Bu, Suriye'nin güneyinde İsrail hegemonyasını güçlendirmeye yönelik bir hamle niteliğinde.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar, İsrail'in ulusal çıkarlarına hizmet edecek bölünme planlarına verdiği desteğe açık bir gönderme yaparak Suriye'nin federal bölgelere ayrılması çağrısında bulundu.

Terör devleti ve işgalci İsrail, Şam’ı gören stratejik konumda yer alan Hermon Dağı’nı da ele geçirerek, bu bölgedeki işgalin kalıcı olacağına dair net bir mesaj vermişti. İsrail Savunma Bakanı Katz, “Şeyh Dağı’nda, Colani her sabah Şam’daki saraydan gözlerini açtığında bizi izlediğini görecek” diyerek, işgalin süresiz olacağını duyurmuştu.

İsrail, Suriye’de Dürzi azınlığı koruma bahanesiyle Süveyda’da askeri operasyonlar düzenleyerek bölgedeki mezhepçi ve etnik çatışmaları körüklüyor.

100 KİŞİLİK İSRAİL YANLISI DÜRZİ GRUBU İSRAİL’E GİDEREK TEL AVİV YÖNETİMİNDEN ASKERİ MÜDAHALE İSTEMİŞLERDİR

Öyle ki, 14 Mart'ta 100 kişilik bir grup Dürzi dini lider, Suriye'den Golan Tepeleri'ne ve oradan İsrail'e geçerek İsrail'deki Dürzi dini liderlerle bir araya geldi. 52 yıl sonra ilk kez -İsrail'in de desteğiyle- yapılan bu tarihi ziyaretin, Şam yönetimine İsrail'le Dürzilerin arasındaki işbirliğini göstermek için sembolik bir önemi vardı.

İsrail basını, Suriye’deki Dürzi topluluğundan yaklaşık 100 kişilik bir heyetin İsrail’e ziyarette bulunduğunu ve bunun 52 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk ziyaret olduğunu bildirdi. İsrail devlet televizyonunda yer alan haberde, ziyaretin "İsrail’deki Dürzi topluluğunun ruhani lideri Muvaffık Tarif’in koordinasyonuyla gerçekleştiği ve iki gün süreceği" belirtildi. Suriye Dürzi şahsiyetlerin ziyaretinin, "İsrail'in 1948'de kurulmasından bu yana ikinci, 1973'ten bu yana ise ilk" olduğuna işaret edildi.

Dürzilerin İsrail’e olan sadakati, sıradan bir toplumsal uyumun ötesine geçiyor. İsrail'in Filistin'de, Suriye’de ve Lübnan’da yürüttüğü zulme rağmen, Dürziler bu işgalci yapının içinde her daim kendilerine bir yer açmaya çalışıyor. İsrail askerî ve siyasi sisteminde aktif rol alan bu topluluk, Siyonist çıkarların bekçiliğini yaparak işgalin güçlenmesine katkı sunuyor.

Şimdi de işgal altındaki Golan Tepeleri’ni ziyaret eden bu grup, İsrail’in bölgedeki varlığını meşrulaştırma çabalarına hizmet ediyor. Oysa Golan Tepeleri, uluslararası hukuka göre hâlâ Suriye toprağı ve İsrail'in burada hiçbir meşru hakkı bulunmuyor. İsrail yanlısı bu grup döndüklerinde ise Süveyda'daki bazı Dürzi grupların tepkisiyle karşılaştılar. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Suriye'deki Dürzi nüfusu yanına çekme çabaları kapsamında 650 Dürzi din adamının 26 Nisan günü Celile’deki Şuayb Peygamberin kabrinin bulunduğuna inanılan alanı ziyaret ettiğini açıkladı. Başbakan Netanyahu, Dürzilerin kutladığı Nebi Şuayb Bayramı'nda 650 Dürzi din adamının bugün 1967'den beri ilk kez Suriye'den İsrail'e giriş yaptığını belirtti.Suriye'deki Dürzilerle "giderek derinleşen bağlarının" bulunduğunu öne süren Netanyahu, Dürzi topluluğuyla aradaki bağlara yatırım yapmaya ve derinleştirmeye devam edeceklerini kaydetti.

İsrail basını, Savunma Bakanı Yisrael Katz'ın 600'ün üzerinde Dürzi'nin gelişini onayladığını ve İsrail'in Dürzi din adamlarına gece konaklamaları için izin vereceğini yazmıştı. Bu kapsamda İsrail'deki Başbakan Benyamin Netanyahu hükümeti, Suriye yönetiminin Dürzilere zarar vermek istediğini öne sürerek, İsrail ordusuna Dürzileri Şam yönetimine karşı koruma emri verildiğini ve gereken "her şeyi yapma" konusunda kararlı olduklarını duyurmuştu.

Lübnan'da yaşayan ve bölgenin en etkili Dürzi liderlerinden olan Velid Canbolat da, İsrail'e güvenmek yerine Dürzilerin kendi içinde çatışmaya yol açmayacak şekilde anlaşması gerektiğini söyledi. Şam'a giderek Dürzi grupların güvenliğini sağlamak üzere yeni yönetimle görüşmeler yaptı.

Benyamin Netanyahu, Dürzileri koruma bahanesiyle hava saldırılarıyla hedef aldıkları Suriye'nin güneyini silahsızlandıracaklarını iddia etti.

Başbakan Netanyahu, bir etkinlikte yaptığı konuşmada, Suriye ve tıkanan ateşkes müzakerelerine ilişkin açıklamalarda bulundu.

"Dürziler için elimizden gelen her şeyi yapacağız"

Suriye’deki "Dürzileri korumak için ellerinden gelen her şeyi" yapacaklarını iddia eden Netanyahu, Suriye ordusunun ülkenin güney bölgesinde bulunmasına izin vermeyecekleri yönündeki tehdidini yineledi.

Netanyahu, "Şam'ın güneyinde, sınırımız boyunca uzanan bölgenin silahlardan arındırılmasını sağlayacağız.” ifadesini kullandı.

SİYONİST BESLEMESİ, DÜRZİ ŞEYHİ KATİL NETANYAHUYA NOBEL ÖDÜLÜ VERİLMELİ DEDİ

Suriyeli Dürzi şeyhi Mervan Kivan, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu 'kahraman' olarak nitelendirerek ona Nobel Barış Ödülü verilmesini önerdi. Kivan, Süveyda'daki çatışmalara müdahalelerinden dolayı İsrail halkına teşekkür etti.

Kivan 26 Temmuz günü, İsrail'in i24 televizyonunun yayınına katılarak geçen hafta Suriye'nin güneyinde Süveyda'da yaşanan olaylara ilişkin açıklama yaptı.

Daha önce İslami değerlere hakaret etmesiyle gündeme gelen Kivan, İsrail halkına ve devletine Süveyda'daki çatışmalara müdahalelerinden dolayı teşekkür ederek, "Onlar olmasaydı Dürzi Dağı tamamen yok edilirdi." iddiasında bulundu.

Kivan, İsrail Başbakanı Netanyahu'yu "büyük Orta Doğu lideri" ve "kahraman" olarak niteledi, "Dürzi halkı adına, halkımızı kurtardığı için ona Nobel Barış Ödülü'nün verilmesini öneriyorum." dedi.

"Bize yardım eden ve bize yer veren Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kürt medyasına da teşekkür ederim." diyen Dürzi şeyhi, dünyanın her yerinden gelen kişilere karşı savaşıp galip geldiklerini savundu.

Daha önce İslami değerlere hakaret etmesiyle gündeme gelen Kivan, Dürziler olarak İsrail'e katılmak istediklerini söyledi. Öte yandan, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, işgal altındaki Golan Tepeleri'nde yaşayan Dürzilerin liderlerinden Muvafak Tarif'i evinde ziyaret ettiğini açıkladı.

Katz, X hesabından yaptığı paylaşımda, Suriye'de Dürzi Dağı olarak adlandırılan bölgeye tıbbi ve insani yardım sağlama konusunda işbirliği teklif ettiğini öne sürdü.

Dürzi İsrail askerleriyle de bir araya geldiğini belirten Katz, Suriye'deki Dürzileri "korumak" için çalışmaya devam edeceklerini savundu.

İSRAİL DÜRZİLERİ BAHANE EDEREK SURİYENİN İÇİŞLERİNE MÜDAHALE EDİYOR

İsrail ile Dürzi toplumu arasındaki ilişkiler, tarih boyunca farklı dinamikler üzerinden şekillendi. Kimi zaman ittifaklarla güçlenen bu bağ, kimi zaman da kimlik mücadelesi ve siyasi çekişmelerle gerildi. Özellikle Golan Tepeleri’nde yaşayan Dürziler, İsrail’in bölgesel politikalarında önemli bir yer tutarken, Suriye ile olan bağlantılarını da koruma çabası içinde oldu.

İsrail' Dürzileri bahane ederek her daim Suriye'ye karışabilme ya da karışacağını ilan etmek istiyor İsrail'in derdi kendi sınırında bir daha asla güçlü bir Suriye olmaması. Öyle bir denge tutturmaya çalışıyor ki; istikrarlı ve güçlü bir Suriye asla olmasın ama bir yandan da sınırında İsrail'e tehdit olabilecek grupların yerleşebileceği bir alan olmasın. Bunun yolu da kendine orada dost bir grup ilan edip onu korumak bahanesiyle sınırdan diğer grupları uzak tutmak.

İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Herzi Halevi, yaptığı açıklamada, İsrail'in "Suriye topraklarına asker konuşlandırdığını" ifade etmişti.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da, İsrail'in kara işgalini genişletmeye çalıştığı Golan Tepeleri ve Esad rejiminin devrilmesine ilişkin konuşmuş ve Golan Tepeleri'nin "sonsuza dek İsrail'in ayrılmaz bir parçası olacağını" söylemişti.

"Bugün herkes Golan'daki varlığımızın, Golan'ın eteklerinde değil, oradaki varlığımızın ne kadar önemli olduğunu anlıyor" diyen Netanyahu, İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki askeri varlığının ülkenin "güvenlik ve egemenliğini garanti altına aldığını" öne sürdü.

Bölgenin en yüksek noktalarından biri olan ve Şam'a sadece 60 kilometre uzaklıkta bulunan Golan Tepeleri'ni elinde tutan İsrail, bu sayede komşu ülkelere karşı büyük bir stratejik avantaj sağlıyor. Uluslararası hukuka göre Suriye toprağı olan ancak fiilen İsrail'in işgali altında bulunan Golan Tepeleri'nin bu iki ülke dışında Lübnan ve Ürdün'le de sınırı bulunuyor.

Yahudilere ait kutsal metinlerde birçok kez Golan bölgesine atıfta bulunulması da bölgeyi, çoğu dindar Yahudi'nin gözünde kutsallaştırıyor. Donald Trump, 45. ABD Başkanı olduktan sonra 25 Mart 2019'da Suriye toprağı Golan Tepeleri üzerindeki "İsrail egemenliğini tanıdıklarını" açıkladı.

İsrail son dönemde Suriye'deki Dürzileri de destekleyerek bu ülkeye müdahalede bulunmaya çalışıyor. Bu kapsamda Dürzilerin İsrail'e gelmesine izin verildi. Ayrıca Suriye yönetimine karşı savaşan Dürzilere yardımlar dağıtıldı, Dürzi milisler hava saldırılarıyla desteklendi ve yaralıları İsrail'e götürülerek tedavi edildi.

Suriye'deki Dürzilerden belli bir kısmı İsrail ile ilişkiler kursa da Suriyeli Dürzilerin önemli bir bölümü halen İsrail'e karşı Golan Tepeleri'ndeki dört köyden biri olan Mecdel Şems kasabasında ise, Arapça konuşan 25 bine yakın Dürzi yaşıyor. Golan Tepeleri'ndeki Dürziler İsrail'de çalışabiliyor ve eğitim görebiliyor ancak birçoğu İsrail vatandaşlığını kabul etmeyip Suriye'ye bağlılıklarını sürdürdüğü için sadece vatandaşlığı olanlar oy verip, askerlik yapabiliyor.

Golan Tepeleri'nin en yüksek noktasından Suriye'nin güneyiyle birlikte başkent Şam ve İsrail'in kuzeyi çok rahat gözlemlenebildiği için bölge büyük bir stratejik öneme sahip.

İsrail, 1967'de "6 Gün Savaşı" olarak da bilinen Arap-İsrail Savaşı'nda Suriye'ye ait Golan Tepeleri'ni işgal etti. İşgalci İsrail, kısa süre içinde bölgede Yahudi yerleşimleri kurmaya başladı. Suriye 1973'teki Yom Kippur Savaşı sırasında Golan Tepeleri'ni geri almaya çalışsa da başarılı olamadı. İsrail ile Suriye arasında 1974'de bir ateşkes anlaşması imzalandı. Birleşmiş Milletler'e (BM) bağlı bir gözlem gücü 1974'ten itibaren bölgedeki ateşkes hattına yerleşti. Fakat İsrail, 1981'de bölgeyi ilhak etti.

SİYONİST PROJE: DAVUT KORİDORU

İdeolojik kökleri, Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl tarafından kuramlaştırılan ve Mısır'daki Nil Nehri'nden Irak'taki Fırat Nehri'ne kadar uzanan Tevrat'taki bir hududa atfedilen 'Büyük İsrail' vizyonuna dayanıyor. Bu bağlamda Davut Koridoru projesi, Kutsal Kitap'taki vaadi ve yayılmacı tarihsel arzuları gerçekleştirmeye yönelik bir adım olarak görülüyor.

Davut Koridoru"nun "Vaat Edilmiş Topraklara" ("Büyük İsrail") giden yolun tarihi adı olduğu unutulmamalıdır. Üç dine ev sahipliği yapan Kudüs'ün İsrail tekeline devredilmesi, "Büyük İsrail" projesinin hayata geçirilmesi yolunda bir adım olarak görülüyor.

Arz-ı Mev'ud için büyük planlar yapan İsrail' bu Davud Koridoru ile sözde Kürdistan'ı denize çıkarmayı hedefliyor. Davut Koridoru projesi İsrail'in askeri, ekonomik ve siyasi hırslarını yansıtarak Orta Doğu'nun jeopolitiğinde potansiyel bir değişimi temsil etmektedir.

İsrail için Dürziler sadece Suriye’de yayılmak için kullanılışlı ve konum itibariyle de vazgeçilmez bir aparattan başka bir şey değil. Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyda İsrail için “Davut Koridoru” olarak bilinen çok daha büyük bir jeopolitik projenin de kilit noktası.

İsrail maşası Dürzi şeyhlerinden Hikmet el-Hicri’nin Suriye’nin Güneyi Süveyda’da başlattığı ayrılıkçı hareket kısa süre içinde İsrail’in Suriye’nin yeni rejimine dair bütün niyet ve planlarının ortaya dökülmesine yol açtı. İsrail’in Suriye’deki rejim değişikliğinden hiç memnun olmadığı zaten biliniyor.

İsrail’in Süveyda’daki Dürzileri harekete geçirerek resmen onlar üzerinden işgalini genişletme planı son girişimleriyle tescillendi. Bu, bazılarını o kadar heyecanlandırdı ki, bir anda Kuzey Suriye ile arada bir koridorun açılmasının ve İsrail’in Suriye’nin neredeyse yarısına hükmettiği bir haritanın heyecanla konuşulduğu ortamlar oluşuverdi.

Dürzi lider el Hicri PKK uzantısı PYD’ye hitaben kendileriyle aralarına bir koridor açılmasını açıkça talep etti. Hikmet el Hicri liderliğindeki Dürzilerin Süveyda’daki Arap aşiretlerine karşı yürüttüğü katliamlara müdahale etmek isteyen hükümet birliklerine karşı İsrail aleni destek vermekten geri durmadı.

Davut Koridoru, işgal altındaki Suriye'nin Golan Tepeleri'nden güney Suriye üzerinden Fırat Nehri'ne uzanan bir koridor oluşturmayı amaçladığı iddia edilen bir İsrail projesine atfen kullanılan bir terim. Bu koridorun Dera, Süveyda, Tanf, Deyrizor ve Albu Kamal vilayetlerinden geçerek Fırat Nehri'ne ulaşacağı ve İsrail'e bölgesel nüfuzunu arttıracak stratejik bir erişim noktası sağlayacağı düşünülüyor.

“Davut Koridoru” projesini uygulayabilmek adına mevcut siyasi zemini ve konjonktürü en iyi şekilde değerlendirme arzusunda olan Siyonist İsrail rejimi, tüm uluslararası kural ve mekanizmaları hiçe sayarak, bölge ülkelerine hükmetme prensiplerinden hareket etmekte olduğunu ortaya çıkartmaktadır.

Siyonist İsrail, son gelişmelerden hareketle “Davut Koridoru” projesini daha yüksek bir sesle dillendirmek suretiyle amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu projenin hayata geçirilebilmesi büyük ölçüde Suriye ve Irak’ın istikarsızlaştırılması ve güçsüzleştirilmesi lazımTerörist İsrail şimdi bunu yapmaya çalışıyor.

İsrail’in Davud Koridoru yeni bir plan değil. Davut Koridoru, Arz-ı Mevud’a uzanan yolun ismi. Güneyden Türkiye sınırına inmeyi ve daha sonra Bağdat’a genleşme hesapları yapıyorlar. Suriye’nin mevcut durumunu askerî açıdan fırsat olarak görüyorlar. Hatta şu an bu şeride yerleştirilecek Yahudilerin listesini çıkarıyorlar. Dera, Tenef, El Suhne Çölü, Deyr ez-Zor, Haseke, ve Fırat-Dicle nehir boyu onlar için hayati önem taşıyor.

“Davut Koridoru” malum İsrail’in kurmaya çalıştığı stratejik bir koridor. İşgal altındaki Suriye Golan Tepeleri’nden başlıyor, Dera ve Süveyda’dan geçiyor, ABD üssünün bulunduğu El Tanf bölgesine ulaşıyor ve ardından doğuya doğru Kürt bölgelerine uzanıyor. Daha sonra Irak’taki Erbil’e geçerek Türkiye sınırına ulaşıyor. Yüzlerce kilometre uzunluğundaki bir koridor, İsrail’i Körfez ve Orta Asya’ya bağlayarak Avrupa’ya yeni bir kapı açıyor. İsrail için bu koridorun oluşturulması, ona hâkim olunması stratejik işgalci yayılma planının bir parçası.

