-Gönlüm hep böyle bir hutbe dinlemek istiyordu da…

-Sonunda iş başa düştü, araştırdım ve yazdım. Buyurun…-

Kardeşlerim!

Hutbemizin konusu emanet, ehliyet ve liyakat üzerine olacak. Yüce Allah Nisa Suresi 58. Ayet’te şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bu emriyle size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi hakkıyla görür.”

Peygamber Efendimiz de bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor: “İş, ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyin!”

Ne dersiniz kardeşlerim; o günleri mi yaşıyoruz yoksa? Zira haberleri takip edip çevremizde olup bitenlere göz attığımız zaman “İşte Peygamber Efendimizin işaret ettiği günler geldi” demekten kendimizi alamıyoruz. Pek çok kurum ve kuruluşun başına ve yönetim kurulu üyeliklerine konu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, o konuda bir öğrenimi ve iş tecrübesi bulunmayan kişilerin getirilmesi gerçekten kamu vicdanını sızlatıyor.

Oysa hutbemizin girişine aldığımız Ayet-i Kerime’de Yüce Allah, “Emanetleri yani işleri ehline, liyakat sahibi olana veriniz” diye kesin bir emir veriyor. Yalnız bununla da yetinmeyip “İnsanlara adaletle hükmediniz” buyuruyor. Demek ki, resmi de olsa özel de olsa yönetim mevkiinde olanlar hem liyakate önem vermek, hem de adaleti elden bırakmamak zorundadırlar. İşte bütün mesele budur ve millet olarak bunun sıkıntılarını, sancılarını çekiyoruz. Hemen bütün İslam beldelerinde aynı sıkıntıların olduğunu görmek gerçek İslam’ı bilenlerin yüreklerinde bir yaradır.

Bu ayet ne zaman ve hangi sebeple inmiştir biliyor musunuz?

Mekke’nin fethi sırasında ve -değil siyasi ayrılık, Müslüman olmasa bile- bir işin ehline verilmesi gerektiğinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için! Şöyle ki:

Kâbe, İslamiyet’ten önce de kutsal bir yerdi ve çevreden gelen ziyaretçilerle dolup taşıyordu. Dolayısıyla bakımı ve kontrolü yapılıyor, anahtarı da henüz Müslüman olmamış olan Osman bin Talha isimli bir müşrikte bulunuyordu. Anahtar Hz. Ali tarafından ondan alındı. Kâbe’ye girilecek ve arzusu üzerine anahtar Peygamber Efendimizin Amcası Hz. Abbas’a verilecekti. Bu arada yukarıda mealini verdiğimiz Nisa Suresi’nin 58. Ayeti inince Peygamberimiz anahtarı Osman Bin Talha`ya geri vererek şöyle dedi:

“Ey Osman! İşte Kâbe`nin anahtarı! Bugün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vazifeyi lâyıkıyla yaptın. İnanıyorum ki şimdi daha güzel bir şekilde yaparsın…”

Böylece iş ehli olan kişide kalmış, dolayısıyla adama iş bulma yerine işe adam seçme anlayışının gerekliliği pekiştirilmişti. Osman bin Talha da bu jest karşısında Müslüman oldu.

Memleketimizde milyonlarca işsiz, hem de meslek ehli, diploma ve tecrübe sahibi insan varken bir kişinin birden fazla yerden maaş alması haksızlık ve başkalarının hakkına tecavüz değil midir? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” gibi sağlam bir prensibi olan dinimizin mensupları böyle bir haksızlığa uğramamalı ve uğratılmamalıdırlar.

Her işin bir yolu yöntemi vardır ve her iş ancak ehil insanların kontrolünde faydalı hale gelir. İnsanlarımızın refah ve huzuru, devletimizin geleceği, milletimizin kalkınması ancak ve ancak ehil ellerle mümkün olacaktır. Verilen ve alınan iş bir emanettir. Emanet yerine getirilemez ve iş gerektiği gibi yapılamazsa emanete hıyanet edilmiş olur. Emanete hıyanet ise büyük günahlardandır. Ne yazık ki insanoğlunun nankör bir tarafı da vardır. Onun için bilgi, birikim ve tecrübesinin olup olmadığına bakmaksızın “Ne iş olsa yaparım” mantığı ile hareket edilebilmekte, görevlendirme mevkiinde olanlar da buna dikkat etmeyebilmektedirler. Siyasi düşünüp yakınları ve çevreyi koruyup kollama kaygısı ise ayrı bir derttir. Ne yazık ki bu konuda büyük haksızlıkların yapıldığını görüyor, duyuyor, üzülüyoruz. Oysa bir Müslüman her şeyden önce Allah’ın buyruklarına uyarak adil olmak, hakkı gözetmek, insanlar arasında ayrıcalık yapmamak zorundadır. Allah rızasını kazanmanın yolu budur. Bu konuda hem sorumluluk mevkiinde olan idarecilerimizle bürokratlarımız, hem her kademedeki işçi ve memurlarımız hem de bütün vatandaşlarımız aynı hassasiyet içinde olmalı, kimseye haksızlık edilmemeli, kimse de haksız ve usulsüz bir istekte bulunmamalıdır.

