Hakkı Öznur, çok sayıda STK temsilcisinin, akademisyenlerin ve gençlerin katıldığı konferansta 12 Eylül darbesini, 12 Eylül öncesi siyasi hayatı, çatışmalı yılları, darbe çalışmalarını, darbenin arkasındaki küresel odakları, darbenin hedefi olan Milliyetçi-Ülkücü hareketi, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasını, tam bir iftiraname olan MHP ve Ülkücü Kuruluşla iddianamesini, Evren-Saltık-Soyer üçlüsünün Türkeş’i hedef alan tertiplerini, Evren’in Türkeş’e olan düşmanlığını, Cuntanın emrindeki Mamak mahkemelerini tarihe geçen istiklal marşı okunmasını, idamları, işkenceleri, zulümleri anlattı.

Hakkı Öznur, 12 Eylül öncesi Ülkücü hareketin verdiği tarihi, destansı mücadeleyi, şehit düşen Ülkücüleri, 12 Eylül sonrasında asılarak idam sehpasında ve işkencehanelerde şehit edilen ülküdaşlarımızı ve Ülkücülere yapılan baskıları zulümleri anlatırken salonu büyük bir hüzün kaplamış, dinleyiciler derinden ekilenmiş, gözyaşlarını tutamamışlardır. Hakkı Öznur 2 saat süren konuşmasında şunları söylemiştir:

74 AFFIYLA DIŞARI ÇIKAN SOL ÖRGÜT MENSUPLARI KALDIKLARI YERDEN DERİN SOL ÇALIŞMALARINA DEVAM ETTİLER

12 Mart 1971 muhtırası ile büyük bir darbe yiyen Türk Solu, 1974 sonlarından itibaren tekrar örgütlenmeye çalışacaktı. 1974 affı, Marksist, devrimci Sol hareketlerin tekrar meydanlara çıkmasına ve faaliyetler yapmasına zemin hazırladı. 12 Mart’ta içeri atılan illegal THKP-C, THKO, TKPML/TİKKO, TİİKP, TKP kadroları ve yine kapatılan TİP’in kadroları, dışarı çıktıktan sonra tekrar kaldıkları yerden yeni örgütler ve yayınlarla faaliyetlere hızlı bir şekilde başladılar. 12 Mart öncesi yaşanan siyasal çatışmalar, öğrenci olayları ve kaos ortamına giden süreç yeniden başladı.

1977’ye gelindiğinde ülkede kızıl terör, siyasi ve sosyal çalkantılar devam ediyordu, siyasal cinayetler çatışmalar her geçen gün artarak devam ediyordu. Adalet partisi, erken seçim çağrısı yaptı. AP'nin erken seçim çağrısı CHP’de olumlu yankı buldu. 5 Nisan'da toplanan Meclis, 14 Ekim 1977’de yapılması gereken seçimlerin 5 Haziran’a alınmasını kararlaştırdı.

5 HAZİRAN 1977 SEÇİMLERİNDE MHP 16 MİLLETVEKİLİ ÇIKARDI

MHP Genel Merkezi’nin düzenlemiş olduğu büyük mitinglere, kapalı salon toplantılarına Ülkü Ocakları da 1250’ye yakın şubesiyle aktif bir şekilde destek verdi. MHP lideri Türkeş, 15 Mayıs 1977 Pazar günü Çorum’dan başlayarak 4 Haziran tarihine kadar 23 ilde düzenlenen mitinglerde halka hitap etti. MHP’nin düzenlemiş olduğu mitingler şu illerde yapılmıştı: Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Erzurum, Elazığ, Malatya, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Konya, Yozgat, Adana, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, İstanbul, Eskişehir ve Ankara…

Seçimlere gidilirken İstanbul, İzmir, Adana, Bursa gibi bazı illerde MHP seçim büroları basıldı, bombalandı. MHP ve Ülkü Ocakları’na mensup birçok dava arkadaşımız silahlı saldırılarla şehit edildi.

Bu arada CHP’nin başını çektiği Sol kesim, hem ülkede hem de Avrupa’da MHP’yi hedef alan “MHP, ÜOD kapatılsın, faşist yuvalar dağıtılsın.” diyen kampanyaları başlattı. CHP, DİSK ve radikal Sol grupların bu kampanyasına “Moskova’nın Sesi Bizim Radyo” da destek vererek, MHP’yi ve Ülkü Ocakları’nı hedef alan saldırılarda bulunuyordu.

5 Haziran 1977’deki erken genel seçimlerinden CHP, birinci parti olarak çıktı, ama tek başına iktidar olacak sonucu alamadı. CHP, 6.136.171 oy ve yüzde 41,4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkardı. Bu CHP’nin 1950’den beri ulaştığı en yüksek oy oranıdır. Seçimlerde DİSK ve birçok sosyalist çevreler, CHP’yi destekledi. TKP’nin radyosu “Bizim Radyo” ilerici devrimci oyların CHP’ye verilmesini istedi. Seçimlerin en başarılı partisi MHP idi. MHP, 951.544 oy alarak, yüzde 6,4 oy oranıyla 16 milletvekili çıkardı.

1977 seçimlerinden sonra “AP ve MHP dışında her partiyle koalisyona razı olduklarını” söyleyen Ecevit; Cumhurbaşkanı’nca hükümeti kurmakla görevlendirildi. Sakıp Sabancı açıkça “Bu hükümet güvenoyu almalıdır.” diyerek sanayi burjuvazisinin “Ecevit alternatifi”ni deneme isteğini ortaya koydu. Bu hükümet, MHP tarafından “KEK (Korutürk-Ecevit-Koc) hükümeti” olarak tanımlandı.

CHP lideri Ecevit, 21 Haziran günü bakanlar kurulu listesini Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Korutürk, aynı gün onayladı. Yeni hükümet kabinesini Hürriyet gazetesi “Allah’a Şükür Erbakan’sız Hükümet” diye okuyucularına duyuruyordu. Ecevit’in kurduğu hükümet, 3 Temmuz 1977’de Meclis’te yapılan oylamada güvenoyu alamadı. 4 Temmuz 1977 günü Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’e, yeni hükümeti kurma Cumhurbaşkanınca onaylanan 2. MC (5. Demirel) hükümeti de 21 Temmuz 1977’de kuruldu.

Hükümetin güven oylamasına 2 gün kala, 29 Temmuz günü TKP yandaşı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, MC’ye karşı Ulusal Demokratik Cephe çağrısı yaptı. Çağrıya ilk tepki Ecevit’ten geldi. Ecevit UDC’ye destek vereceklerini ifade ediyordu. 2. MC diye adlandırılan AP-MSP-MHP koalisyon hükümetinde AP’nin (Başbakan dâhil) 16, MSP’nin 7 ve MHP’nin 5 bakanı vardı.

