Son yıllarda hukuk çok büyük yara aldı.  Kimse yargının   hukuka ve vicdana yaslanarak karar verdiğine inanmıyor. Bunun nedeni her şeyin tek elde toplanmasıdır.

Bir ülkeyi parçalama yollarından biri de devleti taraf haline getirmektir. Devlet nasıl taraf haline gelir?  Onu yöneten ve temsil edenler taraf olurlarsa devlet de taraf olur. Her tarafın bir de karşı tarafı vardır. Devleti temsil edenler taraf olduklarında otomatik olarak bazılarını da  karşı taraf haline getirmiş olurlar.

Bu bakımdan, partili CB sistemini Türkiye’ye dayatanların iyi niyetli olduğuna inanmıyorum. Çünkü bu düzenleme ile  devlet onu yönetenlerin tarafı yönetmeyenlerin karşıtı haline getirilmiştir. Bir ülke için bundan büyük sorun olabilir mi?

Son seçimde bunun  ileride ne tür sıkıntılara vesile olabileceğini gördük. Bir sistem bir kişi dışında herkese ve her kuruma zarar veriyorsa o sistemden vazgeçmek vatanseverliğin bir gereğidir. Artık bu sisteme destek verenler bile bunun bir hata olduğunu veya en azından demokratik olmadığını görüyorlar.

AKP eski milletvekili Selçuk Özdağ, partili Cumhurbaşkanlığı sistemine destek vermekle hata ettiğini sosyal medya hesaplarında paylaştı. AKP’de aynı kanaatte bir çok milletvekili var. Ama Özdağ’dan farkları, inandıklarını söyleyebilecek cesarete sahip olmamaları.

MHP milletvekili Yaşar Yıldırım da bir TV kanalına yaptığı açıklamada, CHP’nin amacı tek adam sistemini yıkıp demokrasiyi getirmek, buna müsaade edemeyiz dedi. Yıldırım’a gerçekten teşekkür ediyorum, en azından neyi savunduklarını açık gönüllülükle itiraf etmiş oldu. Biz tek adam düzeninin bekçileriyiz dedi. Oysa ülkücülük bu değil, ülkücü dininin, vatanının, bayrağının, ezanının, namusunun bekçisidir. Kimsenin nefsinin, ihtiraslarının bekçisi olmaz.

1950 seçimlerine bakın, DP hep partili Cumhurbaşkanı sisteminden şikayet etmiş, devlet imkanlarının seçimlerde kullanılmasından yakınmıştır. Siyasal İslamcılar da yıllarca milli şef döneminin uygulamalarından şekva ettiler. Her şeyin bir kişinin elinde toplandığı bir düzenin İslam’la ve demokrasi ile bağdaşmadığını yazıp durdular. Bugün aynı kişiler kalemlerini -tek adam düzeninin devamı için- oynatıyorlar. Neyi şikayet ettilerse daha kötüsünü yaptılar. Kaybettikleri takdirde bir daha en az elli sene iktidar yüzü göremeyeceklerini bildikleri için de yapışıp kaldıkları koltuklarını bırakmak istemiyorlar.

Onun için İmamoğlu’nun mazbatasını alması kimseyi yanıltmamalıdır. YSK daha kararını açıklamadı. Hukukun üstünlüğü yok edildiği için her kararın çıkması mümkün. Söz konusu hukuk olsaydı bugün çok net konuşabilirdik, ama konuşamıyoruz. Mesela YSK’nın KHK ile atılanlarla ilgili kararı tamamen hukuka aykırıdır. KHK ile atılmak insanı suçlu veya sabıkalı hale getirmez. Seçim kanununda da KHK’lılarla ilgili bir engel yok. Ayrıca kişi hakkında kesinleşmiş bir ceza olmadığı müddetçe medeni ve siyasi haklarını kullanmaktan alıkonamaz. Bu kararla 6 belediye AKP’ye geçecek ama bölge insanının kafasında yargıya olan güveni sarsacak, dışarıda bu ülkede Kürtlere siyaset hakkı tanınmıyor algısına katkıda bulunacak. AKP 6 belediye kazanacak ama Türkiye o kadar çok şey kaybedecek ki anlatmak mümkün değil. Terörle elbette mücadele edilmeli, bu hususta devletimize destek hepimizin görevidir. Ama bu mücadele hukuk içinde olmalı, devlete olan güveni aşındırmamalıdır. CB  artık demiri soğutmak lazım dedi, demir hakka, hukuka riayetle soğur. Umarım demiri adaletle soğuturuz.