Tel Aviv’den Golan, Süveyda, Tenef, Humus, Deyr ez-Zor hattından Haseke’ye ve oradan da Irak’a inecek Yahudi şeridini hayata geçirmeyi planlıyorlar.

İsrail, Suriye'nin güneyindeki su kaynaklarının yanı sıra "Davud Koridoru" üzerinden Fırat'a da ulaşmayı hedefliyor. Bu iddialı projede Siyonistler, Suriye'nin güney sınırları boyunca (Irak, Suriye ve Ürdün sınır üçgeni olarak bilinen Tanaf) Amerikan üsleri yardımıyla kuzeye doğru ilerleyerek güvenli bir rota oluşturarak Fırat Nehri'ne ulaşmak istiyorlar.

Davud Koridoru, Talmud öğretilerini Yahudiler için gerçeğe dönüştürmenin yanı sıra Siyonist rejimin Irak'ın su kaynaklarına hâkim olmasını da sağlayabilir. Jeopolitik açıdan böyle bir senaryonun gerçekleşmesi, Siyonistlerin bölgedeki ayrılıkçı çatışmaları körüklemek amacıyla Fırat'ın doğusu ve Irak'ın kuzeyinde bu rejimin Kürt müttefiklerine destek verme olanağını güçlendirecektir.

Bütün bunlara ek olarak Siyonist rejim, Suriye'nin %90'ı Suriye’nin kuzeyinde ve Fırat'ın doğusunda bulunan petrol kaynaklarına da ulaşabilmektedir. Ayrıca boru hattıyla Irak Kürdistan Bölgesi'nin önemli petrol kaynaklarına Türkiye'ye ihtiyaç duymadan karadan erişim sağlayabilecek.

PKK YANLISI KÜRTLER DAVUD KORİDORUNA HİZMET EDİYOR

ABD – İngiltere ikilisi, Ortadoğu’da 100 yılı aşkın bir süre önce, Osmanlı İmparatorluğu’nu düşürerek, Ortadoğu’ya attıkları tohumdan irinli bir çıban gibi büyüttükleri İsrail’i, İslam ülkelerinin kalbine kanlı bir bıçak gibi 77 yıl önce saplamışlardı.

PKK/YPG 2011’lerden 2016’ya kadarki süreçte ilan ettiği bir nevi özerk bölgelerin (kantonların) birleştirilmesi ile Akdeniz’e Afrin - İdlip– Lazkiye Hatay üzerinden açmaya çalıştığı terör koridorunu Kahraman Ordumuz Fırat Kalkanı – Zeytin dalı – Bahar Kalkanı ve Barış Pınarı gibi peş peşe yaptığı harekâtlar ile boşa çıkarmıştır.

İsrail'i Suriye üzerinden Irak'a bağlayan "Davut Koridoru"nda temel güçlerden biri, PKK / YPG'dir. Bu oluşumlar, yalnızca (Suriye'de, Irak’ta üsleri bulunan) ABD tarafından değil, İsrail tarafından da açıkça destekleniyor.

Amerikan generalleri sürekli SDG/ YPG ile görüşerek desteklerini açıkça gösteriyorlar. Mazlum Abdi adlı teröristbaşı ABD ordusunun kanatları altında.

Siyonist rejim, Suriye'nin güneyinden bu ülkenin kuzeydoğusuna uzanan Davud Koridoru’nu oluşturmayı, Kürt bölgelerine ulaşmanın yanı sıra Fırat Nehri'ne de ulaşmayı ve bu geçit üzerinden jeopolitik konumunu ilerletmeyi planlıyor.

Suriye'de Esad rejiminin 8 Aralık 2024 tarihinden düşmesinden sonra Ahmed el-Şara'nın iktidara gelmesi, ülkenin siyasi manzarasını yeniden şekillendiren büyük değişikliklere yol açtı.

Şara yönetimi ile PKK uzantısı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında Kürt özerk bölgelerinin Suriye devletine entegre edilmesine yönelik 10 Mart günü anlaşmalar imzalandı. Ancak daha sonra Mazlum Abdi Suriye ordusuna katılmayı ve silahları bırakmayı reddetti. Bu açıklamaları yaptıktan 3 ay sonra 29 Temmuz günü Arap medyasına konuşan Mazlum Abdi bu sefer tersini söylüyordu.

Mazlum Abdi, Suudi Arabistan TV kanalları Al Arabiya ve Al-Hadath’a açıklamalar yaptı. Abdi, Şam yönetimiyle yapılan temaslarda, SDG'nin ülkenin savunma sisteminin bir parçası olması gerektiğini vurguladığını söyledi. "Tek ordu, tek hükümet, tek devlet" sloganını savunduklarını belirten Abdi, SDG’nin Suriye Savunma Bakanlığı’na dahil olacağını, anlaşmanın ise tek bir ordu ve tek bir bayrak altında Suriye'nin birliği üzerine kurulu olduğunu anlattı.

Kuzeydoğu Suriye’yi kontrol eden terörist Suriye Demokratik Güçleri (DSG) nin başında olan teröristbaşı Mazlum Abdi, Şam yönetimiyle diyalog kanallarının açık olduğunu ve Suriye’nin birlik içinde, tek ordu ve tek bayrakla yönetilmesi gerektiğini vurgulayarak, merkezi yönetimle bu konuda mutabık olduklarını söyledi.

Abdi, Kürtçenin resmî dil olarak tanınmasını talep ettiklerini de açıkladı. “100 bin savaşçının Savunma Bakanlığı bünyesine entegre edilmesi, tek ve merkezi bir ordunun kurulması açısından önemli bir adımdır” diyen Abdi, Rakka, Haseke ve Deyrizor gibi bölgelerdeki bazı yerel yönetim kurumlarının merkezi idareye entegre edilmesi için resmî bir talep sunulduğunu ve bu sürecin devam ettiğini söyledi. Abdi, Suriye hükümetiyle günlük iletişim halinde olduklarını ve 10 Mart Anlaşması’nın tüm maddelerinin yıl sonuna kadar uygulanması için çalışıldığını kaydetti.

Suriye'nin güneyinde ise Cumhurbaşkanı Şara, Süveyda'daki Dürzi liderlerle istikrarı sağlamak ve bölgeyi devlet içine entegre ederken bir miktar idari özerkliği de muhafaza etmelerini sağlayacak bir anlaşma imzaladı. Ancak bu anlaşmalar da kâğıt üzerinde kaldı.

PKK’nın Suriye kolu, Süveyda’da Dürzi halkının ruhani lideri İsrail uşağı El Hicri’yi Ocak ayında ziyaret etmişti. Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) siyasi kolu Demokratik Suriye Meclisi, Dürzilere ziyarette bulundu.

Heyette MSD Eşbaşkanı Leyla Qereman, Eşbaşkan Yardımcısı Eli Rehmun, MSD Kadın Bürosu üyesi Janda Remo ve Kürt Demokratik Anlaşma Partisi Genel Sekreteri Fewzi Şengali yer aldı. Suriye’nin Süveyda kentine giden heyet, Dürzilerin ruhani lideri Hikmet Selman el-Hicri ile bir araya geldi. SDG heyeti "Rojava modeli, Suriye için model olabilir" demiştir. İsrail taraftarı Hicri, ise Dürzilerin Suriye'de İslami yönetimi reddettiğini ve farklı bölgeler arasında yetkilerin paylaşıldığı laik, demokratik bir devleti tercih ettiklerini duyurmuştu. YPG/ SDG, Şam yönetimine ve Arap aşiretlerine karşı İsrail yanlısı Dürzi milislerin yanındadır.

ARAP AŞİRETLERİ ŞARA YÖNETİMİNİN YANINDA

İsrail destekli Hikmet el Hicri'nin başını çektiği Dürzi milisler sorununda İsrail'in söz konusu grubu öne sürerek kendisini Dürzilerin garantörü olarak nitelendirmesi ve Şam'ın güneyini silahsızlandırılmış bölge ilan etmesi, konuyu çok katmanlı bir tarafa çekmektedir. Süveyda'da mukim olan Bedevi unsurlarla Dürzi gruplar arasında yaşanan çatışmaların sona erdirilmesine yönelik Şam yönetiminin müdahalesi ve müdahaleye giden konvoyların Dürzi milisler tarafından pusuya düşürülmesi, bugünkü gerilimin ana kaynağını oluşturmaktadır.

Özerklik peşinde koşan Dürziler, bedevi sivillerin çocuklarına ve kadınlarına yönelik katliamlara başladılar. Arap Aşiretler tam bir seferberlik ve cihad ruhuyla hareket ederek Süveyda’ya yürüyünce, işlerin Dürziler açısından vahameti bir anda ortaya çıktı. Bir gün önce İsrail’in yardımıyla şehirden çıkardıkları hükümet birliklerini aşiretlere karşı imdada çağırdı Dürzi lider.

