Sayın Cumhurbaşkanı’nın otuz Büyükşehir Belediye Başkanı’nı toplayıp dinlemesi ve bazı Bakanlarla tanıştırıp görüşmelerini sağlaması televizyon kanallarını da cesaretlendirmiş olmalı ki geçtiğimiz hafta önce sabah Foks TV’de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a, akşam da Haber Türk TV’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na rastladım.

Ankara’da oturduğum için Mansur Bey’in sessiz ve derinden giderek ona buna sataşmadan işini yapıyor olmasına yakinen şahit oluyordum. Oyumla kendisine destek olduğum için de en azından, 20 yıldır mücadelesini verdiğim Bağlum’un yetersiz ve asbestli içme suyu şebekesinin değiştirilmesi çalışmalarının O’nun zamanında tamamlanmak üzere olmasına çok sevindiğimi belirtmeliyim. Yine, bir önceki AKP’li belediyenin plansızlığı, programsızlığı, koordinesizliği neticesinde milyonlarca Türk Lirası çöpe atılmıştı. Eylül 2019 itibariyle, bu çöpe atılmaya yol açan ve Bağlumlularla Sirkeli, Kazan, Havaalanı, Çubuk ve hata Çankırı’ya kadar uzanan bu yolu kullananlara tam bir yıldır çile çektiren ana yollardaki yol, asfalt, kanal kazıları ile ilgili yap-bozlar da çok şükür Eylül 2019 sonu itibariyle bitti. Şimdi, “Yaz Konserleri”, sonra “Sonbahar Konserleri” diye “Vur patlasın çal oynasın” kabilinden vakit öldüren Keçiören Belediyesi’nin ara sokaklara el atmasını bekliyoruz. Bu arada hangi belediye olursa olsun niye konser, şenlik ve şamata düzenler anlamış değilim. Milletimizin boşa saçılacak parası yoktur ve belediyeler bu işleri milletimizin parası ile yapmaktadırlar.

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmaları bütün engellemelere rağmen güzel tabii ama daha güzel işleri de var Mansur Bey ve ekibinin… Diyor ki, Mansur Bey:

Üç ayda 136 milyon TL tasarruf yaptık.

1 milyar TL'ye yapılan ihaleyi 188 milyon TL'ye bitirdik.

1700 adet kiralık otomobili 700’e düşürdük ve hizmette hiç aksama olmadı.

Şeffaf Belediyeciliğin gereği olarak İhaleleri ve Belediye Meclisi toplantılarını canlı olarak yayınlıyoruz.

Halk Ekmek büfeleri yerine Halk Ekmeği aynı kalite ve fiyatla mahalle bakkallarında satarak hem erişimi kolaylaştıracak hem de Bakkal Amcaları kalkındıracağız.

Kızılırmak suyu artık şebekeye verilmiyor. Oraya yapılan yatırımın boşa gitmemesi için de o hattan gelen suyu Bâlâ ve Gölbaşı arasındaki arazinin sulu tarıma geçmesi için değerlendireceğiz.

Sözleşmeli tarım ve hayvancılık uygulamasına geçerek köylümüzün ürünlerini değerlendirecek, zarar etmesini önleyecek ve aynı zamanda köyden şehire göçü önleyeceğiz.

Belgesini getiren öğrencilere suyu yüzde elli ucuz olarak veriyoruz. Öğrencilere, ulaşımda da ekstra indirim sağladık.

TOKİ tarafından satışa çıkarılan Atatürk Orman Çiftliği ihalesini kazanarak amacı dışında kullanılmasının önüne geçtik…

Daha ne olsun değil mi? Bu kadar zamanda bu sıraladıklarımız ve daha fazlasını gerçekleştiren, yıllardan beri ilçe Belediyeleri ile kavga etmeyen, rantiyecilikten uzak Belediyecilik anlayışına hasret kalmıştık, çok iyi oldu doğrusu.

Gelelim İstanbul’a…

Öncelikle, 26 Eylül günü meydana gelen depremden dolayı İstanbul’da yaşayanlara ve elbette milletimize geçmiş olsun diyorum. Ancak, tedbirler konusunda 20 yıl önce yaşanan büyük depremden bu yana bir arpa boyu yol gidilmemiş olduğunu görmek gerçekten üzücü idi. Böyle bir felaketten sonra bile siyasetin çirkin yüzünü görmek ise daha da üzücü ve hatta nefret ettiricidir. İstanbul Valiliği ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasındaki koordinesizlik, iletişimsizlik ve buna İçişleri Bakanı’nın da karışması akıl alacak işler değil. Geçelim…

Herkesin gözü kulağı İstanbul’da olduğu için İstanbul Belediyesi ve Başkanı Ekrem Bey gündemden düşmüyor. Buna biraz da Sayın Ekrem İmamoğlu kendisi fırsat veriyor. Bence, seçimler sırasında “Ankara’dan Abim geldi” dediği Mansur Bey’i örnek almasında fayda var.

