Cami… Adı üstünde, insanları toplayıp bir araya getiren ve yaygın anlamıyla topluca ibadet edilip iyi, güzel, faydalı bilgilerin konuşulduğu/konuşulacağı özel yapılı mekânlardır.

Kâbe’den sonra ilk mescit/cami, Peygamber Efdendimizin Medine’ye Hicretleri sırasında şehre girmeden konakladığı yerde kurulan Kuba Mescidi’dir. Ondan sonra İslam ülkelerinin çeşitli yerlerinde olduğu gibi Türkiyemizde de pek çok cami yapılmış olup yapılmaya da devam edilmektedir. İslam’ın ruhuna aykırı olarak yer yer bir sokağın iki yakasında elli - yüz metre aralarla konuşlandırılan, lüks ve ihtişam gösterişi ile yapılan ve minare boylarının yarıştırıldığı camilere de rastlamakla birlikte bunlar ayrı bir yazının konusu olabilecektir.

Bu yazıda asıl üzerinde duracağım konu, camilerin muhtevası, daha doğrusu oralarda vaaz ve nasihatlerde bulunan hatiplerle ilgili olacak.

Daha önce yayınlanan yazılarımdan birinde, görevli olduğu camide, Cuma Namazı öncesi vaaz ederken “Demokrasi küfürdür” diyen bir imamdan söz etmiştim. O imam, vaazına bu kesin ve iddialı cümle ile nokta koymadan önce de, yer yer şahit olduğumuz çocuk kaçırma, taciz ve tecavüz olayları için, “Bu işi yapanlar suçludur ama asıl suçlu o çocukların aileleridir” demiş; sonra da, “Hepimiz nefis taşıyoruz, bir kadın parfüm sıkarak evinden çıksa, yol boyunca kaç erkeğin önünden geçmişse hepsi ile zina yapmış olur” diye devam etmişti. Bir başka vaazında da, “Kız çocuklarınızı okula göndermeyin” dediğini, cemaatten de, “Hocam öyle diyorsunuz da, hanımınız doğum yapacağı zaman kadın doktor arıyorsunuz” karşılığını aldığını anlatmışlardı. Ben de bu konuları bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir dilekçe ile bildirmiş, ilgili Müftülüğe davet edilerek gerekli açıklamaları yapıp sözlü olarak da ifade vermiştim. Sokaklarda da cüppe ve sarıkla gezen o imama bildiğim kadarıyla artık vaaz verdirilmiyor ama aynı camide göreve devam ediyor.

Hani Prof. etiketli biri, “Okuyan insanları gördükçe hafakanlar basıyor” mealinde bir şeyler söylemişti ya, gerçekten okuyup bilgi sahibi olmak, hele hele İslamiyet’i asıl ve doğru kaynaklardan öğrenmek başınıza dert açıyor! Öyle ki, verdiğim örnekte olduğu gibi saçmalıkları dinleyince ya da piyasada mantar biter gibi çoğalan ve sahip oldukları sığ bilgileri efsane, menkıbe ve hurafelerle allayıp pullayarak anlatıp cemaat oluşturanların söylediklerini duyunca tepeniz atıyor. Okuyup araştırmayan, sorgulamayan, günde kırk elli defa okuduğu Fatiha Suresi’nde bile Allah’a “Ancak Sana kulluk/ibadet eder ve ancak Senden yardım dilerim” sözünü verdiğinin farkında olmayan insanımız çok rahat; her söyleneni hemen kabul ediyor ve “Çok derin hoca” deyip bir de iç geçiriyor…

Neyse, konuyu dağıtmayalım; geçtiğimiz Cuma günü de yolumuz, bulunduğu yer itibariyle Keçiören’in en kalabalık cemaatine sahip olan camilerden birine düşmüştü. Cami İmamı kürsüde konuşuyordu. Konu yine kadınlar: “Camiye pantolon giyerek, başı açık gelip burada örtüveren kadınlar var. Bu olmaz! Camiye böyle gelen kadınların kocaları, kızların babaları akşam evde onlara öyle güzel bir nasihat çeksin ki!..”

Keşke, Karadeniz şivesi ile konuşan İmam Efendi’nin ses tonunu, vurgularını ve bunları söylerken takındığı o heybetini yazıya dökecek kabiliyetim olsaydı! Laf aramızda, o ifadeden ben, “Akşam evde bir güzel dövün” anlamını çıkardım.

Gerçekten okuyup öğrenmek de başınıza iş açıyor! Mesela ben, Peygamber Efendimizin, “Zorlamayınız, kolaylaştırınız, nefret ettirmeyiniz, müjdeleyiniz” hitabını bilmeseydim o imama kızamaz ve “Hoca Efendi ne konuştu be” deyip iç geçirebilir ya da çevremde o anlattığı gibi camiye giden kadınlar varsa kızıp bağırabilirdim! “Okuyanı gördükçe hafakanlar basan” Prof. ve benzer sözler eden bazı siyasetçilerle çoğu din görevlileri ile başta Diyanet İşleri Başkanlığı da galiba bunu istiyor ki irşat görevlerini layığı ile yapmıyorlar. Camiye ibadet edip vaaz ve nasihat dinlemek, mukabele takip etmek için giren bir kadında bir iman, bir inanç, hiç değilse bir iman kırıntısı var ki oraya gelmiş be Hoca Efendi! Sen onu kazanıp dinini öğreterek İslamiyet’e iyice ısındıracak yerde dışlarsan ne olacak? Yaptın mı beğendiğini?

Cemaat, eskiden -sınırlı da olsa belki de hâlâ- falakaya yatırılarak terbiye edilmeye ya da ezberletilmeye çalışılan Kur’an kursu öğrencileri gibi azarlanmaz. Böyle yapılırsa din adamlarına olan güven sarsılmaya devam eder, inanç zafiyeti alır başını gider ve örnekleri görüldüğü gibi de cami cemaati azalır.

Bu konuyu, iftarda bir araya geldiğimiz bir dost sofrasında söyleyince duyduklarıma inanamadım. Meğer o İmam Efendi, herhalde hanımı vefat etmiş olmalı ki, yıllar önce caminin altında bulunan Kız Kur’an Kursu hocalarına, “Beni evlendirin” demişmiş. Hadi bu normal diyelim ama bununla da yetinmeyip televizyonların şu meşhur Evlendirme Programlarından birine katılarak “Elektrik alıp eş bulmaya” kalkışmış! Düşünebiliyor musunuz? Mahallenizdeki caminin imamı televizyona çıkıp milyonlarca seyircinin ve stüdyoda bulunanların huzurunda eş arıyor, sonra da gelip görevli olduğu camide “Kadınlar şöyle şöyle camiye gelmesinler, gelirlerse de akşam evde güzel bir nasihat çekilsin” diye ahkâm kesiyor!

Diyanet’e verdiğimi belirttiğim dilekçede, bazı cami imamları ile emekli din görevlilerine verilen vaaz yetkilerinin doğru olmadığına, onların “atış serbest” misali kontrolsüz konuştuklarına da işaret ederek, ehil görevlisi olmayan yerlerde Merkezi Vaaz sistemine bağlanılmasının doğru olacağını da belirtmiştim. Anlaşılıyor ki dikkate alınmadı, alınmıyor.

Son söz: Cami yapmak hüner değil, amacı doğrultusunda kullanarak gönüllere girebilmek önemlidir. Yoksa Yunus Emre’nin dediği gibi, “Bir kez gönül yıktın ise şu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil!”