Akidat, Şemar, Anze, Bekkara, el Cebur, Hadidin, Neim, Mevali, Favaira, Beni Halid, Beni Said, Ageydat, Sehhane ve Şerabin aşiretlerinden temsilciler yanlarındaki silahlı adamlarıyla birlikte İsrail dostu Dürzi ayrılıkçılara karşı seferberlik ruhuyla yola çıktılar. Yayınladıkları bildiri bütün işgalcilere ve hainlere ders, bütün dünyaya da bu ülkedeki durumun bir aynası gibiydi:

“Bizler, Suriye çölünün evlatlarıyız… Süveyda vilayetinde Hicri milislerin bedevi aşiretlerine karşı işlediği cinayetleri, katliamları ve masum insanları yerinden etme politikalarını derin bir endişeyle takip ediyoruz.

Ahlaki ve insani sorumluluğumuz gereği, aşağıdaki hususları kamuoyuna duyuruyoruz:

1. Suriye hükümetini, bölge dışından gelen ve bedevi kardeşlerini savunmak için hareket eden savaşçıların faaliyetlerine müdahale etmemeye veya engel olmamaya çağırıyoruz. Bu savaşçılar, mazlumları, kadınları, çocukları ve yaşlıları koruma haklarını meşru bir şekilde kullanmaktadır.

2. Bu savaşçılara karşı alınacak herhangi bir önlem, suç işleyenlerden yana açık bir tavır anlamına gelecek ve bu durumun arkasındaki herkes, katliamların devam etmesinden ahlaki ve tarihi sorumluluk taşıyacaktır.

3. Suriye aşiretleri olarak, mücadele eden evlatlarımızın arkasında tek yürek olduğumuzu bildiririz. Onlara yönelik herhangi bir saldırı, aşiretlerimizin kararlı ve sert bir şekilde birleşik tepkisiyle karşılanacaktır.

4. Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve halkının birliğine inanıyoruz ancak halkımızın onuru ve güvenliği kırmızı çizgilerimizdir. Bu sınırlar, hiçbir gerekçeyle aşılamaz.

Süveyda ili giriş kapısından bir aşiret savaşçısının, ayrılıkçı Hikmet el Hicri ve ona bağlı gruplara şöyle seslendiği kaydedildi: “Suriye’nin aşiretleri böyledir; sinirlendi mi, volkan gibi patlar... Biz İran’a, Rusya’ya ve tüm ayrılıkçı gruplara karşı durduk.”

Suriye’nin güneyindeki Süveyda ilinde tansiyon, Bedevi Arap aşiretlerinin Dürzilere yönelik yayımladığı açıklamayla yeni ve tehlikeli bir boyuta ulaştı.

Silahlı Bedevi gruplar, yayımladıkları video mesajda, Süveyda ve tüm Suriye “devletin kanatları altına dönene kadar” kahve içmeyi kendilerine “haram” kıldıklarını ilan etti.

"Fincanlarımızın şıkırtısı bize haram olsun"

Yayımlanan videoda konuşan bir aşiret temsilcisi, Süveyda’daki Dürzi protestolarına açık şekilde karşı çıktıklarını belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Hepimiz adına diyoruz ki, kahve içmek ve fincanlarımızın şıkırtısı bize haram olsun; ta ki tüm Suriye, tüm vilayetleriyle ve en başta Süveyda, devletin sancağı ve kanatları altına dönene kadar.”

Bu ifade, Bedevi kültüründe yalnızca olağanüstü durumlarda kullanılan ve savaş ilanı anlamına gelebilecek kadar güçlü bir yemin olarak değerlendiriliyor.

Kahve yasağının kültürel anlamı: Bir tehditten daha fazlası.

Bedevi toplumunda kahve, sıradan bir içecekten çok daha fazlasını temsil eder. Misafirperverliğin, onurun ve sosyal düzenin sembolü olan kahve, aynı zamanda barışın ve normal hayatın bir göstergesidir. Kahveyi kendine haram kılmak ise aşağıdaki mesajları içerir:

Onur Meselesi: Yemin, aşiretin büyük bir hakarete uğradığını ve bu durumun ancak intikam veya güçlü bir cevapla giderilebileceğini ima eder.

Normal hayatın askıya alınması: Kahve keyfinden vazgeçmek, "sorun çözülene dek hiçbir şey normal olmayacak" anlamına gelir.

Açık tehdit: Söz konusu mesele çözülene kadar geri adım atılmayacağı, kararlılığın sürdürüleceği ilan edilir.

İsrail’in, Suriye'de etnik ve mezhepsel ayrılıkları körükleyerek istikrarsızlık yaratma planı, Arap aşiretlerinin net tavrıyla bozuldu. YPG üzerinden Kürt grupları, Dürzî şeyhi El Hicri eliyle de Dürzî toplulukları Şam yönetimine karşı kışkırtmaya çalışan Tel Aviv yönetimi, beklemediği bir çıkışla karşılaştı.

Suriye’nin kuzey ve doğu bölgelerinde etkili olan 133 Arap aşireti ve kabile, yayımladıkları ortak bildiriyle Ahmed Şara yönetimine bağlılıklarını yineledi. Açıklamada, PKK/YPG terör örgütü ve dış destekli gruplara karşı gerekirse askeri seferberlik ilan edileceği bildirildi. Aşiretler, “Suriye'nin birliğini ve egemenliğini savunmak için devletin yanında savaşacağız” ifadelerine yer verdi.

DÜRZİ İNANCI VE DÜRZİLER


Dürzilik, Fatımi halifelerinden Hakim-Biemriallah döneminde (996-1021) Vezir Hamza b. Ali tarafından kurulan aşırı bir fırka.

Dürzîlik, aslında Sünni-Şii ayrımında Hz. Ali'nin taraftarı olup yüzyıllar sonra da kendi aralarındaki teolojik ve felsefi ayrışmada Caferilikten kopan İsmaililiğin bir alt koludur.

Batıni/ezoterik yapısı sebebiyle Dürzi inancının ayrıntılarının tespit edilmesi, tıpkı Nusayrilik inancı gibi, oldukça zor olarak görülüyor. Zira Dürzi inancında açığa vurulan bazı inanışlar olduğu gibi gizli olan birçok inanış da mevcut. Gizliliğin korunması içi takiyyeye de önem veriliyor. Dürzi inancı, zamanla İslam'ın ana akım öğretilerinden uzaklaşarak kendine özgü bir teoloji ve kapalı bir topluluk yapısı geliştirmiştir.

Dürzîler, inançlarını gizli tutmuş ve dışarıya kapalı bir cemaat olarak yaşamışlardır. Bu özellikler, hem Sünnî hem de Şiî Müslümanlar arasında Dürzîler hakkında “sapkın mezhep” veya “İslam’dan ayrılmış topluluk” şeklinde bir algının oluşmasına yol açmıştır.

Dürzîler, tarih boyunca hem Müslüman yönetimler hem de diğer topluluklar tarafından zaman zaman baskı, dışlanma ve şiddete maruz kalmışlardır. Osmanlı ve İngiliz Mandası dönemlerinde, Dürzîler, bölgedeki diğer topluluklarla ve merkezi otoritelerle çeşitli isyanlar, çatışmalar ve siyasi dalgalanmalar yaşamışlardır. Bu olayların arka planı, Dürzîlerin tarihsel olarak hem kendi özerkliklerini koruma çabalarından hem de bölgedeki karmaşık dini ve etnik dengelerden kaynaklanmaktadır.

Dürziler Arap etnik kökeninden gelen bir tür batıni inanç grubu olarak kabul ediliyor. Dürzilerin büyük kısmı Arap olarak tanımlanıyor ve Arapça konuşuyor. Bu açıdan Dürziler etnik ve dini bir azınlık olarak görülüyor.

Dürziler, Suriye, Lübnan, İsrail ve İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri'nde yaşayan, Arapça konuşan bir azınlık.

Kuzey Lübnan'daki Lübnan Dağı çevresinde ve güney Suriye'deki Süveyda ve Arapçada "Dürzi Dağı" anlamına gelen Cebel el-Dürzi civarındaki köy ve kasabalarda yaşıyorlar.

Suriye'de ise yaklaşık 350 bin nüfusa sahip olan Süveyda kentinin büyük çoğunluğunu Dürzi etnik nüfusu oluşturuyor.

Bugün Lübnan, Suriye ve İsrail'de yaşayan Dürzîler İslâm dini içerisinden çıkmış diğer fırkalardan oldukça farklı bir yapıya bürünmüştür.

Dürzilik, Miladi 1000’li (hicri 400’lü) yılların başında İsmaililiğin hüküm sürdüğü Fatımi Devleti içinde Mısır’da ortaya çıkmıştır.

Dürziler, Dürziliği 11'inci yüzyılda Kahire'deki Fatımi imamların oluşturduğu felsefe ve tasavvuftan etkilenen mezhep olarak açıklıyor. Dürzilik, Şiiliğin aşırı bir yorumu olan İsmaililiğin içinden neşet etmiştir.

Fatımiler’in altıncı halifesi Hakim-Biemrillah’ın yönetimi ele alışından bir süre sonra, İsmailiyye’nin mezhep hiyerarşisi üzerinde ilâhî bir şahsiyet olma yolundaki gayretlerini önemli bir fırsat olarak değerlendirmek isteyen bazı İsmaililer, onun düşünce ve tasavvurlarını destekleyerek teşkilâtlanmaya başladılar.1 Muharrem 408 (30 Mayıs 1017) tarihinde ilâhlığını açıklayan Hakim yeni bir devrin başladığını, kurulan yeni dinin imamlığına da İran asıllı Hamza b. Ali’yi getirdiğini ilân etti. Esasen hareketin kurucusu olan Hamza b. Ali, yardımcılarını da (hudûd) belirleyerek yeni dönemde İslâmî mânada ibadete ihtiyaç kalmadığını, insanların gerçek ilâhî bilgileri kendilerinden öğrenmeleri gerektiğini ileri sürdü.