Ekrem İmamoğlu da elbet güzel işler yapıyor. İsrafı önleme konusundaki gayretlerini takdir etmemek mümkün değil. Liyakat sözünden taviz vermez ve İstanbul Belediyesi için yıllardır ayyuka çıkan israf ve savurganlığı tam manası ile önleyebilirse zaten kim tutar İstanbul’u!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ister nakden, ister arsa ve bina yardımı olarak birtakım vakıflara akıttığı paralar ile İstanbul’un pek çok derdinin ortadan kaldırılmış olacağı anlaşılıyor. Bir TRT dizisine milyonlar vermesi, alâkasız kişilere burs kıyağı, bazı yandaş gazetelere arka çıkması ve çok konuşulan, önemli bir bölümünün kime verildiği bile belli olmayan kiralık otomobillerle o otomobillere kesilen fahiş mi fahiş akaryakıt faturaları…

Belediyeler birtakım kişi ve kuruluşlara hizmet etmek için değil, o belde, ilçe, il, büyük şehir; her ne ise topyekûn oraya hizmet etmekle yükümlüdürler. Belediye Başkanı da şehrin en güvenilir, kul hakkı yemeyen, adaletten şaşmayan, adam kayırmayan, partili partisiz kaygısı gütmeyen kişisi olmalıdır. Onun içindir ki Osmanlı “Şehremeni/Şehrin güvenilir kişisi” adını koymuştur.

Demek ki bir şey, bir şahıs, bir anlayış değişince her şey değişebiliyormuş. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere güzel örneklerini görmeye başladığımız bu anlayış yerleşir ve sürdürülürse israf önlenecek ve boşa giden harcamalar hizmete dönüşecektir. Bunun için de iş size, bize, hepimize düşüyor. Dolayısıyla ve öncelikle parti taassubundan kurtulmalı, haktan hukuktan ayrılan, adam kayıran, çevresini âbad eden yöneticilere ve zihniyete karşı derhal tavrımızı göstermeli, demokratik haklarımızı kullanarak biletini kesip yollamalıyız.

Malum; Peygamberimizin, “Neye lâyık iseniz o şekilde idare edilirsiniz” diye bir Hadis-i Şerifleri var. Bu yazıyı tasarladığım sırada bir arkadaşım tesadüfen ya da “hiss-i kable’l vuku” ile tam da bu Hadis-i Şerif’in tefsiri niteliğinde bir fıkra gönderdi. Fıkra şu:

Adaletin kalmadığı, hak ve hukuk anlayışının yerlerde süründüğü, pahalılığın artık çekilmez olduğu bir ülkede halk Kral’a karşı ayaklanır. Kral da uyanık biridir hani; sarayın önündeki havuz başına toplanan kalabalığa şöyle bir konuşma yapar:

“- Biliyorum, benden kurtulmak istiyorsunuz. Bunun için böyle isyan ederek bağırıp çağırmanıza, ortalığı kırıp dökmenize gerek yok. İşte, şu havuzu görüyorsunuz. Şimdi içindeki suları boşalttıracağım. Sizden isteğim, akşam karanlık bastıktan sonra herkes ayrı ayrı birer kova süt getirip havuza boşaltsın. Yalnız bunun için de bir şartım var; süt getirenler birbirlerini görmeyecekler, birlikte hareket edilmeyecek. Sabah güneş doğarken de hepinizi yine böyle havuz başına bekliyorum ki süt gibi beyaz bir geleceğe ulaşmanız için Krallıktan ayrıldığımı açıklayacağım!”

Herkes memnun, güle oynaya gitmiş. O gece sabaha kadar havuza boşaltılan kovalarla havuz dolmuş ama o da ne? Havuzda tıpkı bir önceki gibi pırıl pırıl su var!

Herkes şaşkın, insanlar mahcubiyetten birbirlerinin yüzüne bile bakamıyorlar. Söz sırası yine Kral’dadır:

“- Ey ahali! İşte gördünüz!... Siz ne iseniz ben de oyum. Nasıl olsa kimse birbirini görmüyor diye kovalarınızı süt yerine su ile doldurup geldiniz ve sonuç ortada. Siz kendinizi düzeltmezseniz kimi seçerseniz seçin durum bundan farklı olmayacaktır. Şimdi gidebilirsiniz! Ben saltanatıma devam ediyorum, siz de lâyık olduğunuz şekilde idare edileceksiniz!..”

Görüldüğü gibi çaresiz değilsiniz, çünkü çare sizsiniz; çare biziz, hepimiziz. Hele de demokrasi gibi bir anahtarımız varsa…