Bu yazımda AKP ile özdeşleşen üç bayan ve bir baydan, daha doğrusu onların “Başa geldi olmaz işler” dedirten ama hiçbir takibe de uğramayan fiillerinden söz edeceğim. Önce, fikir sahibi olmasa da her konuda “görüş” beyan eden Nagehan Alçı’dan başlayalım.

“HaberTürk Yazarı” sıfatı ile HaberTürk Televizyonu’nun hemen bütün tartışma programlarında başköşeye kurulup konuşmacılara sorular soran, bilgisi olmayan konularda bile “Laf olsun torba dolsun” kabilinden bir şeyler söylediği için dinleyenlerde bazen tuhaf gülümsemelere, bazen sinirlenmelere yol açan bu vatandaş ABD Başkanı Biden’den geri kalacak değil ya şunları yazdı:

"TALAT PAŞA SAVUNULAMAZ"MIŞ!..

Talat Paşa savunulamaz. Çıkardığı Tehcir Kanunu ve katledilen Ermenilerin ölümleri meşrulaştırılamaz.

Gazeteciler, din adamları, sanatçılar, iş insanları… Binlerce Ermeni yurttaşımızın ailelerinden koparılarak yollara sürülmesi birçoğunun yolda katledilmesi biz Türk milletinin omuzuna yüklenecek bir suç değildir.

Bu sorumluluk dönemin İttihatçı hükümetine aittir. İttihatçılar bana göre de bir insanlık suçu işlemiştir…”

ABD’de okuyup onların kültürlerini, anlayışlarını özümsediği nasıl da belli değil mi? Biden denilen bidon kafalı nasıl Türkiye Cumhuriyeti’ni ayrı tutuyormuş gibi yapıp “Osmanlı döneminde” diyorsa bu da “İttihatçılar” diyerek aklınca kaş yapmaya çalışıyor ama göz çıkardığının apaçık ortada olduğu aşikâr!

Birinci Dünya Savaşı yıllarında fırsattan istifade edip durumdan vazife çıkararak ve tabii ki Ruslarla İngilizlerden destek alarak Ermenilerin yaptığı mezalimi görmezden gelip katliamlar yapan, katlettikleri insanları toplu mezarlara atan, ırz ve namus düşmanlıklarını hesaba katmayan bu zihniyete sahip insanlar da ne yazık ki bizler gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları.

İşin bir başka garip yönü de, bir zamanlar FETÖ bozguncusuna methiyeler düzen bu kişiler, bilerek ya da bilmeyerek, hatta tesadüfen FETÖ anlayışına selam veren nice gariban içeri girerken, işinden gücünden olurken bu gibilerin iktidar yardakçılığı ile köşe sahibi olmaları, bilmedikleri konularda bile ahkâm keserek bir elleri yağda bir elleri balda yaşamaya devam etmeleri.

Onlardan biri de “Pelikancılar” namıyla bilinip iktidara yön verdiği yazılıp çizilen bir grubun “Ablası” olarak tanınan ve dahi Trump’tan, “Gazeteci olduğunuzdan emin misiniz” diye azar işiten Hilal Kaplan! Yaşayış ve yetişme tarzları birbirlerine tamamen zıt olsa da Türk Milleti’ne karşı tavırlarında Nagehan Hanım’la birleşen bu bayan da Ermenilere toz kondurmuyor. Ona göre de Türk Devleti “suçlu”, Ermeniler yaptıkları bütün vahşete rağmen pir ü pak!

Bazı Batılı ülkelerde “Ermeni soykırımı” tasarılarının kabulü üzerine 17 Mart 2010 tarihinde yaptığı bir konuşmada zamanın Başbakanı Erdoğan, “Ülkemde 170 bin Ermeni var. Bunlardan 70 bini vatandaşımızdır. Gerekirse diğer yüz binine de hadi memleketinize diyeceğim” deyince Hilal Kaplan hemen bir tweetle cevap veriyor:

“100 bin Ermeniyi ‘gerekirse kovarız’ diyebilen Başbakan, 100 yıl önce atalarının ‘gerekeni’ yapmadığına kimi inandıracak acaba?”

Bununla da kalmıyor tabii. Şu yazdıklarına bakar mısınız?

"Ermeni malları üzerine inşa edilmiş bir devletimiz var. Bu kadar haramdan ‘helali hoş’ bir hayat devşirmek imkânsız!"

Uslanmıyor ve herhalde ciddi bir şekilde ikaz da edilmiyor ki 2011 yılında da şöyle bir tweet atıyor:

“Soykırım olup olmamasından çok devletin aklanma çabasına karşıyım. 1915’te devletin suç işlediği gün gibi açıktır.”

Yani ona göre devlet kesinkes “suçlu”, Ermeniler yaptıkları bütün alçaklıklara rağmen suçsuz ve günahsızlar. Nitekim 2012 yılında da “İçimizdeki Ermenilerin” düzenlediği “Ermenilere Destek” toplantılarında da boy göstermekten çekinmiyor. Merak edenler söz konusu tweetleri ve toplantıdaki resimlerini internet sayfalarında bulabilirler.

Dert bir olaydı ağlamak kolaydı. Konu farklı olsa da bir de Ruhsar Pekcan olayı var!