Hamza’nın, bütün dinî gerçekleri en geniş anlamıyla kapsayan müstakil bir sistem olduğunu savunduğu bu hareket nâdiren Hâkimiyye diye anılırsa da en yaygın olan adı Dürziyye’dir “Dürzî” adlandırması Hakim Biemrillah’ın komutanlarından Ebû Mansûr Anuştekin ed-Derezî’den kaynaklı. Fırka, önceleri Hamza’nın yakını ve dâîsi iken daha sonra mürted sayılan Anuş Tegin (Neştekîn) ed-Derezî’nin yoğun propagandalarından dolayı bu adı almıştır.

Neş-Nuş-tekin ed-Derezî, Suriye ve civarında yaptığı propagandalarda hareket adına oldukça olumlu sonuçlar elde etti. Suriye Dürzîliği’nin kurucusu olarak kabul edilir

Hicri 4. asırda Fatımi halifesi VI. Hakim b. Emrillah’a tuhaf ve ezoterik davranışları sebebiyle ilahî özellikler atfeden Hamza b. Ali, Neştekin ed-Derezi ve Hasan el-Fergani Dürziliğin kurucularıdır. Onlar bu ilk dönemi Keşf Dönemi olarak ilan etmiştir. Hakim’in ilah olduğunu inanç merkezine alan ve yeni-Platoncu düşünceden etkilenen Dürziler, bu görüşleriyle yerel halkın tepkisini çekmiş ve bu süreç Hakim’in öldürülmesine kadar gitmiştir. Hakim’in öldürülmesinden sonra Dürziler de Lübnan dağlarına iltica etmiştir.Hamza b. Ali’den sonra Dürzi hareketi liderliğine getirilen Muktena Bahaeddin kendisiyle birlikte Keşf Dönemi’nin kapandığını ilan etmiştir. Bundan sonra Dürzilik, içine başkalarını almayan kapalı bir cemaat hüviyetine bürünmüştür. Dürzi literatüründe en önemli kitap 111 risaleden oluşan Resail’ül Hikme’dir. Kadın erkek eşitliğine önem veren Dürziler, İslam’ın beş esasını reddetmiş, yerine kendileri yedi esas ikame etmiştir

Dürzîleri diğer fırkalardan ayıran en büyük özellik Hakim Biemrillah’ın Tanrı olduğuna inanmalarıdır. Dürzîlik, özellikle yaratılış düşüncesi, tevil yöntemi konusunda büyük oranda İsmailîlik ile benzer noktaları olsa da dışardan gelen birçok unsuru da içine dâhil ederek Şîa içerisinden neşet etmiş bütün mezheplerden farklı bir yapı ortaya koymuştur.

Dürzilikte ibadetler, tahsis edilen özel mekânlardaki meclislerde ifa ediliyor. İbadetlerini son derece gizlilik içinde yerine getiren Dürzilerin, içeriğini açıklamayı reddettikleri (Risaletu'l Hikme) inanırlar

Hamza b. Ali tarafından şekil verilen Dürzîliği İslâm dini içerisinden çıkmış diğer fırkalardan ayıran en büyük özellik Hakim Biemrillah’ın Tanrı olduğuna inanmalarıdır.

Tanrı’nın ilahî (lâhûtî) ve insanî (nâsûtî) iki veçhesi olduğuna inanan Dürzîler, Hakim Biemrillah’ın bu insanî veçheyi taşıdığını düşünmektedirler. Onlara göre Tanrı daha önce başka insanların bedeninde tecessüm ettiği gibi, Hz. Ali’nin ruhunu taşıyan Hakim’de tecessüm ederek, yeryüzüne inmiştir. Fakat Tanrı’nın Hakim’in bedeninde cisim bulması, daha öncekilerden oldukça farklı olarak mükemmel bir şekilde zuhur etmiştir.

Dürzîler, Hakim’in öldürülmesini, gayba karışma olarak algılamaktadır. Hakim Tanrı olması sebebiyle ölmemiş, sadece belli bir süreliğine dünyadan çekilmiştir ve yeryüzüne tekrar geri döndüğünde, dünyanın hâkimiyetini Dürzîlere verecektir.

Dürzîler, Tanrı’nın farklı insanlarda kendini göstermesi fikrinin bir yansıması olarak, insanların da öldükten sonra farklı bedenlere geçiş yaptığını düşünmektedir.

Dürzîler, Namaz, oruç, hac gibi hükmü kaldırılan ibadetlerin yerine Hamza b. Ali tarafından oluşturulan yedi esasa uyarlar.

Mustafa Öz, Diyanet tarafından çıkarılan İslam Ansiklopedisinin “Dürzilik” Maddesinde yedi esası şöyle anlatıyor:

Yedi Esas. Dürzîliğin hem inanç hem de ahlâkî yönüyle ilgili olan yedi vasiyet mezhepte dördüncü farz olarak bilinir. Onlara göre Hamza b. Ali tenzil ve te’vil ehlinin, yani Ehl-i sünnet ile Şîa’dan İsnâaşeriyye, İsmâiliyye ve Karâmita’nın gerekli gördüğü kelime-i şehâdet, namaz, oruç, hac, zekât, cihad ve velâyet gibi esasları en-Naḳżü’l-ḫafî adlı risâlesinde iptal etmiştir. Hamza bunu yaparken Hakim-Biemrillâh’ın fiil ve davranışlarından ilham almıştır. Ona göre Hakim uzun müddet namaz kılmamış, cuma, cenaze ve bayram namazlarına iştirak etmemiş, 400 (1009-10) yılında zekâtı kaldırmış, oruç tutmayı ve hacca gitmeyi gereksiz görmüş, cihadın zâhir ve bâtınını ilga etmiş, te’vil ehli olan Batıniyye yahut İsmailiyye’nin özellikle Ali b. Ebû Tâlib ve nesline tahsis ettikleri velâyeti sadece kendisine tanımıştır. İptal edilenlerin yerine konulan yedi esas şunlardır:

“1. Doğru sözlülük. Namazın yerine konulan bu esasa göre bir Dürzî dindaşı hakkında doğru sözlü olmak zorundadır. Ancak diğer din mensupları için hayat hakkı da dâhil olmak üzere hiçbir konuda doğruluk prensibinin uygulanması gerekli değildir. Çünkü Bahaeddin’in ifadesine göre onlar zalim, kör ve cahildirler. Dürzîler “sıdk” kelimesini ve bütün türevlerini “sad” harfi yerine “sin” ile yazarak ebced sistemine göre buradan hudûd ve dâîlerin sayısını (164) çıkarırlar. Dâîlerin doksan dokuzu imama aittir.

2. Din kardeşlerini korumak. Zekâtın yerine konulan bu esas sadece mezhep kardeşliğine hasredilmiştir.

3. Var olmayana ibadetten vazgeçmek. Oruç yerine konan bu esasa göre Dürzîler’in Hakim’den önceki inanç ve ibadetlerinin, mevcut olmayana ibadet sayıldığından hiçbir değeri yoktur.

4. İblîsler ve azgınlardan uzaklaşmak. Hacca karşı konulan bu kurala göre uzak durulması gereken kimselerden maksat geçmiş peygamberlerdir. Dürzîler prensip olarak bütün peygamberlere muhaliftirler. Çünkü peygamberler Hakim’i bırakarak insanları asla zuhur etmeyen bir ilâha çağırmışlardır. Hamza b. Ali bütün peygamberlerle ve özellikle şeriat sahibi Hz. Âdem, Nûh, Mûsâ, İsa ve Muhammed ile savaşmayı, onların bozulmuş olduğunu iddia ettiği akîde, şeriat ve dinlerinden uzaklaşmayı zaruri sayar. İsmâiliyye’de görülen “nâtık” ve “esas”, yani peygamber ve onun yerine geçen imam Dürzîler’e göre İblîs ve şeytandır. Âdem şecere itibariyle beşerin dedesi olan, topraktan yaratılan ve Allah’ın halifesi olan Âdem değil, Maniheizm’deki kadîm ve orijinal insan veya yahudi kabalizmindeki Adam Kadmon olarak kabul edilir.

Ancak günümüz Dürzîler’i Hz. Muhammed hakkında daha mülâyim bir yol takip ederek onun, kendi dinlerinde sadece risâlet vasıtası olmak gibi sınırlı bir yeri bulunduğunu yahut Tanrı elçisi olduğunu kabul ederler.

5. Hakim-Biemrillah’ı her devirde tek ilâh olarak tanımak. Kelime-i şehâdete karşı konulan bu kural, gizlilik esasına riayet maksadıyla başka din mensuplarının yanında lisanen terkedilip kalben uygulanabilir. Zor durumlarda Hakim’in ulûhiyyeti dille inkâr edilebildiği gibi Hamza b. Ali’ye de lisanen küfür ve lânet câizdir.

