Kıymetli dostlar;  son günlerde ülkede gündem değiştirmek amaçlı yıllardır belli bir çevrenin iddia ettiği Atatürk’ü Samsun’a sultan Vahidettin gönderdi gibi tarihi gerçeklerle örtüşmeyen suni gündem yaratmaya çalışmaktalar bugün 30 Ağustos zafer Bayramı anısına 1919 ile 1922 yılları arasında ATATÜRK ile sultan VAHİDETTiN neler ile meşgul olmuşlar kısa başlıklar halinde bu hususları kaleme almak istedim..!! 

“Şunu peşinen söylemek isterimki Atatürk’ün olağan üstü gayret ve başarılarını takdir etmek Osmanlı karşıtı olduğumuz anlamına gelmemeli bilakis nekadar Atatürk ve devrimlerine alkış tutuyorsak bir o kadarda OSMANLI’yız”..!!  Eğer bir yerde çöküş varsa bununda muhakkak ki sorumluları vardır zira herşey iyi yapıldı ise çöküş neden oldu??? Osmanlıda bazı sultanların yanlışlarını veya dirayetsiz tutumlarını tespit etmek o sultana ve osmanlıya olan muhabbetimizi asla eksiltemez…

Biri Türk tarihinin son 250 yılının meydan muharebesi kazanan TEK başkumandanı iken diğerinin kazandığı bir TEK savaş olmamış…
Biri yıkılışın müsebbipi iken diğeride kuruluşun ve yeniden dirilişin mimarı olmuş: VAHİDETTİN ve ATATÜRK 

 Mustafa Kemal Adana’daki görevinden ayrılıp İstanbul’a döndükten sonra Şişli’deki evini üs olarak kullanır ve tam 6 ay burada Anadolu harekatının projeksiyonunu hazırlar ogünün genel kurmayı ile birlik ve kuvvet komutanlarının pek çoğu yakın arkadaşıdır onların tamamı ile Şişli’deki evinde görüşür ve başlatmayı düşündüğü Anadolu harekatı ile ilgili anlaşır ve sözleşirler; bunun içindirki Osmanlı’nın tek düzenli ordusunun komutanı “Kazım Karabekir” paşa Erzurum’da iken “himayemle beraber emrinizdeyim paşam” tarihi sözünü sarfeder..!!

Paşa kafasındaki hesapları hayata geçirebilmek için  Vahidettin ve İngiliz yüksek komiseri ile kendini kabul ettirmek için birkaç kere görüşerek güven telkin eder.
Hatta ilk verilen yetkileri yapmayı düşündüğü çalışmalara göre yetersiz bulduğu İçin mecliste ve Harbiye nazırlığımdaki nüfusunu kullanarak yetkilerini genişletir...
 
Cihan harbinden sonra ülkenin her köşesi düveli Muazzama tarafından işgal edilmiş, osmanlının ordusu terhis edilerek silahları toplanmış, sultan Vahidettin Dolmabahçe’de adeta açık cezaevi hayatı yaşamakta özetle fiilen Osmanlı devleti diye bir şey kalmamıştır işte bu ahval içerisinde Samsun’a çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşları mücadeleyi ilmek ilmek işleyerek fiilen bitmiş olan osmanlının küllerinden bir cumhuriyet çıkarmışlardır..!!

Bazılarının iddia ettiğinin aksine Vahidettin milli mücadeleye karşıdır hatta belli çevreler çok kızacak ama  Yunan işgalini milli mücadeleye yeğleyen tutum içerisindedir çünkü osmanlıyı paramparça eden Sevr anlaşması saltanatın kalmasını istiyordu yani “Sevr: sarayın değil bilakis milletin idam fermanı” idi..
 
 Atatürk ve onun açtığı TBMM, “milli egemenlik” ilkesiyle aynı zamanda gizliden gizliye saltanatı tehdit ediyordu.

Padişah Vahdettin, eğer Milli Mücadele başarılı olursa tahtını ve tacını kaybedeceğini düşünmeye başladı. İngiliz merhametine sığınarak tacını ve tahtını kurtarabileceğini sandı.

Padişah Vahdettin'in ne pahasına olursa olsun saltanatını koruma içgüdüsü ve kayıtsız koşulsuz İngiliz merhametine sığınması neyazıkki onu “büyük yanlışa” savurdu.

Gerçek şu ki: Milli Mücadele'de Osmanlı Hükümeti, (Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit) Atatürk'e ve Türk ordularına değil, Venizelos'a ve Yunan ordularına yardım etti. Ayrıca Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye yardım eden veya etmek isteyen asker-sivil vatanseverleride görevden aldı.

Nisan 1920'den itibaren Osmanlı yönetimi; padişahından sadrazamına, içişleri bakanından şeyhülislamına kadar bütün unsurlarıyla Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye açıkça düşman oldu.