GÜNEŞ MOTEL OLAYI: ECEVİT’İN ÇİRKİN PAZARLIKLARI

Türkiye’deki bürokratik ve oligarşik güçler, MC hükümetinin yıkılması için devreye mason localarını ve lobileri devreye soktular. Tek hedefleri, bu hükümetin mutlaka düşürülerek yerine Ecevit’in CHP’sinin iktidara getirilmesiydi. 11 Aralık 1977 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde 67 ilden 42’sinde seçimleri CHP kazandı. Bu seçim zaferi Ecevit’i harekete geçirdi. Ecevit, hükümeti düşürmek için “Kumar borcu olmayan 11 adam arıyorum” dedi. Bu şu anlama geliyordu: Hükümetin düşmesi CHP’nin iktidar olması için Meclis’ten 11 milletvekiline ihtiyaç vardı.

Bu doğrultuda Ankara’da ve İstanbul’da kulis faaliyetleri ve entrikalar başlatıldı. Önce Ecevit’in hükümet kurması için lazım olan milletvekillerinin peşine düşüldü. AP milletvekilleri ile temasa geçildi. AP içerisindeki iç karışıklıklar ve çekişmeler takip edilerek hangi milletvekillerinin istifa ettirilerek CHP’ye geçişi sağlanabilir noktasında planlar yapıldı.

içerisindeki Demirel karşıtı, muhalif milletvekilleri, CHP’nin tekliflerine 'Evet' diyeceklerdi. Hükümeti düşürmek için önce istifalar başladı. 17 Aralık günü, Ankara Trafik Hastanesi’nde toplanan istifacı 12 milletvekili, Bülent Ecevit’in Oran Semtindeki evine gidip, bir CHP hükümetini desteklemeye hazır olduklarını bildirdi. Ecevit, zaten bu gelişmeyi biliyor ve bekliyordu. Ve kafasında istifa eden milletvekillerine birer bakanlık verme de vardı. İstifa eden milletvekilleriyle yeni hükümet kurmak için onlara verilecek bakanlıkların garantisi şarttı.

Siyaset tarihine “Güneş Motel” entrikası ve Türkiye’nin ilk “Mebus Pazarı” olarak geçen transfer pazarlıkları İstanbul’da belediyeye ait Florya’daki Güneş Motel’de yapıldı Güneş Motel’deki gizli pazarlıklar, görüşmeler sonucunda hükümetin gensoruyla düşürülmesi ardından bir CHP’li hükümet kurulması kararlaştırıldı. Ecevit 226’yı bulmuştur, artık rahattır. Hükümeti düşürecektir. CHP’nin hazırladığı “Gensoru Önergesi” 26 Aralık 1977 günü Millet Meclisi Başkanlığı’na verildi. Ecevit AP milletvekilleri ile yapılan gizli pazarlıklar sonucunda AP’den istifa eden 11 milletvekiliyle rahatlayacaktı. 31 Aralık 1977 günü verilen bir gensoruyla 2. MC hükümeti, 7. koalisyon hükümeti, AP’den istifa eden milletvekillerinin sayesinde yıkılacaktı.2. MC koalisyonunun istifası 5 Ocak 1978’de kabul edilmiştir.

ABD VE BATI DESTEKLİ ECEVİT HÜKÜMETİ KURULDU

Fahri Korutürk, hükümeti kurma görevini 1 Ocak 1978’de Bülent Ecevit’e verdi. Cumhurbaşkanı Korutürk, Ecevit’e hükümetin güvenoyu alabilmesi için 11’lerin güvence vermesini istedi. Ecevit, üç gün sonra, soruna pratik bir çözüm buldu: CHP, bağımsızlar, CGP ve DP ortak bir bildiri yayınladılar. Hükümeti birlikte kuracaklarını ilan ettiler. Ecevit, ilk olarak Adalet Partisi’nden ayrılan ve bağımsız kalan 11 milletvekili ile görüştü ve bağımsızların koalisyona katılma şartlarını tespit etti. Güneş Motel’de gece yarıları yapılan pazarlıklar sonucu 11 milletvekiline bakanlık rüşveti verilerek 5 Ocak 1978 günü Bülent Ecevit, hükümeti kuruldu. Ecevit , CHP dışında kendisini destekleyen herkese bir bakanlık verdi. Bakanlık sayısı 35’e çıkarıldı. Bağımsızlar, CGP ve DP’ye 13 Bakanlık verildi. 17 Ocak 1978 günü Ecevit hükümeti, 217 ret oyuna karşı 229 oyla güvenoyu aldı. Ve Ecevit yeniden başbakan oldu.

CHP tabanı ve aşırı Sol çevreler sevinçliydi. İktidarda Sol bir parti vardı. MHP ve Ülkücü kadrolar, bürokrasiden tasfiye edilecek, devrimciler devlet kadrolarında yerini alacaktı. Hükümete en büyük destek TÜSİAD patronlarından, dışarda ise ABD ve Batılı ülkelerden geldi. Carter, yaptığı açıklamada “Ecevit’in Başbakan olmasına çok sevindim.” diyordu.

20 BİN ÜLKÜCÜ ANKARA’DA MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA YÜRÜDÜ

Ecevit iktidarının kurulmasıyla birlikte Ülkücü harekete yönelik büyük baskılar ve zulümler de başlayacaktı. Ecevit’in ilk icraatı, bürokrasi ve devlet kadrolarında Ülkücü kıyımı oldu. Ülkücü kadroların yerine, devlet ve millet düşmanı Marksist –Leninist zihniyetli, DEV-GENÇ’li, TÖB-DER’li, MEM-DER’li devrimci sol militanlar, CHP’nin sayesinde devlet kadrolarına yerleşiyordu. Başta CHP’nin İçişleri Bakanı, Solcu polislerin örgütü olan POL-DER yöneticilerini, emniyetin üst kademelerine yerleştiriyordu.

CHP iktidarının işbaşına gelmesiyle Milli Eğitim ve üniversitelerde Ülkücülere yönelik kıyım başladı. Milliyetçi hareket mensupları, devlet dairelerinden sürgün edilirken, eğitim enstitülerinde okuyan binlerce Ülkücünün öğrenim hakkı ellerinden alınmak istenecekti. Öğretmen yetiştiren Eğitim Enstitüleri yönetmeliklere aykırı olarak normal süresinden 1,5 ay önce dönem notları verilmeden kapatılacaktı. Türkiye'nin her yerindeki 55 eğitim enstitüsü öğrencileri CHP iktidarının yapmış olduğu bu uygulamayı protesto etmek amacıyla Ankara, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Kırşehir, Manisa vb. illerde kitlesel gösteriler yaptılar. Eğitim enstitüleriyle ilgili en büyük gösteri 30 Ocak 1978 tarihinde Ankara’da yapıldı.

Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve Ankara Ülkü Ocakları Başkanı Abdullah Çatlı’nın tasarladığı Ankara gösterisi, günler öncesinden organize edilmişti. 30 Ocak günü yapılacak gösterilerle ilgili Site, Niğde, Sivas, Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yurtları gibi Ülkücülerin hâkimiyeti altında bulunan yurtlarda toplantılar yapılarak, düzenlenecek gösterinin planları en ince ayrıntılarına kadar yapıldı. Yapılan teşkilat toplantıları sonucunda binlerce Ülkücünün dört bir koldan Kızılay’da Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde toplanarak, burada Milli Eğitim Bakanı ve CHP iktidarı aleyhine gösteriler yapılması kararlaştırıldı Ve binlerce Ülkücü Milli Eğitim Bakanı’nı ve CHP’yi protesto etti.