6. Hakim’in hüküm ve fiiline rızâ göstermek. Cihadın karşılığı olarak benimsenen bu kurala göre Hakim’in her türlü fiiline razı olmak, o fiillerin mutlaka bir hikmete bağlı olarak işlendiğine inanmak gerekir.

7. Her durumda Hakim’in hükmüne boyun eğmek. Velâyetin yerine konulan bu kural, Hamza b. Ali’ye göre bütün öğretilenlerin gayesini teşkil etmektedir.”

11. yüzyılın başlarında Mısır’a kadar uzanan kökenleri, farklı itikadi anlayışlarıyla Dürziler inanç sisteminde heterodoks bir alt başlıkta Müslümanların makbul olmayan bir kolu olarak yüzyıllarca kategorize edildi.

Bir tuhaf inanç hareketi olup, '12 İmam Şiası' tarafından reddedilen 'İsmailiye' veya 7 İmam Şiası' diye anılan mezhebin, ve yine 12 İmam Şiası tarafından kabul edilmeyen Osmanlı döneminde daha çok da Suriye ve Cebel-i Lübnan'da yaşayan ve kendi içine kapalı ve günümüze yansıyan şeklidir.

Bâtınî karakterli olan, bünyesinden çıktığı İsmâilî çevrenin inançlarını reddeden ve kendilerini tevhid ehli diye adlandıran Dürzîler, asırlar boyu hemen herkes için bir muamma olma özelliğini korumuştur. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa, Suriye seferi esnasında (1831-1838) Vâditteym’de (bugünkü Şûf) Dürzîler’i mağlûp edince Mısır askerleri mâbedlerine girerek çok sayıda kitaplarına el koydular. Hepsi de Arapça olan bu yazma eserler, daha sonra dünyanın çeşitli kütüphanelerine intikal etmiş ve diğer dillere çevrilmiş olduğu için fırka hakkında bilgi edinmek nisbeten kolaylaşmıştır. Özellikle Cebelidürûz’da 1935 Dürzî ihtilâlinden sonra mezheple ilgili eserler açıkça basılıp yayımlanmaya başlamıştır. Bütün bunlara rağmen bâtınî karakteri ve gizliliği prensip edinmesinden dolayı Dürzîliğin gerçek yüzünü tesbit etmek günümüzde de birtakım güçlükler arzetmektedir.

Dürziler Ortadoğu'da geçmişten bugüne farklı pozisyonlarda bulundu ve farklı duruşlar sergiledi. Bu durumda, gerçekten Dürzi inancına bağlı olan kesimler ve kültürel olarak bu inançtan gelenler arasındaki fark da belirleyici oldu.Dürzîler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde özellikle Lübnan Dağları ve Suriye’nin güneyinde (bugünkü İsrail’in kuzeyinde, Golan ve Galile bölgesinde) yarı özerk bir topluluk olarak yaşamışlardır. Osmanlı yönetimiyle zaman zaman çatışmalar yaşanmıştır. En bilinen örneklerden biri, 19. yüzyılda Lübnan’da Dürzîler ile Mârûnîler arasında yaşanan kanlı çatışmalardır (1860 Lübnan Dağları Olayları). Bu çatışmalar, binlerce kişinin ölümüne yol açmış ve bölgedeki mezhepsel ayrışmayı derinleştirmiştir.

Abbasi sarayında da görevler alan Dürziler Osmanlı Devleti devrinde de önemli pozisyonlar elde etti. Bunlardan biri de kuşkusuz Emir Şekib Arslan'dı. Dürzilerin önde gelen ailelerinden biri olan Arslan ailesinden gelen Emir Şekib, Sünnileşen Dürzilerden biridir. Bölgede etkin bir figür olan Emir Şekib, Araplar içerisinde Osmanlı'nın ve İslam birliği politikalarının en büyük savunucularından biri olmuştur.

Gerçi, Osmanlı'nın son döneminde o cemaatin içinden çıkmakla birlikte, Osmanlı'nın dağılmaması için çırpınan, feryat eden, Arap dünyasını bu çizgide uyandırmaya çalışan Şekib Arslan, Dürzî'lerin (çoğul şekliyle, Deraiz'in) zaman içindeki yanlışlarından kurtarılıp, aslında bir sünnî mezhebi sayılması gerektiğini de belirtmiştir.

İngiliz Mandası döneminde Dürzîler, Filistin’deki Arap isyanlarına (özellikle 1936-1939 Büyük Arap İsyanı) genellikle mesafeli durmuş ve çoğu zaman tarafsız kalmaya çalışmışlardır. Bunun nedeni, hem kendi topluluklarını koruma refleksi hem de Arap milliyetçiliğiyle tam olarak bütünleşmemeleridir. Ancak, zaman zaman Dürzîler ile Arap milliyetçileri veya Yahudi yerleşimciler arasında yerel düzeyde çatışmalar da yaşanmıştır.

Topluluklarına yönelik uygulanan şiddet, sürülmeler, baskılar onları bugünün Lübnan-Suriye coğrafyasına taşıdı. Lübnan’ın kurucu unsurlarından oldular, siyasetine yön verdiler. Ama bunu yaparken en çok yan yana yaşadıkları Katolik Hristiyan bir topluluk olan Marunilerle çatıştılar.

Suriye Dürzileri, Toplam nüfusları 700 bine yakın olduğu tahmin edilen Suriye Dürzîleri Halep ve Şam gibi büyük şehirlerin yanı sıra ağırlıklı olarak Suriye’nin Süveydâ şehrinde yaşamaktadırlar. Kültürlerini ve inançlarını dış dünyaya kapalı, farklı mezheplerden evliliklerin yasak olduğu ve din değiştirmeye izin vermeyen bir sosyal yapı içinde yaşayarak korumayı başaran Dürziler, bir yandan da jeopolitik dengeleri çok iyi okuyarak ve güçlü işbirlikleri yaparak Lübnan, Suriye ve İsrail gibi bölgenin en karmaşık, çatışmaların yüzlerce yıldır eksik olmadığı ülkelerde yaşamayı sürdürebildiler.

Dürzi bayrağı, Dürzilik inancını simgeleyen ve beş farklı renkten oluşan bir bayrak. Her bir renk, Dürzilerin kutsal kitaplarından biri olan Hikmet Kitabı (Risal el-Hikme)'deki öğretileri temsil ediyor. Bayrak genellikle üçgenler veya beş ayrı şerit halinde sunuluyor.

LÜBNAN’DAKİ DÜRZİLER VE CANPOLAT AİLESİ

Dürzi lider Kemal Canbolat 1917 yılında, Dürzilerin ileri gelen ailelerinden biri olan Canbolat ailesinin bir üyesi olarak Chouf'daki Muktara'da doğdu. Babası, Fuad Canbolat, 6 Ağustos 1931 yılında suikast sonucu öldürülmüştür. Babasının ölümünden sonra annesi Nazira, onun yerine geçti ve ülke politikasında önemli rol oynadı.

Canpolat sülalesinin en şöhretli temsilcisi ve mirasçısı olan Kemal Canpolat’tır Özel uşaklar ve mürebbiyeler eşliğinde eğitilip büyütülen Kemal Canpolat 16 yaşındayken Arapça ve Fransızca şiir yazmış; 1933'te birlikte yetiştiği Müslüman ve Hıristiyan arkadaşlarıyla okuduğu enstitünün gönderine Lübnan bayrağını asmışlardı. Bir yıl sonra da Mısır'ın İngiltere'ye karşı bağımsızlığını kazanmasını vesile ederek aynı okulda tatil ilan etmişlerdi.

1937'de Paris Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne yazıldı. Sosyoloji bölümünden diploma aldı İkinci Dünya Savaşı koşullarında ülkesi Lübnan'a döndü. Beyrut'taki bir Fransız üniversitesine yazılarak hukuk diploması aldı. Ekonomi ve siyaset bilimi okudu. Bir yıl süren "devlet avukatlığı", 1943'te eniştesi ve milletvekili Hikmet Canpolat’ın öldürülmesiyle sona erdi. Dürzî toplumu, 25 yaşındaki Kemal Canpolat’ı lider olarak seçtiler ve aynı yıl milletvekili olarak parlamentoya gönderdiler.

1940'ların başında Lübnan Parlamentosu'na ilk kez seçildiğinde, başını eğerek meclis salonuna girince, oranın gediklisi sayılan bir aristokrat milletvekili, Dürzî olması hasebiyle kendisini aşağılamaya kalktı: "Başınızı eğik tutmanız, utancınızdan olmalıdır Kemal Bey!

Dürzî lider, ona şöyle cevap vermişti:

“Taneleri sağlıklı ve dopdolu olan buğday başağının başı daima eğiktir beyefendi!

Kemal Canpolat, Dürzî yoğun bölgenin özerk yapısını korumak üzere 1947'ye kadar koalisyon hükümetlerine katılarak farklı bakanlık koltuklarına oturdu. O tarihten sonra muhalif bir çizgi izledi.