Verilen ve alınan görevlerde olduğu gibi iş hayatı ile resmi ihalelerde de haktan hukuktan ayrılınmamalı, ihalelerde kişilerin değil daima kamunun menfaati gözetilmeli, herhangi bir farklı değerlendirmeye meydan vermemek için üstü örtülü işlerden kaçınılmalıdır. Atalarımız “Bir şeyin şüyuu vukuundan beterdir” diye boş yere söylememişlerdir. Çünkü gizlilik her türlü dedikoduyu da beraberinde getirir. İhaleler belli kurallara göre düzenlenmez ve şüphelere meydan verecek gizlilikte yapılırsa pek çok söylentinin çıkması kaçınılmaz olur.

İsraf, lüks, şatafat ve yolsuzluk, hırsızlık dinimizce haram kılınmıştır. Özellikle sorumluluk mevkiinde olanlar buna çok ama çok dikkat etmek zorundadırlar. Kişinin kendi yaptığı israfın sorumluluğu yine kendisindedir ve zararını kendisi ile ailesi çeker. Yalnız devlet idarecileri ile kamuda görevli olanların yaptıkları usulsüzlükler haliyle milletimizin tamamını ilgilendirir. Yetim hakkı, kul hakkı ve bütün milletin hakkını yüklenmek kolay değildir. Güç elde olduğu için bunun hesabı bu dünyada sorulamasa bile öbür dünyada mutlaka sorulacaktır.

Sorumluluk mevkiinde olanların, bürokratlarımızın ve gelecekte sorumluluk altına girecek olan gençlerimizin örnek alıp işlerinde, hareketlerinde ve uygulamalarında rehber edinmeleri için yaşanmış birkaç güzel örnek vererek hutbemizi bitirmek istiyorum. İlk olarak vereceğim örnek çok bilinir ve çok anlatılır ama her nedense uygulanmaz. Öyle ki, sorumluluk mevkiinde değilken bu örneği çokça verenler bile günün birinde öyle bir göreve gelince bunu unutuverirler. Sanırım hatırlamışsınızdır; Hz. Ömer’in devlet işlerini yaparken hazineye ait, arkadaşları ile sohbet ederken ya da özel işlerine bakarken kendi mumunu yakmasından söz ediyorum.

İkinci olarak, gençlerimizin de ilgi göstereceğini umarak biraz spor camiası ile ama daha çok devlet adamlarımızla bağlantılı bir örnek vermek istiyorum. Mehmet Şükrü Saraçoğlu, 1942 – 1946 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve aynı zamanda da Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Başkanı’dır. Takımının Ankara’da maçı olduğu bir gün iki oğlu ve kayınbiraderi de maça gitmek isteyince arabasına alarak stada kadar götürür. Orada makam aracını durdurur ve cebinden bilet paralarını çıkarıp vererek, “Haydi bakalım, sıraya geçin ve biletlerinizi alarak stada girin” deyip kendisi protokol tribününün yolunu tutar. Aynı Saraçoğlu, yıllar sonra da İstanbul’da maç bileti kuyruğunda görülecektir.

Üçüncü örneğimiz ise yokluklar içinde yetişip Milli Eğitim Bakanlığı’nda önemli makamlara yükselen ve “Beni devletim okuttu, yazdığım ders kitaplarından para alamam” deme inceliğini gösteren bir bürokratla ilgili… Bu bürokratın adı Hulusi Samim Kesim’dir. Yağmurlu bir havada makam arabası ile geçerken, Gazi Üniversitesi’nin önündeki durakta bekleyen kızını görür. Babasının makam aracının durduğunu fark eden kızı sevinerek arabaya yönelir ama babası açılan camdan şemsiyesini uzatarak kızına verdikten sonra yola devam der, kızı ise çaresiz; arkasından bakakalır. Akşam eve varınca da kızının gönlünü alır: “Kızım, o araç devletindi ve ben devletimizin işini yapıyordum. Onun için arabaya alamazdım. Bu konulara çok dikkat etmeliyiz!”

Evet, kardeşlerim… Bu konulara çok dikkat etmeli ve oldukça hassas davranmalı, davranmayanları da uyarmalıyız. Hutbemi hemen her hafta Cuma Namazlarının sonunda okunan ama amacından saptırılarak “akrabaları kayırma” olarak da yorumlanan Nahl Suresi 90. Ayetin meali ile bitirmek istiyorum:

“Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Bu ayet aslında oldukça açık ve nettir. “Akrabaya yardım etmeyi emreder” cümlesi “Ona mevki ve makam verebilir, başkalarına göre ayrıcalık tanıyıp her konuda kayırabilirsiniz" demek değildir. Akrabamızdan biri hastalandığında, başına iş geldiğinde, ihtiyacı olduğunda kendi imkânlarımızı kullanarak yardım eder, gerektiğinde sırtımızda bile taşırız ama asla ve kat’a devlet imkânlarını kullanamayız.

Cenab-ı Allah Cuma Suresi’nde, “Namazdan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın” buyuruyor. Anlattıklarımızla dinlediklerimiz İnşallah kulaklarımıza küpe olur ve işlerimizde doğruluktan şaşmaz, helal yaşantımızı haramla kirletmeyiz.

Her ânınız Cuma gününün bereketi ile dolsun.