15 NİSAN 1978 MİTİNGİNE 500 BİN ÜLKÜCÜ KATILDI

15 Nisan 1978’de, Ankara’da, yüz binlerce Ülkücü, her türlü küresel emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı tarihi bir yürüyüşe katılmıştı. MHP lideri Başbuğ Türkeş’in liderliğinde yüz binlerce Ülkücünün katıldığı tarihi miting ve yürüyüş, CHP iktidarını ve sistemi korkutmuştu. “Savaşımız vurguncu düzenedir”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diye yürüyen yüz binler, ABD ve NATO’yu da tedirgin etmişti. MHP’nin “Anadolu’nun şahlanışı” adıyla düzenlediği büyük mitingler, egemen güçleri, çıkar çevrelerini rahatsız ediyordu.

Tandoğan’da düzenlenen “zam, zulüm ve işkenceyi” protesto mitingine 500 bin ülkücünün katılması, topluluğun coşku ve heyecanı siyasal görünümünün ötesinde sosyolojik bir olaydır. 12 Eylül darbesi yapılmasıydı ve 1981’de genel seçimlere gidilebilseydi TBMM’nde oluşacak yeni tabloda MHP çok güçlü olacaktı MHP’nin büyümesi seçmen tabanının hızla yaygınlaşması egemen güçleri ciddi şekilde tedirgin ediyor, seçimleri takiben kurulacak Hükümet içinde etkili konuma gelmesinden endişe duyuluyordu. 12 Eylül müdahalesini MHP’nin iktidar yürüyüşüne öldürücü bir darbe vurduğu sosyal ve siyasal bir gerçektir.

MHP BARIŞ VE KARDEŞLİK ÇAĞRILARI YAPARKEN TSK İÇİNDEKİ “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” DARBE ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYORDU

Bu arada ülkede bunalım gittikçe artmıştı. MHP, bu bunalımlı dönemde sürekli olarak barış ve kardeşlik çağrılarında bulundu, şiddet ve teröre karşı çıkarak, tüm siyasi partileri uzlaşmaya çağıran girişimlerde, açıklamalarda bulundu. MHP’nin barış çağrıları Sol cephenin dışında taraflı tarafsız çevrelerde yankı buluyordu. Hatta o günlerde MHP aleyhine yazılar yazan, MHP’nin mahkûm ettirdiği Yankı dergisi bile MHP’nin bu barış çağrıları karşısında şunları yazmak zorunda kalmıştı:

“MHP’nin barış çağrılarını, MHP’li bakanların kardeşlik dostluk sözcüklerini ve Türkeş’in özel açıklamalarını dikkate almak zorundayız. Çünkü bu Türkiye için bir şanstır. Hepimiz üzerimize düşen görevi yapmalıyız. MHP’nin çağrılarına kulak vermeliyiz.”

12 Eylül öncesi Bakanlık yapmış bir MHP milletvekili o dönemi şöyle anlatıyor:

“Bir günde 25 cenaze kaldırmayı Allah kimseye nasip etmesin. 4 sene mebusluk yaptım. MHP’de, gece 12’den sonra telefon çaldı mı ense kökümden belkemiğimin ortasından bir ter damlası inerdi. Ya işkence vardır ya ölüm vardır ya yaralanma vardır ya kan lazımdır ya ameliyat vardır… Bir gece o kadar çok yaralanma olayı oldu ki kan verecek kimse yok. Ortaokul talebesi -şimdi tıp Doçenti olan Profesörlüğünü bekleyen- kızımı Tıp Fakültesi’ne kan vermeye götürdüm. Yok, artık kan verecek”

DARBE ŞARTLARINI OLGUNLAŞTIRMAK İÇİN ÜLKEYİ KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİLER

ABD/NATO ile ilişkili, Gladyo’yla bağlantılı, devletin kılcal damalarına kadar girmiş ajanlar, kriptolar, uzantıları ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için sansasyonel cinayetler, bombalı katliamlar ve kitlesel provokasyonlar meydana getirmişlerdir. Abdi İpekçi suikasti, Gün Sazak’ın şehit edilmesi, MHP Genel Merkezi baskını ve daha yüzlerce vb. olayları sıralayabiliriz.

17-18 Nisan 1978 Malatya, 3-7 Eylül Sivas, 19-26 Aralık Kahramanmaraş, 1980’in Mayıs-Temmuz ayları Çorum vb. yerlerde yapılan kışkırtmalar sonucu çok sayıda vatandaşımız öldü, canlar yandı, yürekler dağlandı. Milletimiz acılara boğuldu. Ülkemizi acıya boğan olaylar, ne sağ ne sol ne Alevi-Sünni çatışması idi. Provokasyonların amacı, ülkeyi iç savaşa sürükleyip, darbe şartlarını olgunlaştırmaktı. 12 Eylül dökülen kanlar üzerinden geldi. Akan kanların bizzat sorumlusu, ABD ve NATO’ya bağlı, ordu içindeki derin, karanlık yapı ve onların sivil iş birlikçileriydi.

CIA elemanları ve uzantıları, Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını tertip etmişlerdir. Bu kanlı olaylarda, CIA ve Pentagon okullarında yetişen, adlarına “barış gönüllüleri” denilen ajanların var olduğu ise yıllar sonra ortaya çıkmıştır. Amerikalı ajanların gittiği her yerde daha sonra çatışmalar meydana geldi, olaylar çıktı. İller, ilçeler karıştı... Alevi-Sünni vatandaşlarımızın birlikte yaşadığı Malatya. Sivas, Maraş, Çorum gibi yerlerde çıkan olaylar, bunların o hassas yerleri ziyareti ve karanlık temasları sonrasındadır. Açıkçası Washington, Türkiye’nin hassas damarlarını çözmeye çalışıyordu.

MHP GENEL MERKEZİ’NE SİLAHLI, BOMBALI SALDIRI DÜZENLENMİŞTİR

MHP’nin 1980 yılının Nisan, Mayıs, Haziran ayında düzenlediği “Gönül Seferberliği” mitingleri çok büyük ilgi görüyordu MHP iktidara yürüyordu. Öte yandan bombaların patlamadığı, insanların sokak ortasında, bürosunda, evinde katledilmediği yer yoktu... Her gün birkaç Ülkücü, şehit ediliyordu. CHP’nin iş başına geldiği 22 aylık iktidarı döneminde, 1200 Ülkücü, Komünist terör örgütleri tarafından şehit edilmişti.

1977-12 Eylül 1980 tarihleri arasında, sadece İstanbul’da şehit edilen MHP yöneticisi, 250’den fazladır. MHP’nin doğudaki belediye başkanlarından Hikmet Tekin, 12 Ağustos günü PKK militanları tarafından pusuya düşürülmüş, annesi ve kardeşi ile birlikte hunharca şehit edilmişlerdi.