Kemal Canbolat, 17 Mart 1949 yılında İlerici Sosyalist Parti (PSP)'yi kurar ve parti programı 1 Mayıs 1949 yılında oylanır. PSP "ılımlı sosyalizm, demokrasi ve hümanizm" ilkelerine dayalı sosyalist bir partidir ve Lübnan'daki geleneksel karakterdeki partilere muhalefet eder. Kuruluşunu 1 Mayıs 1949’da ilan ettiği İlerici Sosyalist Parti’nin resmî hedef de “sosyal eşitliğe, adalete ve halkın eşitliğine dayanan sosyalist bir toplumu Lübnan’da inşa etmek”tir. PSP, kendi başına da Canbolat’ın vaatlerini gerçekleştirmenin vasıtasıdır: Partisinin 1960 seçimlerinde meclise gönderdiği 12 milletvekilinin yarısı Müslüman, yarısı Hristiyandır.

1950 yılında yaptığı bir açıklamada, “İnsanları sefaletten ve hastalıktan; kendilerinin ve çocuklarının kaderleri hakkındaki endişelerden; cehaletten ve işsizlikten özgür kılacaklarını” beyan eder. Bu sözlerde, 1945 sonrası sosyal demokrat refah devletinin “ruhu” dolaşmaktadır; Beveridge Raporu’nda ilan olunan “beş dev” karşıtı savaşın Lübnan cephesini açma teşebbüsü vardır.

Kemal Canbolat da demokrasiyi, sosyalizmin eşi ve tamamlayıcısı kabul eder; totaliterliğin sağ ve sol kanatlarını reddeden 1945 sonrası sosyal demokrat tavrı da paylaşır: “İnsancıl bir bakışı içermeyen her türlü adalet girişimi, faşist ya da komünist olsun, toplu katliam anlamına gelecektir.”

1960 yılında Ulusal Mücadele Cephesi'ni kurarak ilerici ve demokrat partilerle şahsiyetleri bu çatı altında topladı.

SOSYALİST DÜRZİ LİDER : KEMAL CANPOLAT

1965'te gerçekleşen Asya-Afrika Dayanışma Konferansına temsilci sıfatıyla katıldı. Bir yıl sonra milletvekilleri ve halk temsilcilerinden oluşan heyetin başkanı olarak Çin'i ziyaret etti. 1960'lardan itibaren Cezayir ve Filistin halkının kurtuluş mücadelesine aktif destek verdi. Filistin Devrimi'ne katkıda bulunan Ortak Arap Cephesi Genel Sekreteri seçildi. Kemal Canpolat, Lübnan'daki Filistin mülteci kamplarını gezip halkı dinlerdi; Lübnan'daki istikrarsız siyasi dengelerde Filistin Devrimi'ni koruyup kollardı. Onun çok sayıda devlet başkanı ve uluslararası şahsiyetle iyi ilişkileri vardı. 1970'lerdeki bölge ve dünyadaki barışçıl faaliyetleri nedeniyle "Lenin Barış Ödülü" aldı.

1975 yılında İsrail destekli Falanjist Hıristiyan milislerinin sivil Filistinlilerle dolu bir otobüse pusu kurup içindekileri katletmesiyle başlayan Lübnan İç Savaşı sırasında Kemal Canpolat, Siyonist komplonun ciddiyetini kavrayarak Lübnan Hareketi'nin başını çekti; Filistin örgütlerini de bu hareketin içine kattı. Bu hareket, Lübnan'daki mezhepçi ve etnik dengelerin değişmesinden yanaydı.

Osmanlı'daki "millet sistemini" andıran cemaatçiliğin yerine demokratik laik/seküler bir sistemin kurulması için mücadele ediyor; meşrebine yahut mezhebine bakılmaksızın eşit ve imtiyazsız vatandaşlık hakkı istiyordu.

Öte yandan, Lübnan koşullarında bir demokrasi talebi, reformculuğuna açılan yolun başlangıcını işaretleyen bir geçittir. Yaşamını yitirdiği 1977’de “İlerici bir temsil sistemiyle birlikte seküler, sivil ve demokratik bir devletin kurulması”nın, 1789 Fransız Devrimi’nin Lübnan tarzında yinelenmesi anlamına geleceğini ifade eder. Canbolat’ın, daha ülkenin kuruluşunda tüm çürümüşlüğü açığa çıkan çarpık düzene karşı teklif eşit yurttaşlığın hayata geçirilmesidir.

Kemal Canbolat, seküler bir devlet talebiyle, “bir mezhepsel egemenliğin yerine diğerinin geçmesi”ni engellemeyi hedeflemişti. Bu anlamda sosyalist hedefler doğrultusunda, Kemal Canbolat siyasi mezhepçiliği kesin bir dille reddederek mezhepsel ilkelerin dini arenada korunması gerekliliği savunuyordu

1975, Lübnan iç savaşının başında Kemal Canbolat, ilerici-İslamcı partilerin koalisyonunun temel üyelerinden biriydi. Ağustos 1975'te, Lübnan'da geleneksel politikaya son verecek bir politik program oluşturdu. 1975'ten 1976'ya kadar Canbolad, FKÖ'nün yardımıyla Lübnan'ın %70'ini kontrol etmekteydi. 1976 yılında Suriye'nin Marunilerin tarafında savaşa müdahale etmesine karşı çıktı.

Farklı siyasi hareketlerin ölümüne çatıştıkları iç savaşta Lübnan Hareketi, ulusalcı Arap devletleri (Suriye, Irak, Libya, Cezayir, Güney Yemen), Bağlantısızlar Hareketi ve sosyalist ülkeler tarafından destekleniyordu.

Lübnan'daki iç savaş "Büyük Suriye" hayali gören Esad için bir fırsat oldu. Lübnan'ı kendi siyasi ve askeri vesayetine alıp, icabında ilhak edebilecekti.

Tam da bu noktada BAAS rejiminin lideri diktatör Esad, Kemal Canpolat’ı sıkıştırıp iki seçenekle karşı karşıya bıraktı: Ya karşıt cephenin egemenleriyle uzlaşacak yahut Suriye'nin Lübnan için hazırladığı "fırsatçı" planın bir parçası olarak hareket edecekti.

Ülkesinin vesayetten uzak, demokratik ve bağımsız olması uğruna mücadele eden Kemal Canpolat Firavun Esad'a ısrarla karşı çıktı. 16 Mart 1977'de, Suriyeli birliklerin de içinde olduğu Arap Caydırıcı Gücü'nün kontrol noktasına yakın bir yerde, korumalarıyla birlikte öldürüldü Suikastin, Suriye muhaberatı tarafından yapıldığını hem Dürziler hemde Ortadoğu’daki siyasi çevreler söylüyor. Bütün şüpheler Suriye Ulusal Sosyal Partisi ve Baas Partisi üzerinde toplandı.

Kemal Canpolat’ın yerine Oğlu Velid Canbolat geçti Kemal Canbolat (doğal karizması ve Lübnan’ın çatışma sahasındaki liderliğiyle ön plana çıkan bir isimdi. Özellikle 70’li yıllardaki bloklaşmada kurduğu “Ulusal Mücadele Cephesi” ile hem Falanjistlerle (Sağcı Hristiyan milisler) olan mücadeleyi yürütmüş hem de Filistin davasında Ürdün’den sürülerek Lübnan’a gelmek zorunda kalan Filistin Kurtuluş Örgütü’ne destek çıkmıştı. Kurduğu şemsiye içindeki alaşım bile Lübnan’ın farklı renklerini ortaya koymuştu: Lübnan Komünist Partisi’nin askerî kanadı, Şii Emel hareketinin öncülleri, Baas’cı gruplar, Sünni unsurlar cephenin hatlarını oluşturuyordu.

Kemal Canbolat, Suriye’nin tiranı Hafız Esad'ın Lübnan'ın kaderini belirleme, ülkeyi boyunduruk altına alma ve dengeleri yeniden şekillendirme hakkını kabul etmedi Onun varlığı, baba Esad'ın bölgesel ve küresel taraflardan elde ettiği yetkiyi, küçük ve sorunlu ülkeyi kontrol etmek için kullanmasının önünde bir engel haline geldi.

Canbolat, Muhsin İbrahim'e, "Kaderimi biliyorum ve bundan kaçmayacağım. Tarihin, Lübnan'ın büyük bir hapishaneye girmesine imza attığımı yazmasını istemiyorum" demişti.

KEMAL CANPOLAT SUİKASTLE ÖLDÜRÜLÜNCE YERİNE OĞLU VELİD CANPOLAT GEÇTİ

1977 yılında Lübnan’da başlayan iç savaştan iki yıl sonra Kemal Canbolat’ın öldürülmesi 28 yaşındaki Velid Canbolat’ın karizmatik liderliğinin başlangıcını oluşturan en önemli tarihi olay olarak kaydedildi.

2005 yılında Velid Canbolad, 30 yıllık bir zorunlu ittifaktan sonra, Suriye Gizli Servisi'ni babasını öldürmekle suçladı. Dolayısıyla da mezhepsel saikler üzerine kurulmuş Lübnan’da Kemal Canbolat’ın karşılaştığı zorluklar, Velid’in siyasi tecrübe kazanmasında da rol oynuyordu. Yirmili yaşlarına geldiğinde Velid Canbolat da babası gibi sosyalist – seküler temelli bir ideolojiden beslenmiş, Arap milliyetçiliğinin de yıkılmaz savunuculuğunu yapan, aynı zamanda da Lübnan’daki zaim kültürünü devam ettirecek olan genç bir lider adayıydı.