Gümrükler Genel Müdürlüğü Özel Bürosu, 4 Kasım 2016 Cuma günü, Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüklerine bir yazı göndererek, o tarihlerde yalnızca bir İş Kadını olarak bilinen “Ruhsar Pekcan hakkında müteyakkız (uyanık) olunması” konulu bir yazı gönderiyor. Kısacası, Ruhsar Pekcan’ın, “Emine Erdoğan’ın yakınıyım” diyerek gümrüksüz (vergisiz) ithal girişiminde bulunduğu, bunun için uyanık olunması isteniyor.

Gelin görün ki Ruhsar Pekcan, devlet arşivlerine giren bu uyarı yazısından yirmi ay sonra 8 Temmuz 2018 günü Ticaret Bakanı yapılıyor ve gümrükler de kendisine bağlanıyor. Hani “kediye ciğer teslim etmek”derler ya, onun gibi bir şey! Sonraki gelişmeler malum… Kendi Bakanlığına ve başka resmi kurumlara fahiş fiyatla ürün satıyor, şirketi için teşvikler alıyor falan filan…

Bu nasıl iştir, nasıl bir anlayıştır anlayabilene aşk olsun ve yine o reklam aklıma geliyor: Hani Şener Şen, “Mümkünlü’de her şey mümkündür” diyordu ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil de sanki Mümkünlü Cumhuriyeti’yiz. Buna sitem etmemek mümkün değil.

Üç bayanın hezeyanlarından söz ettik. Bayların hatırı kalmasın. Üç beş yerden ballı kaymaklı maaş bağlananlar çok yazıldı, çok söylendi ama belki bir – iki istisna dışında değişen bir şey olmadı. Millet işsizlikten kıvranırken bazı şanslı ya da torpilli kişilere böylesine cömert davranılması hoş değil ama dedik ya, Mümkünlü’de her şey mümkün olabiliyor.

Onların dışında bir de Boynukalın meselesi var. Akademisyen olmasına rağmen adını ancak “Ayasofya Baş İmamı” sıfatını taşıdığı sıralarda tıpkı bir fetva makamı gibi her konuda ahkâm kesen, siyasi, ekonomik konulara el atan tweetleri ile kendisinden haberdar olmuştuk. Attığı tweetler iktidara da zarar vermeye başlayınca “Baş İmamlık” görevinden istifa etti ya da ettirildi ama alışmış bir kere, daha da pervasızlaştı. Son attığı tweetlere bakar mısınız?

“Helal haram nedir bilmeyen adi bir güruh kalkmış bana helali haramı öğretmeye kalkıyor. Devletimin üniversitesinde din dersi verip helal hatta farz olan bir iş yapıyor ve karşılığını helal olarak alıyorum. Sizin pisliğinize ihtiyacım yok. Alayınızın cehenneme kadar yolu var”

“Bu güruh helal haram nedir bilmiyor; paranın itibari bir şey olduğunu da anlamıyor. Önemli olan yaptığınız işin helal olmasıdır. Devletin kasasına bu paranın nereden geldiği sizi ilgilendirmez. Evet, düzeltilmesi gerekir; ama o ayrı bir konudur.

“Merak etmeyin ey güruh, haram (!) ettiğiniz vergilerinizden bana düşen hisseden hepinize kaliteli pamuk aldım, artık helal edersiniz, ne yapayım.”

Bu anlayış, bu ifadeler bırakın İlahiyat tahsili yapan ve üstelik Profluğa kadar yükselen, ondan sonra da “Baş İmam” payesi verilen birine; dinden, İslamiyet’ten az çok bilgi kırıntılarına sahip olan sade bir Müslüman’a bile yakışmaz. Gelin görün ki “Mümkünlülük” anlayışı hükmünü icra ediyor ve insanlar asıl bu gibiler yüzünden dinden soğuyor.

Boynukalın, sözlerine kamuoyundan büyük tepki gelince önce Tweetter hesabını korumaya alıyor, sonra da kapatıyor. Tıpkı diyeceğini deyip sonra da “Yanlış anlaşıldım, sözlerim çarpıtıldı” diyen siyasiler ya da bazı bürokratlar gibi!

Ve AKP’li vatandaş! Hadi biz bu kadarını söyledik, bu kadarını yazdık. Yapıp ettikleri senin adına, inandığın, peşinden koştuğun bir siyasi hareket adına fatura edilen Nagehan Alçı, Hilal Kaplan, Ruhsar Pekcan, Mehmet Boynukalın ve benzeri örneklere senin diyeceğin yok mu? Onlara kızacağınıza, onlara bu fırsatı verenleri ikaz edeceğinize ve olup bitenleri sorgulayacağınıza niye işin kolayına kaçıyor ve dertsiz başınıza dert açıp sorumlu duruma düşüyorsunuz?

Onların söylediklerini, atıkları tweetleri bir Ce Ha Pe’li ya da bir başka partili ve onlara yakın bir gazeteci, bir yazar, bir akademisyen söyleseydi tavrınız ne olurdu? Biraz empati ya hu! Unutmayın ki “Allah adildir ve adaletli davrananları sever!”