30 Haziran 1979 günü, MHP Genel Merkezi, Ankara’da polis üniforması giymiş Sol örgüt militanlarının silahlı, bombalı saldırısına uğradı. Alper Demirci ve Ömer Yüce adlı iki Ülkücü genç, şehit edilmişti. Ardından, Ülkücülerin elinde olan Ankara’daki Ziraat Mühendisleri Birliği, 2 Eylül 1980 günü bombalı ve silahlı saldırıya uğradı. 4 Ülkücü şehit edildi. Türkiye’nin her yerinden buna benzer haberler gelmeye devam ediyordu.

TSK’DA “ SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” SON HIZLA DARBE ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYOR

Temmuz 1978’de Genelkurmay karargâhında Kenan Evren’in talimatıyla oluşan “Darbe Çalışma Grubu” çalışmalarını sürdürüyordu. Haydar Saltık ve ekibi NATO merkeziyle birlikte çalışıyor. (SALTIK ÇALIŞMA GRUBU) Ankara’dan Washington’a, MHP aleyhine raporlar gönderiyorlardı. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık’ın başında bulunduğu, adına “SALTIK ÇALIŞMA GRUBU” denen karanlık yapı, ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için her şeyi planlamış ve uygulamışlardır.Ülkücü düşmanı Haydar Saltık’ın başkanlığındaki “DARBE ÇALIŞMA GRUBU”nda bulunanlar, Washington’un “Bizim Çocukları”dır.

Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunan MHP’nin demokrasiye, ülkeye, vatana sahip çıkışı karşısında, CIA istasyon şefleri, “Bizim Çocuklar” dedikleri, ABD yanlısı generallere “elinizi çabuk tutun, darbe çalışmalarını hızlandırın” talimatını vermişlerdir.

1979’un sonlarına gelindiğinde askerî müdahalenin işaretleri netleşmeye başlamıştı. ABD/ NATO ya bağlı Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile komuta kademesi, 17 Aralık 1979’da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile uzun bir görüşme yaptılar ve bir mektup sundular. Bu Mektup darbenin yaklaştığının sinyaliydi.

17 Haziran’da Genelkurmay Başkanı Evren, Kuvvet Komutanlarını ve Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun’u toplantıya çağırdı ve kod adı “Bayrak Harekâtı” olan bu darbenin 15 Temmuz’da yapılması kararlaştırıldı. Ancak 2 Temmuz’da Demirel Hükümet’i güvenoyu alınca plân ertelendi. 28-31 Ağustos’ta, 3 Eylül’den itibaren her an hazır olunması bildirilen “Bayrak Harekâtı” özel kuryelerle komutanlara teslim edildi.

KENAN EVREN: 3 YIL BİLEREK BEKLEDİK MURADIMIZA ERDİK

Başbakan Demirel, 1980 yılının Temmuz ayında Genelkurmay Başkanı Evren’i makamına çağırıyor ve diyor ki “Fatsa çok karışık, bir Fatsa’ya gitseniz.” Evren gidemem diyor. “Niye?”, “Teröristler bütün yolları tutuyor.”, “Helikopterle gidin”, “Helikopteri de düşürürler” diyor. Kenan Evren, Devrimci Yol örgütünün hâkim olduğu Fatsa’ya gitmekten korkuyordu.

Türkiye 12 Eylül’e hızla sürükleniyordu. 11 Eylül 1980 günü Ankara’da sokakları, terör örgütleri almıştı. Dört bir yana Sol örgütlerin bombalı pankartları asılmıştı. Ankara, bir harp sahası gibiydi. Bakanlıklarda, Genelkurmay’ın önünde, Meclis’in önünde, sayısız Dev-Yol imzalı bombalı pankartlar asılıydı. Silahlar, bombalar, Ankara’dan Diyarbakır’a, İstanbul’dan Kars’a, Edirne’den Van’a her yerde patlıyordu. Ülke, savaş alanına dönmüştü.

Sıkıyönetimin sadece adı vardı. Güvenlik güçleri, adeta inzivaya çekilmişti. Şehirler, sokaklar, Sol terör örgütlerine teslim olmuştu. Sanki bütün bunlar “darbe şartlarının olgunlaşması” içindi. Askerlerse o gün Genelkurmay’ın yeraltında darbe hazırlıklarının son rötuşlarını yapıyor, darbe için geriye sayımı başlatıyorlardı...

Cunta rejiminin başı, Kenan Evren’in Konya’da bir konuşması var: “Biz 3 yıl sabrettik, muradımıza erdik” diyor. İhtilal şartlarının olgunlaşması için Türkiye’nin kan gölüne dönmesine, oluk oluk kan akmasına, binlerce insanın ölmesine bilerek göz yumduklarını söyleyen Evren, sabrederek muradına erdi. Bu, tarihin cevap arayacağı büyük bir itiraftır. Evren ve Konsey üyeleri ölümlere, çatışmalara ve ülkenin kaosa sürüklenmesine seyirci kaldıkları ve ihtilal şartlarını olgunlaştırmak için darbeye zemin hazırladıkları ve planladıkları için sorumludurlar suçludurlar.

12 EYLÜL 1980’DE CIA’NIN “BİZİM ÇOCUKLARI” DARBE YAPTI

Darbe gecesine saatler kala bir kısım siyasetçilerin az çok bildikleri darbeyi, Washington çoktan haber almıştı. 27 Mayıs ve 12 Mart’ta olduğu gibi sözde Amerikan yardım heyeti JUSMAT, çok önceden hazırlıklarını bildikleri darbeyi Pentagon’a, Washington’a bildirmişlerdi. 12 Eylül haberi “Situation Room”a, Balgat’taki Jusmat’tan gelmişti. “Türk ordusunun komuta heyeti yönetime el koydu. Herhangi bir kuşku ve kaygıya gerek yok. Müdahale etmesi gerekenler etti”.

JUSMAT’ın başındaki General Thompson, CIA İstasyon Şefi Paul Henze, ABD Elçisi James Spain gibi isimler, darbeyi yapanların ABD ve NATO’nun dostları olduğunu söylüyorlardı. Darbenin şefi Kenan Evren, her şeyi ABD ile el ele ve NATO’nun amaçları doğrultusunda yapmıştır. Pentagon için Amerikan yanlısı darbeci generaller, “Bizim Çocuklar”dı.

KENAN EVREN TÜRKEŞ’İ İNFAZ ETTİRMEK İSTEDİ

Türkiye, 12 Eylül alacakaranlığına girerken 12 Eylül sabahı Konsey’in görevlendirdiği askerler siyasi parti liderlerinin kapısındaydı. Başbakan Süleyman Demirel, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan evlerinden alınarak gözetim altına alındılar. MHP lideri Alparslan Türkeş için Konsey özel ekip görevlendirdi. Bu ekip Türkeş’i evinde bulunmadı Türkeş’in evine giden, direk konseye bağlı askerler eli boş döndü. Askeri yönetim üç gün süreyle Türkeş için “teslim ol” çağrısında bulundu. Çağrılar, radyo ve televizyonda sık sık anons edildi. Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren üç parti liderinin teslim olduğunu, Türkeş’in de teslim olmasını, aksi halde suçlu duruma düşeceğini ifade eden bir bildiri yayımladı. Evren ve Konsey üyeleri Türkeş’in bulunamaması üzerine tedirgin oldular ve korktular. Türkeş, 3 gün sonra teslim olur Cunta rejimi tarafından İzmir Uzunada’ya götürüldü 25 gün burada kaldı. Ardından Ankara’ya getirildi. 11 Ekim günü tutuklandı.

