Toplumun ortak varlığı olan kamu kaynaklarının korunması meselesi, sadece yasal zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani yükümlülüklerin en temel göstergesidir. Ancak, ne acıdır ki, milletin ortak değeri olan kaynaklar, adeta kişisel ganimet muamelesi görmekte, pervasızca yağmalanmaktadır.
Kamu malına uzanan kirli ellerin, aslında tüm toplumun, özellikle de en savunmasızların hakkına tecavüz ettiği gerçeği, sistematik şekilde göz ardı edilerek ahlaki çöküş derinleştirilmektedir.
Kutsal Emanete İhanetin Bedeli: Vicdanlar Nerede?
Kamu malı, savaş sonrası elde edilen enfâl veya başıboş bırakılmış ganimet değildir; tam aksine, yetimin, fakirin, kimsesizin ve dolayısıyla tüm milletin ortak hakkını temsil eden dokunulmaz emanettir. Emanete ihanet etmek, sadece kanunlara karşı işlenmiş adi suç olmanın ötesinde, inançları temelden sarsan, vicdanları kanatan affedilmez günahtır.
Kamu kaynaklarını zimmetine geçirenler, israf edenler veya kişisel çıkarları doğrultusunda peşkeş çekenler, milyonlarca insanın hakkını gasp etmenin ağır vebali altındadır. Böylesi eylemlerin failleri için ne dünyevi adaletten kaçış ne de uhrevi hesaplaşmadan kurtuluş umudu olabilir; zira işlenen suç, bireysel değil, kolektif vicdana karşıdır ve sonuçları hem dünyada hem ahirette rüsva olmaktır.
Sözde Fetvalar ve Sistematik Yağmanın Maskesi
Toplumsal çürümüşlüğün en tehlikeli boyutlarından biri, kamu malının talan edilmesine dini kılıflar uydurma cüretidir. Özellikle "Darül Harp" gibi kavramların bağlamından koparılarak çarpıtılması ve devlet malının yağmalanmasına sözde "cevaz" verildiği yönündeki fısıltılar, ahlaki erozyonun ulaştığı korkunç seviyeyi ifşa etmektedir.
Kamu kaynaklarının korunmasının en temel dini ve ahlaki öğretilerden olduğu gerçeği ortadayken, talanı meşrulaştırmak adına fetva arayışları veya iddiaları, sadece organize hırsızlığa kılıf bulma çabasıdır. Hem bu tür sözde fetvaları üretenlerin hem de bunlara sığınarak milletin malına el uzatanların, ilahi adalet ve toplumsal vicdan önünde hesap vermekten kaçamayacağı kesindir. Toplumsal değerleri dinamitleyen böylesi yaklaşımlar, en ağır lanetleri hak etmektedir.
Hukukun Delik Deşik Edilmesi: KİK ve Şüpheler
Kamu İhale Kanunu'nun (KİK) yüzlerce kez değiştirilmiş olması, kamu kaynaklarının korunması konusundaki niyetler hakkında ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Sürekli yamalanan yasal düzenlemeler, acaba şeffaflığı ve adil rekabeti sağlamak yerine, kamu malına yönelik sistematik tasallutu kolaylaştıran yasal gedikler mi oluşturmaktadır?
Hukukun, toplumun ortak menfaatini gözetmek yerine, belirli çıkar gruplarının taleplerine göre eğilip bükülmesi, devletin temellerine yerleştirilen saatli bombadan farksızdır. Adaletin ve hesap verebilirliğin buharlaştığı, denetim mekanizmalarının işlevsizleştirildiği ortamda, kamu kaynaklarının güvende olduğunu iddia etmek, en hafif tabirle safdillik olur. Bu değişiklikler silsilesi, acaba organize talanın yasal altyapısını mı oluşturmaktadır?
Liyakatsizlik Kangreni ve Yönetim Zafiyeti
Kamu ve yerel yönetimlerde acilen köklü yeniden yapılandırma ihtiyacının dillendirilmesi, mevcut sistemdeki derin çatlakların itirafıdır. Liyakatsiz atamalar, nepotizm, partizanlık ve etkin denetimden uzak yapı, kamu kaynaklarının verimsiz kullanılmasına, israfa ve hatta organize yolsuzluklara davetiye çıkarmaktadır.
Gençlerin yıllarını vererek hazırlandığı sınavların ardından, "mülakat" adı altında kurulan torpil tezgâhlarında elenmesi veya hak etmeyen kişilerin kritik makamlara yerleştirilmesi, sadece bireysel trajediler yaratmakla kalmaz; aynı zamanda kamu hazinesini de onarılmaz zararlara uğratır.
Liyakatin yerini biat kültürünün aldığı, ehliyetin ve yetkinliğin değersizleştirildiği yönetim anlayışları, kaçınılmaz olarak çürümeye ve çökmeye mahkumdur. Bu durum, kamu kaynaklarının korunması önündeki en büyük engellerden biridir.
Toplumsal Sirayet ve Geleceğin İpotek Altına Alınması
Kamu malının hoyratça talan edildiği, adaletin ve hakkaniyetin ayaklar altına alındığı toplumlar, kendi geleceklerini dinamitlemektedir. Vatandaşların devlete, kurumlara ve adalete olan inancının yerle bir olması, toplumsal bağları zayıflatmakta, derin kutuplaşmalara ve yaygın umutsuzluğa yol açmaktadır.
Kamu kaynaklarının yağmalanmasıyla ortaya çıkan haksız servetler, gelir dağılımındaki adaletsizliği körüklemekte, sosyal patlamalara zemin hazırlamaktadır. Eğer kamu malına uzanan haram ellere karşı güçlü kolektif irade gösterilmez, faillerden hesap sorulmaz ve çürümüş sistemi düzeltecek radikal reformlar hayata geçirilmezse, gelecek nesillere bırakılacak yegâne miras, ahlaki kokuşmuşluk, ekonomik yıkım ve toplumsal enkaz olacaktır.
Ahlaksız talana "dur" demek, sadece yöneticilerin değil, vicdan sahibi her vatandaşın ertelenemez görevidir. Aksi takdirde, lanetli bir toplum olma yolunda hızla ilerlemeye devam edeceğiz.