Kamu yönetimi siyasal organın emrindedir. Siyasilerin başarısı, değişimlere açık olması, gelişen değişen ekonomik, teknolojik, siyasal gelişmelere ve değişikliklere ayak uydurabilme yetenek ve kabiliyetlerine bağlıdır. Dünyada değişmeyen tek şey değişimdir. Her şey değişime uğrar.

Yönetimler, ekonomiler, ekolojik ve biyolojik yapılar, canlı cansız ne varsa. Her şey değişime uğrarken, değişmeyen ve süreklilik arz eden tek şey vardır. O da değişimdir. Devletler, milletlerin teşkilatlanmış son şeklidir. Devlet gücünü elinde bulunduran siyasal organ, değişime ayak uydurmaya ne kadar kapalıysa veya değişime ayak uydurmada ne kadar gecikirse veya değişime ne kadar direnirse, kendi iktidarının ve iktidarıyla birlikte milletinin de sonunu o kadar çabuk getirir.

İlk matbaa milattan sonra 593 yılında Çin’de ağaç oyma tekniği kullanılarak kurulmuştur. Maden metal baskı tekniği kullanılarak hizmete sunulan ilk modern matbaa ise 1450 yılında Almanya’da Johan Gutenberg tarafından hizmete sunulmuş, bundan 234 yıl sonra Osmanlı’da ilk matbaa İbrahim Müteferrika tarafından 1726 yılında kurulmuştur. İşte Osmanlı’nın matbaa tekniğine direnmesi, yeniliğe karşı koyması, kalem sınıfının saray yönetimini yanlış yönlendirmesi, Osmanlı’nın sonunu hazırlamıştır.

Avrupa’da önemli bir dönemi ifade eden, yeniden doğuş anlamına gelen, Rönesans; önemli bir olayı ifade eden reform, denen aydınlanma, değişim hareketleri, Orta Çağ’ı Katolik Kilisesi baskısı altında geçiren Avrupa’yı Rönesans ve reform denen değişim’le Katolik Kilisesi’nin karanlığından kurtararak aydınlığa çıkartırken, Osmanlı’da ise, medreselerde okutulan ve öğretilen, ilimden uzak, dinle alakası olmayan hurafeleri din kabul eden bir anlayışın hakimiyeti devam etmiş, matbaa ve benzeri yenilikler, ilim fen gavur icadı kabul edilerek aydınlık düşünceden uzaklaşıp, Avrupa gibi Orta Çağ karanlığına devam etmiştir.

Değişime direnme, karşı koyma, değişimi anlayamama, dünyayı anlayamama, Osmanlı’da kendi sonunu hazırlamakla son bulmuştur. Avrupa’da Rönesans ve Reform denen değişim hareketiyle son bulan ruhban sınıfı, maalesef ülkemizde tarikatlar, şeyhler, şıhlar, bunların müritleri yoluyla devam etmektedir. Osmanlı’yı çökerten bu zihniyet, Atatürk dönemi sonrası devletin bütün damarlarına nüfuz etmiş durumda, korkarım bu zihniyetin önü alınmazsa Türkiye Cumhuriyeti’nin de sonu gelecektir.

Bu gerici, ilimden uzak, milliyet mefhumunu reddeden, ümmetçiliği ön plana alan, Türk düşmanlığına dayalı zihniyet, Osmanlı’yı ilimde, fende gelişmelerden uzaklaştıran Orta Çağ zihniyeti, Osmanlı’yı her alanda geri bırakmış, batıyla rekabet edemez duruma getirmiş, Osmanlı, eski ihtişam ve gücünü kaybederek çöküşe geçmiştir. İslamcılar, Osmanlı’nın dağılma nedenini her ne kadar Türkçülük akımı olarak gösterseler de bu kuru, mesnetsiz bir iddiadır. Tabii bu iddiayı savunanlardan ziyade, bu iddiayı ortaya atanların maksadına bakmak gerekir. Burada aleni yapamadıkları Türk düşmanlığını, Osmanlıcılık, ümmetçilik, İslamcılık düşünceleriyle süsleyerek, Türk insanının dini duygularını istismar ederek, Türk insanını kendi milletini, kendi soyunu inkar noktasına getirdiklerini görebilmekteyiz.

Bu düşüncenin sahiplerinin o günde, bu günde soy ağaçlarını araştırırsanız Türk olmadıklarını göreceksiniz. Aslında ülkemizdeki Atatürk düşmanlığının arkasında da yatan, ümmetçilik, İslamcılık, Osmanlıcılık kavramlarıyla süslenip, Türk insanının manevi duygularını istismar edilerek, topluma sunulan, Türk düşmanlığıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında da en büyük etken, bu çağ dışı zihniyetin değişimi, yani devrimci düşünce hakim olmuştur.

Türk toplumunun bütün kurum ve kuruluşlarıyla, Türk insanının düşünce yapıları dahil, yeniden bir değişime ihtiyacı vardır. Bu değişimi gerçekleştirecek olan ise, gücü elinde bulunduran siyasal organdır.

Ne yazık ki Türk siyasal organına hep bahse konu zihniyet mensupları hâkim olmuş, Atatürk ün kurduğu Cumhuriyeti Atatürk sonrası değişime uğratmış,  din tüccarları, şehler şıhlar tarikatlar bunlara bağlı biatcı itaatçı sorgulamadan uzak zihinlerini kiraya vermiş bir toplum yaratmışlardır.

Korkum o ki ülkemizde bu zihniyetin önü alınmazsa, bir zihniyet değişimi gerçekleştirilemezse. Geleceğimizin orta çağ karanlığından farkı olmayacak, bu kadar mülteci ile ise 2. bir Filistin faciası ülkemizde kaçınılmaz olacaktır.