Eylül hükümetinin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, (Temmuz 1980 tarihinde Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevine Müsteşarlık) getirildi. 12 Eylül darbesinden sonra kurulan Bülend Ulusu hükûmetinde Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.) Kenan Evren'in Alparslan Türkeş için "Yakalayın; şayet mukavemet ederse vurun!" dediğini ve “infaz emri” verdiğini 2015 yılında bir söyleşide anlatmıştır.

Evren’in, emrindeki subaylara Türkeş’in yakalanmaması üzerine öfkelendiğini söylüyor. İlter Türkmen bunlar yaşanırken “Evren’in yanındaydım ve yaşananların şahidiyim” diyor. Türkmen, Evren’in hedefinin Alparslan Türkeş olduğunu, onu tutuklatıp, hapse attırmak istediğini yine açıkça söylemiştir.

Kenan Evren’in Türkeş’e olan menfi tutumu Genelkurmay Başkanı olduktan sonra hep dikkat çekmiştir. Verilen bazı resepsiyonlarda, Evren ve Komuta kademesi MHP lideri Türkeş’e soğuk davranmıştır. Türkeş’i görmezlikten gelmeye çalışmışlardır.

MHP LİDERİ TÜRKEŞ MHP VE ÜLKÜCÜ KURULUŞLARIN YÖNETİCİLERİ TUTUKLANDI. MHP KAPATILDI. 50’BİNDEN FAZLA ÜLKÜCÜ GÖZALTINA ALINDI

12 Eylül 1980 tarihinde de darbe yapıp, yönetime el koyanlar tarafından, hareketin lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri dâhil 50 binden fazla ülküdaşımız, gözaltına alınmıştır. Binlercesi, uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak, tutuklanmıştır.

Genel Merkez yöneticilerinden milletvekili olanlar Kirazlıdere Dil Okulu’nda başka partilerden haklarında kovuşturma yürütülen siyasetçilerle birlikte tutuldular. Disiplin kurulu üyeleri dâhil diğer yöneticiler Mamak’a götürüldüler. Burada yaşlarına, sıfatlarına ve konumlarına bakılmaksızın standart hâle getirilen ağır eziyet ve işkenceyle karşı karşıya bırakıldılar. Milliyetçi Ülkücü Hareketin mensupları askeriyeye ve emniyete ait olan viranelerde işkencelerden geçirilmişlerdi.

ONBİNLERCE ÜLKÜCÜ İŞKENCELERDEN GEÇİRİLDİ

9 Ülküdaşımız idam edildi. Mamak’ta C-5’te, Zincidere’de Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de; Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi. Dava arkadaşlarımızı şehit ettiler, intihar süsü verdiler.

12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin lideri olan Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere, binlerce Ülkücü, Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde 1 ay işkencelerden geçirildi.

Türkiye’nin dört bir yanından Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne C-5 adlı özel işkence merkezine getirilen Ülkücülere, Başbuğ Türkeş ve Muhsin Başkan başta olmak üzere Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin aleyhine ifade vermeleri için büyük baskı ve işkenceler yaptılar.

77 yıl önce 23 Türk milliyetçisi, “tek parti diktatörlüğünde” tabutluklara kondu. 1500-2000 mumluk ampulleri tabutluklarda başlarına koydular. 36 yıl sonra bu sefer Amerikancı Kenanist rejim, yine Türk milliyetçilerini, Ülkücüleri tabutluklara koydu,

Ülkücü hareket düşmanı bazı askeri savcı ve hâkimler, işkenceli sorgulara bizzat eşlik ediyordu. Asker ve polis karışımı özel işkence ekibi Ülkücülere işkence ederken, Mamak Cezaevi komutanı Raci Tetik ise zevkle seyrediyor ve kimi zaman işkencecilere nezaret ederek “Gerekirse ölsünler, sakat kalsınlar, hiç önemli değil. Devam edin” diyordu.

MHP DÜŞMANI BAŞSAVCI NURETTİN SOYER, MHP’Yİ KAPATTIRMAK İSTİYOR

MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık ve Başsavcı Nurettin Soyer ikilisinin MHP ve Ülkücü harekete yönelik planlı ve programlı çalışmaları doğrultusunda, emirleri altındaki özel güçler devreye sokuldu ve karanlık MHP baskını böyle başlamıştı. 12 Eylül gecesi, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bünyesinde yer alan Başsavcı Nurettin Soyer’in emriyle Pol-Derli Solcu polisler ve askerler, kanunsuz bir şekilde MHP Genel Merkezi’ni bastılar. Genel Merkez’de vaktinden önce başlatılan arama Bolu Komando Tugayı’ndan gelen bir askerî timle polislerden oluşan karma bir ekip tarafından el fenerlerinin ışığı altında yürütüldü. Polislerin ekip şefi konumundaki Baş Komiser Dürüst Oktay ile Zeki Kaman MHP camiasının tanıdığı isimlerdi. Emniyet teşkilatı içerisinde solcu polislerle kurduğu Pol-Der isimli ideolojik örgütün lider kadrosu içerisinde yer alan ve tutumları nedeniyle ilgili makamlara sık sık şikâyet edilen bu polisler, Başsavcı Nurettin Soyer’in Mamak’ta kurduğu özel ekibin seçkin elemanlarıydı.

KENAN EVREN: SOYER, ARKANDAYIM, İSTEDİĞİNİ YAPABİLİRSİN

Hava Hâkim Albay Nurettin Soyer, 1980 başında darbeyi planlayanlar tarafından Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başsavcılığı’na atanır. Nurettin Soyer, Kenan Evren’i ve Konsey üyelerini defalarca ziyaret etmiştir. Ardından onlarla toplantı yapmıştır. Konseyin, başta Türkeş olmak üzere MHP yöneticilerinin, Ülkücü kuruluşların yöneticilerinin tutuklanmaları taleplerini yerine getirecekti.

Beşli çeteye, MHP aleyhine hazırladığı sahte delilleri, gerçek dışı düzmece haberleri göstermiş ve onların onayını almıştır. Evren’den cesaret alan Soyer, Konsey üyelerine “sizin desteğiniz devam ettiği müddetçe Türkeş ve arkadaşları asla cezaevinden çıkamaz.” diyordu.