8 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiseri Robeck'i ziyaret ederek Atatürk'e karşı İngilizlerden yardım istedi.

10 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Milli Mücadele'ye katılanları öldürmenin “din gereği” olduğunu belirten bir fetva yayımladı. Halife/Padişah Vahdettin'in onayladığı bu fetva İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.

10 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit bir beyanname ile Milli Mücadele'yi kınadı...

11 Nisan 1920'de Padişah Vahdettin'in Milli Mücadele karşıtı fermanı yeniden yayımlandı. Padişaha göre siyasi durum düzelmeye giderken Anadolu'daki “ayaklanmalar” durumu büsbütün bozuyordu. (Padişah, Kuvayı Milliye'den “Anadolu'daki ayaklanmalar” olarak söz ediyordu). Eğer kuvvayi milliyeyi kendisi organize etse idi niye ayaklanma diye bahsetsin...

12 Nisan 1920'de Alemdar'da Refi Cevat, Atatürk ve silah arkadaşları hakkında verilen fetvayı kastederek “Bu din ve devlet düşmanları böyle tepelenir” diye yazdı...

13 Nisan 1920'de Adliye Nazırı Ali Rüştü Bey, gazetecilerin Kuvayı Milliye ile ilgili sorusuna şöyle cevap verdi: “Kuvayı Milliye'nin hareketi pek çirkindir. Vazgeçirmeye çalışacağız. Aksi halde cezalandıracağız. İhtiyaç olursa jandarma kuvveti kuracağız.”

15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Şeyhülislam fetvası ve hükümet bildirisinin halk üzerinde etkili olacağını, bu fetva ile gerçeğin anlaşılacağını ve verilen sürenin ardından isyancıların (Kuvayı Milliyecilerin) bastırılmasına başlanacağını söyledi...

18 Nisan 1920'de Sadrazam Damat Ferit, Halife/Padişah Vahdettin'in onayıyla ve İngilizlerin desteğiyle Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurmaya karar verdi. 1.250.000 lira ödenekle Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye kuruldu...

8 Mayıs 1919'da Padişah Vahdettin'in  “paşa” yaptığı Ahmet Anzavur, paralı bir kuvvetle Kuvayı Milliye'yi dağıtmak için İzmit'ten Adapazarı'na hareket etti. 15 Nisan 1920'de İçişleri Bakanı Reşit Bey, Anzavur hareketinin “doğrudan doğruya hükümet hareketi” olduğunu söylemişti...

11 Mayıs 1920'de İstanbul Divan-ı Harbi, Atatürk ve bazı silah arkadaşları hakkında idam kararı verdi. Padişah Vahdettin bu idam kararını 24 Mayıs 1920'de onayladı...

13 Mayıs 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye kurşun sıkan 13 Kuvayı İnzibatiye mensubunu Mecidiye Nişanı'yla ödüllendirdi...

14 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Kuvayı Milliye'ye saldırdı, yenildi ve İzmit'teki İngiliz bölgesine sığındı...

13 Temmuz 1920'de Padişah Vahdettin, Kuvayı Milliye'ye katılan subaylara 7 yıl hapis cezası verilmesi hakkındaki kararı onayladı...

10 Ağustos 1920'de Padişah Vahdettin'in kabul etmesiyle Osmanlı Hükümeti, Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Milli Mücadele kazanıldığı için Sevr onaylanmadı ve hayata geçirilemedi...

30 Ağustos 1920'de padişah yanlısı Teali İslam Cemiyeti, Milli Mücadele karşıtı ihanet bildirileri yayımladı. Bildirilerde Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının öldürülmeleri isteniyordu...

23 Mart 1921'de Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'la yaptığı bir gizli görüşmede Atatürk'e ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler etti: “Bir avuç haydut Anadolu'da erki ele geçirmiştir” dedi. Ayrıca şunları söyledi: “Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir? Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur.”””

7 Ağustos 1922'de -Büyük Taarruz'dan sadece 19 gün önce- Padişah Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'a aynen şunları söyledi: “Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki'nin canlandırıcılarıdır. Bolşevikten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim barış yapmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır.”

Kısacası Halife/Padişah Vahdettin açıkça Milli Mücadele'ye karşı iç savaş başlattı...

Milli Mücadele'de padişah onaylı hükümet kışkırtması nedeniyle Anadolu'da çok sayıda isyan çıktı...

10 Nisan 1921'de Padişah Vahdettin'in has adamı Ahmet Anzavur şöyle bir açıklama yaptı:

“Padişah, Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değildir. Yunanlar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızasına aykırı olarak kuvvacılara yardım edilmemelidir...

 Şimdi Allah aşkına; bu hal ve tavır içerisinde olan sultan ve devlet ricali nasıl olurda milli mücadele için Atatürk’ü Anadolu’ya gönderirler; kararı siz tarih-şinas okuyucular veriniz..!!