Babasının öldürülmesinin ardından partinin başına geçen Velid Canbolat, bu görevi 46 yıl sürdürdü. Velid Canbolat'ın Haziran 2023'te istifa etmesinin ardından oğlu Teymur Canbolat partinin yeni başkanı oldu.

Velid Canbolat'ın Esad’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Beşar Esad ile ilişkisi de şüphe ve ihtiyat üzerine kuruluydu ve Refik Hariri'nin gölgesinde kalmıştı. Babasının Esad'a yaptığı gibi Velid de Beşşar'ın Lübnan'ı yönetme hakkını kabul etmedi.

Refik Hariri de bunu kabul etmedi.

Hariri, daha sonra şöyle diyecekti:

Beşşar'ın dostu olmaya çalıştım ama o reddetti. Velid de denedi ve sonuç aynı oldu. Beşşar, başından beri muhbirlere ve ihbarcılara inanıyordu.Hariri'nin 2005'te öldürülmesi, Canbolat'ın Esad Şamı ile ilişkilerinde tehlikeli bir dönüm noktası oldu.

Velid Canbolat, 2015'te Birleşmiş Milletler Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi'nde verdiği ifadede, babasının suikastının arkasında Suriye rejiminin olduğunu söylemişti. Velid Canbolat uzun yıllardır bölgedeki Dürzi liderliğinin başat unsuru oldu. Türkiye’de Dürzi toplumuna yapılan her atıfta ondan alıntılar yapıldı,

VELİD CANPOLAT’TAN ABD EMPERYALİZMİNE VE ARAP İŞBİRLİKÇİLERİNE OSMANLI TOKATI!...

ABD'nin desteğiyle Bahreyn'in başkenti Manama'da düzenlenen "Refah için Barış" adlı ekonomi çalıştayı, ABD'nin İsrail-Filistin meselesinin çözümü konusunda ne zaman açıklanacağı netlik kazanmayan "Yüzyılın Anlaşması" planı kapsamındaki ilk organizasyondu

Filistin yönetimi, çalıştaya katılmayacağını açıklarken, konferansa davet edilen ülkelere boykot çağrısı yapmıştı. Filistin yönetiminin bu çağrısına rağmen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Katar'ın yanı sıra Ürdün, Mısır ve Fas da Manama'daki çalıştaya katılacaklarını Washington'a iletmişti.

Lübnan İlerici Sosyalist Partisi lideri Velid Canbolat, Bahreyn'deki çalıştaya katılan Arap yetkililere, siyonizmin kurucusunun Osmanlı Devleti'ne sunduğu ancak kesin bir dille reddedilen “Filistin teklifi”ni gündeme taşımıştı.

Canbolat, Siyasi siyonizmin kurucusu Theodor Herzl'in bir asır önce Filistin topraklarını satın almak için Sultan 2. Abdülhamid Han'a sunduğu ancak karşılık bulmayan teklifini hatırlattı.

Canbolat şunları kaydetti: "Theodor Herzl, Yahudilerin yerleşimi için Osmanlı Padişahı Sultan Abdülhamid Han'dan Filistin'i satın almak istedi. Ancak Sultan Abdülhamid bunu reddetti.

Bugün ise Theodor'un torunu, damat (ABD Başkanı Donald Trump'ın) Jared Kushner, Bahreyn'de, Filistin halkını Ürdün, Sina Yarımadası, Lübnan ve Suriye'ye yerleştirmek üzere Araplardan Filistin'i satın almak istiyor.

Dürzî liderin durup dururken 2. Abdülhamid’i referans göstermesi rastlantı değil. Ailesinin etnik ve tarihi kökleri ile yakından bağlantılı.

Velid Canpolat kendisi defalarca çeşitli saiklerle Türkiye’ye geldi. Dürzi lider Canbolat, "En önemlisi İsrail'in bölgedeki etkisini ve yayılmasını sınırlayabilecek ülkelerle iş birliği yapmamızdır ve Türkiye de bu ülkelerden biri." ifadesini kullandı.

Şara'yı 15 Aralık 2024'teki telefon görüşmesinde, Esed rejiminin devrilmesi dolayısıyla tebrik eden Canbolat, 22 Aralık'ta başkent Şam'da Şara ile bir araya gelmişti.

Suriye’ye ilk resmi ziyareti yapan Lübnanlı siyasi lider olarak Velid Canbolat, dedesi Emir Şekib Arslan’ın “Hatıralarım” isimli kitabını Ahmed eş-Şara’ya hediye ederken kafasında da yeni devletin azınlık stratejisinin nasıl olması gerektiğine dair sunacağı fikirleri vardı.

Bölgede sıra dışı bir aktör olarak Velid Canpolat için Suriye meselesinde öne çıkan bir diğer mesele ise Suriye’nin Dürzi halkıydı. Her ne kadar 22 Aralık’taki ziyaretinde Süveyda’ya uğramamış olsa da yeni hükümetle Dürziler konusunda istişare etmemiş olması düşünülemezdi. Gelecekte Lübnanlı Dürziler ile Suriyeli Dürziler arasında ilişkilerin gelişmesi kaçınılmaz olacaktı. Velid Canpolat İsrail’in Dürziler’e yönelik planına karşı şöyle bir pencere açtı:

“Suriye’nin Dürzileri Arap Müslümanlardır. Ahmed el Şara’nın yeni hükümette Dürzilere bir alan açması gerekiyor. Lübnanlı Dürzilerle Suriye’dekiler arasında ailesel bağlar ve kültürel ilişkiler hep vardı ancak çok güçlü siyasi ilişkiler olmadı. Ancak bundan sonraki süreçte Suriyeli Dürzi siyasiler de görünür olacak. Ve inşallah Suriyeli Dürziler İsrail’in planlarına dâhil olmayacaklar. Şu an en dikkat edilmesi gereken şey, Dürziler’in Şam’dan başka bir otoriteye bağlanmamaları.”

Dürzi lider Canbolat, 24 Aralık 2024'te de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde kabul edilmişti. Son olarak 24 Aralık 2024 günü Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilen Canbolat yalnızca Lübnan’da değil, sınır ötesinde de nüfuzu bulunan bir isim.

Türkiye ziyaretinin amacının Suriye'yi ve yeni rejimi kucaklamak olduğunu dile getiren Canbolat, "Suriye ve (Suriye'deki yeni yönetimin lideri) Ahmed Şara ile iletişim kurmak için mekanizma geliştiriyoruz ve Türkiye'nin bugünkü rolünden korkmuyorum. Bugün Türkiye, (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan'ın Türkiye'sidir ve Türkiye'yi farklı kılan şey büyük çeşitliliğidir. Türkiye, Suriye halkını kucaklamıştır." diye konuştu.

Lübnan'da Dürzi lider Velid Canbolat, Suriye'nin güneyinde yaşanan olaylara ilişkin, İsrail'in mezhepleri kendi çıkarına kullanarak bölgeyi parçalamak istediğini belirtti.

Canbolat, başkent Beyrut'taki evinde 1 Mart günü düzenlediği basın toplantısında Lübnan'da ve Suriye'de İsrail'in işgal ettiği bölgelerin yanı sıra "mezhepsel gerilim" konusunda açıklamada bulundu.

İsrail'in Lübnan'ın güneyinde işgale devam ettiğini belirten Canbolat, Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve Başbakan Nevvaf Selam'ın "büyük ülkelerle temasına güvendiğini" söyledi.

BM Güvenlik Konseyinin 1701 sayılı kararının uygulanmasının İsrail tarafından engellendiğini dile getiren Canbolat, "Filistin devleti kurulana ve Filistinli mülteciler için bir çözüm oluncaya kadar, İsrail ile barışa karşı ulusal güçlerin yanında durmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.

İsrail'in, "Suriye'de Arap milli güvenliğini sabote etme projesi" olduğuna dikkati çeken Canbolat, Kahire'de 4 Mart'ta düzenlenecek Arap Zirvesi'nde bu konuya dikkat edilmesi gerektiği yönünde uyarıda bulundu.

Canbolat, "İsrail, mezhepleri kendi çıkarları için kullanarak bölgeyi parçalamak istiyor. Büyük İsrail'i gerçekleştirmek istiyor. Arap liderlerinin çok geç olmadan sorumluluk alması gerekiyor." değerlendirmesinde bulundu.

76 yaşındaki Velid Canbolat yıllar içinde kurtlar sofrasında ayakta kalmayı başardı. Oğul Canbolat ideolojik olarak rahatlıkla Suriye rejimini destekleyen ittifak blokuna dâhil olabilirdi. Zira, Durzilik ve Suriye’deki devrik rejimin inancı olan Arap Aleviliği birbirine epey yakın itikatlar. Nitekim, Suriye’deki Dürziler, rejimle ne işbirliğini ne de onunla savaşmayı tercih etti denilebilir. Ancak babası Hafız Esad tarafından öldürülmüş Velid Canbolat 2011 sonrası Suriye’de patlak veren iç savaşta kategorik olarak Baas- Esad rejimi karşısında mevzilendi. Bu konuda sürecin en başında itibaren net bir tavır ortaya koydu. Nitekim Suriye’nin yeni döneminde geçici hükümeti ilk ziyaret eden siyasi aktörlerin başında geldi.

Kaynak:Haber Merkezi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.