Evren, Konsey üyelerinin de bulunduğu toplantıda askeri savcı Hava Albay Nurettin Soyer’e, sivil ve askeri savcılar bulmasını, üzerinde çalışması talimatını verdi. Soyer, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası için 20 sivil, 6 askeri savcı ile çalıştı. Bunlara verilen emir, MHP’nin kapatılması, MHP ve Ülkücü hareket mensuplarının cezalandırılması ve cezaevlerinde uzun yıllar yatmalarıydı.

12 Eylül sonrası Başbakanlık yapan emekli Oramiral Bülent Ulusu (18. Türkiye Başbakanı 21 Eylül 1980-13 Aralık 1983) Nurettin Soyer’in Konsey ile olan ilişkisini ve onlara MHP aleyhine yaptığı konuşmayı şöyle anlatmıştır:

“Savcı, Milli Güvenlik Kurulu’na yani Konsey’e MHP ile ilgili iddiaları anlatırken oradaydım, dinleyince dehşete kapıldık. Tam teşekküllü ameliyathane, cephanelikler, sandıklar dolusu silah, Genelkurmay’ı dinleyen teknik donanım vs. anlatılınca Konsey hemen dava açın dedi!”

Beşli Konsey’den aldığı güç ile Soyer ve arkadaşları MHP ve Ülkücü Kuruluşların yöneticileri başta olmak üzere ülkücüleri uyduruk senaryo, düzmece belge ve yalancı şahitlerle tutuklamışlar zindanlara doldurmuşlardır. Askeri Savcı Soyer ve emrindeki asker-polis karışımı solcu çete, Beşli Konsey’i arkalarına alarak Mamak’ta her türlü hukuksuzluğu yapmışlardır

SAVCI SOYER’İN ADAMI İŞKENCECİ POLİS ŞEFİ ZEKİ KAMAN: TÜRKEŞ’İN DEFTERİNİ DÜRMEKLE MEŞGULÜZ

Hiçbir siyasi parti, MHP hariç, ihtilal gecesi aranmadı ve basılmadı. Ama MHP, gece saat 02.30’da asker, polis karışımı özel timler tarafından basıldı. MHP Genel Merkezi’nin baskınında başta Nurettin Soyer olmak üzere Pol-Derli Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi özel tim görevlilerinin bulunması da bu baskının gerçek amacını ortaya koyuyordu. MHP Genel Merkezi’ne gece gelerek, her türlü arama ve tarama işlerini yaparak, kamuoyunda MHP’yi suçlu duruma düşürmek isteyen Nurettin Soyer’in tek amacı, Milliyetçi Hareket’i 12 Eylül mahkemelerinde yargılamaktı.

Direk, Kenan Evren’e bağlı Askeri savcılıkta, savcılık karakolu kurulmuştu. Bu karakolun yanında C-5 adlı işkence merkezi vardı. POL-DER’ li Polis şefleri Zeki Kaman, Dürüst Oktay burada Ülkücüler aleyhine özel çalışma yürütüyorlardı. MHP ve Ülkücü kuruluşlarla ilgili evraklar ülkücü düşmanı bu polis şefinin ve onunla birlikte çalışan polislerin elindeydi. Nurettin Soyer 12 kişiden oluşan Zeki Kaman ekibine Ülkücüleri gözaltına aldırıyor, işkence ettiriyordu. Bütün bu yaşananlar Soyer’in bilgi ve talimatıyla olmuştur.

Dönemin bir askeri yetkilisi, Savcı olmayan polis şefi, Zeki Kaman’ı Savcıların olduğu yerde görünce, “siz burada ne yapıyorsunuz? Sizin burada ne işiniz var? diye sormuştu. Savcı Soyer’e ve Konsey’e güvenen Zeki Kaman ise cevaben “Türkeş Amcanın defterini dürmekle meşgulüz” diyordu. Zeki Kaman denilen alçak bu cüreti Nurettin Soyer’den ve cunta rejiminden alıyordu. Hâkim ve savcılardan olması gereken dosyalar POL-DER’li çetelerin elinde geziyordu.

MHP VE ÜLKÜCÜ DÜŞMANI SAVCI NURETTİN SOYER, 220 ÜLKÜCÜNÜN İDAMINI İSTEDİ

1978 Aralık ayında meydana gelen Kahramanmaraş olaylarından sonra 13 ilde Sıkıyönetim ilan edildi İktidarda olan CHP bu özel dönemde görev yapacak hâkim ve savcılar için özel çalışma yürüttü. CHP’li Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık bu iş için Müşaviri solcu Bnb..Askeri Hakim Olcay Mis’i görevlendirdi. Sosyal demokrat-sosyalist- marksist görüşlere sahip kim varsa sıkıyönetimin yargı kadrosu yapıldı. Nurettin Soyer bunlardan biriydi. Dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanı Müfrit MHP karşıtı olan Nihat Özer kendisi gibi MHP ve Ülkücü düşmanı Soyer’i vakit geçirmeden başsavcı yaptı.

12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın iddianamesini de askeri savcı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer Genelkurmay karargâhında, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştı. Türk mahkemelerinde, Türk milliyetçileri yargılanmaya kalkışıldı.

29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan davada milliyetçi hareketin lideri Alparslan Türkeş ve Ülkücü gençlik lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu 220 Ülkücünün idamı istenmiştir. 587 sanıklı, MHP ve ülkücü kuruluşlar davası iddianamesinin hazırlanması yedi ay on gün sürdü. Mütalaası bir yılda tamamlandı.

Dünyanın en insafsız, hukuktan en nasipsiz savcısı Nurettin Soyer, iddianame adlı itirafnameyi yazarken yardımcılarından biri Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu idi. Savcı Soyer, Uğur Mumcu gibi bazı solcu yazar ve gazetecilerle görüşüyor, onlardan MHP ve Ülkücüler aleyhine neler yapabilirizi konuşuyordu.

MHP İDDİANAMESİNİN OMURGASI, MARKSİST FELSEFE SÖZLÜĞÜNDEN OLUŞTURULMUŞTUR

MHP aleyhine yapılan haber ve yazı dizileri, 12 Eylül rejiminin dört elle sarıldığı malzemeler olmuştur. 12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında dönemin savcıları ve 12 Eylül darbecilerinin yayınladığı “Anarşi raporlarında” kaynak olarak Aydınlık gazetesi, TİKP’in basın bültenleri ve diğer dönemin Solcu gazete ve dergilerinden faydalanılmıştır.

Bu iddianame hukukun rafa kaldırıldığı ideolojik bir rezalettir. İddianamede anlaşılmaz bir pervasızlıkla, kaynak belirtmeye bile gerek görülmeden bir Marksist’in eserinden satır satır alıntılar yapılmıştır. Böylelikle hukukî bir metin olma mecburiyeti bir tarafa bırakılarak, ideolojik bir suçlamaya dönüşen iddianame, MHP yöneticileri tarafından şiddetle eleştirildi. İddianamenin tutarsızlığı belgelerle, tarihî olaylarla ortaya konuldu.

Darbeden hemen sonra bazı gazetelerde, “İyi ki 12 Eylül olmuş. Yoksa MHP, Türkiye’de büyük bir darbe ve katliam yapacaktı” haberleri çıkmıştı. Bu haberin arkasında, MHP aleyhine bilgilerin sızdırılmasında, yazdırılmasında, Cuntanın infaz aparatı Nurettin Soyer’in parmağı vardı.

MHP aleyhine yapılan haber ve yazı dizileri, 12 Eylül rejiminin dört elle sarıldığı malzemeler olmuştur. 12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında dönemin savcıları ve 12 Eylül darbecilerinin yayınladığı “Anarşi raporlarında” kaynak olarak Aydınlık gazetesi, TİKP’in basın bültenleri ve diğer dönemin Solcu gazete ve dergilerinden faydalanılmıştır.

TİKP Genel Başkanı Doğu Perinçek, 12 Eylül sonrası tutuklandıktan sonra mahkemeye verdiği Haziran 1981 tarihli sorgusunda “MHP ile mücadelede devlete yardım ettiklerini ve derhal serbest bırakılmalarını” talep etmiştir.

MİLLİYETÇİ HAREKET’İN LİDERİ TÜRKEŞ CUNTA REJİMİNE VE CUNTANIN MAHKEMESİNE MEYDAN OKUDU

12 Eylül 1980 sonrası açılan MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının askeri savcısı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer de MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının iddianame dedikleri iftiranameyi Genelkurmay Karargâhı’nda, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştır.

1944 yılında Çankaya Köşkü’nde, 12 Eylül sonrası Beşli Konsey-Evren-Saltık çalışma merkezinde Türk milliyetçilerine kumpaslar kurdular. Milliyetçi hareketin lideri Türkeş, bir ABD/NATO projesi olan 12 Eylül darbesine eğilmedi, küresel diktatör ABD ’nin “Bizim Çocuklar” dediği “Beşli Çete”ye, cuntanın mahkemelerinde meydan okudu.

Mahkeme üç kişiden oluşuyordu. Başkan Hava Albay İrfan Yücesan, duruşma Hâkimi Albay Vural Özenirler, Hv. Hâkim Yzb. Fahir Kayacan’dan oluşuyordu. Mamak mahkemesinde ilk sırada olan MHP lideri Alparslan Türkeş, yazmış olduğu kitaplarla kürsüye yürümüştür. Savcılık, iddianamede Türkeş’in kitaplarını tamamen çarpıtmış, alttan bir üsten bir kelime alıp birbirine katmış, suç delili olarak kullanmıştı. Türkeş savcının alıntı yaptığı kitapların sayfalarından savcının iddialarını, çarpıtmalarını tek tek çürütmüştü. Bu arada iddia makamını teşkil eden Hv. Hâkim Albay Nurettin Soyer, sesini çıkaramıyordu. Başbuğ Türkeş, Masa başında hazırlanan yalanlarla, iftiralarla dolu 945 sayfalık düzmece iddianameyi, Mamak mahkemelerinde suratlarına fırlattı.

TÜRKEŞ NE SAVCILIK SORGUSUNDA NE MAHKEMELERDE BAŞINI ÖNE EĞMEDİ

Milliyetçi Hareketin lideri Türkeş 14 Ekim 1981’de yapılan duruşmada suçlamalara karşı savunmasına şu cümlelerle başlıyordu:

“Bir siyasi davanın, idam talebiyle yargılanan bir numaralı sanığı olarak burada bulunuyorum. Hakkımızdaki iddianameyi dinledik. Talep edilen cezaları öğrendik. Şimdi de usul gereği bize söz verilmiş bulunuyor. Sizlerden tek bir ricam var: Sözlerimi kesmeden dinleyiniz. Karşınızda sizlerin şu anda tanıdığınız üniformayı 37 yıl şerefle taşımış, Türkiye´nin son yirmi yıllık tarihi içinde emsali görülmedik düşmanlıkların ve emsalsiz sevgi bağlılıkların hedefi olmuş, bu dünyanın bin türlü kahır ve mihnetinden geçmiş bir insan konuşuyor.

Ben ve arkadaşlarım kanunların suç saydığı fiilleri işlediğimiz tespit edildiği için bulunmuyoruz. Suçumuz sonradan icat edilmeye çalışılan, çöp sepetlerinden çıkarılan kâğıt parçaları delil yapılarak, insanlık dışı işkencelerle ifade ve itiraflar temin edilerek, hazırlanmış, her noktası ciddiyet ve hukuki mesnetten mahrum şu iddianame ortaya konmuştur. Bu iddianame baştan aşağı yalan ve iftiradan ibarettir. Benim bütün hayatım demeçlerim, icraatım bu iddiaları baştan aşağı reddedişten ibarettir. Sayın hâkimler, cumhuriyet tarihimizin en önemli davasına bakıyorsunuz; siz bizi yargılıyorsunuz tarih ise bizi olduğu gibi, sizi de iddia makamını işgal eden bu zevatı da yargılayacak ve hüküm verecektir… Ben de dâhil 220 kişinin idamı 367 kişi için de muhtelif ağır cezalar istenmektedir. Türk tarihinde hiçbir savcı bu kadar idam cezası talebinde bulunmamış, bu kadar mesnetsiz suçlamalarla bu derece sorumsuz iddianame tanzim etmemiştir. 2. Dünya Harbi’nin savaş suçluları bile, galiplerin mahkemelerinde yargılanırken haklarında bu kadar ağır ve çok cezalar talep edilmemiştir.

Başbuğumuz Türkeş ne savcılık sorgusunda ne mahkemelerde başını öne eğmedi. Mahkemede iddianame denen iftiranameyi defalarca kaldırıp heyete karşı salladı ve kürsüye vurdu.

Alparslan Türkeş, 12 Eylül 1980 darbe sonrası idamla yargılandığı “MHP ve Ülkücü kuruluşlar” davasında Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkemesi Kıdemli Hâkimliğine sunduğu savunmasında; “Milliyetçi hareket, siyasi hayatta her zaman ‘hak, hukuk, adalet’ demiştir. Milliyetçiliğimiz milletten ve adaletten yana olmaktır. Haksızlıklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara daima karşı çıktık. Haksızlık ve adaletsizlik, zulüm demektir. Ülkeler küfür ile yıkılmaz ama zulüm ile yıkılır. Milletimizin hizmetinde olmaya daima gayret ettik.” demiştir.

ÜLKÜCÜLER CUNTA REJİMİNE İSTİKLAL MARŞI’YLA CEVAP VERDİ

Türk ve dünya kamuoyunun yakından takip ettiği MHP Ülkücü kuruluşlar davası, 19 Ağustos 1981 günü Mamak Cezaevi’nde bulunan bir askeri mahkemede başladı. İlk duruşma başlarken fevkalade anlamlı bir olay yaşandı.

Mahkeme başlamadan evvel MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında yargılanan Ülkücüler, ABD uşağı 12 Eylülcülere tarihi bir ders vermek amacıyla bir plan yaptılar. Planın mimarı Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. Muhsin Başkan 12 Eylül cuntasının bütün zulümlerine karşı Ülkücülerin ayakta ve dimdik olduğunu göstermek için mahkeme salonuna gelirken bütün Ülkücülere bir mesaj gönderdi: “İstiklal Marşı” okunacaktı.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun mesajı anında salonda herkese ulaştı. Başbuğ Türkeş salona girdikten hemen sonra herkes ayağa kalktı, Başta hareketin lideri Türkeş olmak üzere bütün Ülkücüler, avukatlar ve duruşmayı izlemeye gelen aileler dâhil herkes, hep beraber İstiklal Marşı’nı söylüyordu.

Mahkeme heyeti ve savcılar, donakaldı. Şaşkınlıkla birbirlerine bakmışlar, mecburen hepsi hazır ola geçmişti. Hep bir ağızdan İstiklal Marşı okumaya başladılar. O an müthiş bir andı. Herkes apışıp kalmıştı, böyle hareketi beklemeyen Mamak Hapishane Müdürü Albay Raci Tetik komaya girmişti. Hâkimler ve savcılar şaşkın, askerler donmuş kalmışlardı. O gün mahkeme salonunda yükselen İstiklal Marşı ertesi gün Türkiye’nin gündemine oturmuştu.

İdamla yargılanan isimlerden biri olan Nevzat Kösoğlu da o günü şöyle anlatıyor:

“Savcılık idamımızı istiyor. Duruşmaların başladığı gün bizi mahkemeye götürecekler. O akşam çok sıkıntı çektik. Sıkıntının sebebi de yarın bizi mahkemeye götürürken ellerimize kelepçe vuracaklar mı, vurmayacaklar mı? Vururlarsa biz ne yapacağız?

Sabahleyin kalktık, giyindik. Önde Türkeş, bekliyoruz. Salondan çıkıp merdivenlere girerken kelepçe vuruldu vuruldu, yoksa yok, diye düşünüyoruz. Kelepçe vurulmadı. Herkes rahatladı. Gittik, ama bizi bu sefer kapalı cezaevi arabalarına koydular, küçük pencereli. O fazla da önemli değildi bizim için, kelepçe işinden kurtulunca. Mamak'a gittik. İstiklal Marşı söylenecek diye evvelden kararlaştırılmış.

İçeriye de avukatlar vasıtasıyla haber verilmiş. Orada Türkeş'in mahkeme salonuna girmesiyle birlikte 587 sanık ve onlarca avukat tarafından İstiklal Marşı okunmaya başlandı. O anda ortalık biraz sarsıldı. Mahkeme filan böyle bir şey beklemiyordu. Böyle bir usul yok. Ama müdahale de edemediler. Mecburen onlar da dinlediler. Bir bakıma bizim oradaki ilk golümüzdü.”

İdamla yargılanan bir MHP yöneticisi yine duygularını anılarında şöyle anlatıyor:

“Tüylerimiz diken diken olmuştu. O salondaki insanları o anda kurşuna dizseniz işlemezdi. Dakika bir gol bir. Mahkeme heyetini darmadağın ettik. Savcıların eli ayağı birbirine girdi. İnanılmaz bir sahneydi. Marş bitince herkes ağlamaya başladı.”

12 Eylülcüler hemen basına sansür uygulayarak davayla ilgili haberlerin yayınlanmasına izin vermediler. Haberleri görevlendirdikleri askerlerle kontrol etmeye başladılar. İstiklal Marşı olayından sonra Ülkücüler, İstiklal Marşı’nı söyledikleri için cezaevinde toplu olarak dayak yemişlerdi, ama seslerini her yere duyurmuşlardı. Askeri rejim ülkücülerin bu gövde gösterisi karşısında ilk duruşmadan sonra mahkûm sevkiyatındaki koşulları iyice sıklaştırmıştı.

NEVZAT KÖSOĞLU, ZALİM CEZAEVİ KOMUTANI RACİ TETİK’İ SALONDAN KOVDU

12 Eylül öncesi MHP Erzurum milletvekili ve Genel Sekreter Yardımcısı olan Kıblesi dosdoğru, iman ve ahlak abidesi bir kültür ve fikir adamı mütefekkir, ülkü adamı, dava adamı Nevzat Kösoğlu Mamak mahkemesinin ilk gününde salon içinde gestapo subayı gibi gezen, sağa sola sataşan, korku havası vermeye çalışan, mahkeme salonunu cezaevi sanan Mamak Cezaevi Komutanı Raci Tetik’e, sesinin çıkabildiği kadar “Burası mahkeme salonudur buralarda dolaşamazsın derhal salonu terk edin. İşte bu faşizmdir.” diye bağırıyordu. Fırçayı yiyen, işkenceci, sadist Albay Raci Tetik mahkeme salonunu terk eder.

Mamak mahkemelerinde dik duruşuyla, tavrıyla tarih yazan ağabeylerimizden, Nevzat Kösoğlu, ardından Hâkimler heyetine dönerek söz ister mikrofona gelir ve şu tarihi sözleri söyler:

“Bizi Faşistlikle suçluyor ve hak etmediğimiz isnatlarla yargılıyorsunuz. Oysa mahkeme salonunda yaşananlar, cezaevi komutanlığını yapan şahsın fütursuzca dolaşabilmesi, askerlerin silahlarını sanıklara tevcih etmeleri hukukun hâkim olduğu bir düzende asla yaşanmaması gereken hallerdir. Esas faşizm budur. Önlenmesini talep ediyorum.”

İdamla yargılanan MHP yöneticileri, Cuntanın mahkeme heyetine meydan okumaya devam ediyordu. Bir MHP Genel Başkan yardımcısı şunları söylüyordu:

“Sayın hâkimler, arkanızdaki duvarda ‘Adalet Mülkün Temelidir’ yazıyor. Siz bu salonu terk ettiğiniz zaman buraya bizim alışmadığımız hurra diye seslenen bir askeri birlik geliyor. Süngülü tüfeklerle bizim başımızı çevirip aylardır görmediğimiz çocuklarımıza, eşlerimize bakmamızı bile fazla görüyorlar. Avukatlarımızdan belge alıp vermemize müsaade etmiyorlar ve biz bu salona bir demir kutu içinde getiriliyoruz, penceresi olmayan bir demir kutu. Eğer maksat, bizi bu yolla öldürmekse lütfen size yakışan onur içerisinde bizi bir duvarın dibine dizdirin ve vur emri verin. Biz de yiğitçe bu vatan toprağına düşelim. Ama hem oraya ‘Adalet Mülkün Temelidir’ yazacaksınız, hem de bu vatanı sevmekten başka hiçbir günahı olmayan bizim kadromuzu, bir demir kutuyla buraya getireceksiniz. Afrika’nın en vahşi kabileleri bile yakaladıkları canlı bir hayvanı havasızlıktan ölmesin diye kafeslerde naklederken bizi demir kutuya koymak, bir takım mevkide bulunanlara şeref katıyorsa, bu şerefi onlara bağışladık.”

MHP bir milli duruşu, milli şuuru ve milli tavrı temsil ediyordu. Tarih şâhittir ki ülkücüler, 12 Eylül'e boyun eğmediler.

Editör: TE Bilişim