Atamızın "şahsi meselemdir" dediği, medeniyetler beşiği olarak bilinen güzel şehrimiz, Hatay’ımız, 6 Şubat depreminde maalesef resmen Kerbelȃ’ya döndü. Tuzla buz olan şehrin halkı, belki de hayatları boyunca yaşamadıkları en büyük acıyı, çaresizliği ve kimsesizliği yaşadılar.

Hataylı depremzede bir kardeşimiz anlatıyor:

Gecenin bir yarısı, ansızın ölümü iliklerimize kadar hissettik. Bir tarafta çöken binalar, diğer tarafta insanların çığlık sesleri. Bu büyük felaket karşısında ne yapacağımızı bilemedik.

Yardım istedik, zamanında yardım gelmedi. Asker istedik, asker gelemedi. Arama kurtarma ekibi istedik, donanımlı bir afat ekibi yoktu. İlk günler bir bardak su dahi bulamadık. Elektrikler kesilmişti, iletişim kuramadık.

Başka şehirlerden insanlar koştu yardımımıza. Yardım etmek için gelen gönüllülere asker ve afat kıyafetleri giydirildi. Gelen yardım tırlarına el konuldu, bize yardım gelmesi engellendi. Köpekler bile kendi sahiplerini kurtarmak için toprağı eşeliyorlardı.

Geride, toprağın altında, sesimi duyan yok mu? Diye feryat ederek can veren yakınlarımızın cansız bedenleri ve hayatta kalma şansına sahip olanlar ile kimsesiz çocuklar kaldı. Ne can, ne mal, ne de namus güvenliğimiz kalmamıştı. Yıkılmayan evler talan edildi diyor ve sözlerine şöyle devam ediyordu:

Deprem ülkesi olmamıza rağmen, önceden tedbirler neden alınmadı? Depremde ilk günden itibaren, asker sahaya neden indirilmedi? Afatın neden liyakatli personeli yoktu? Kızılay neden çadır, yiyecek, giyecek satan bir kuruma dönüştü? 

Bugüne kadar gerekli tedbiri almayan, kentsel dönüşümleri rantsal dönüşümlere çeviren, imar afları çıkaran siyasilere ve bu yapılara ruhsat veren belediye yetkililerine ne yapıldı? 

Deprem vergilerini çarçur eden iradeye, denetim yapmayan Şehir ve İklim Bakanlığı’na, tüm bu kurumlar ve yetkililerine neden hesap sorulmadı? Tüm bu sorumlular neden gereken cezayı almadı? Gözünü para hırsı bürüyen müteahhitler, zamanında neden denetlenmedi?  

Peki, sorumluluk duygusu ile tüm bu yaşananları hazmedemeyip istifa eden birisi, oldu mu? Maalesef, bırakın istifa etmeyi acısını anlatmaya çalışan vekilin konuşması esnasında, gerçekleri duymaya tahammül edemeyen bazı vekiller, mecliste seslerini yükselttiler. Oysa vekil, kendilerine adeta insanlık dersi veriyordu.

Şehit ailesinin kaldığı çadıra, Türk bayrağı asıldı yine de değişen bir şey olmadı.  Sorumluluk almak istemeyen siyasetin ihmalleri sebebiyle on binlerce insanımız, hayatını kaybetti. Suçu kabul etme ve özür dileme erdemini dahi gösteremediler. Hatay Valisi, yerle bir olan şehrimizi ve bizleri yalnız bırakıp milletvekili adayı olmak için istifa etti. Hayatta kalan bizler ise yaşamla mücadele ediyoruz.

Bizi, yalnız ve çaresiz bırakanlardan cevap ise depremden 1 yıl sonra, yerel seçimlere sayılı günler kala, geldi. Üstelik kendileri suçlarını itiraf edip tehdit ile oy isteme cesaretinde, bulundular.

Ben bir Hataylı olarak Hataylı kardeşlerime sormak isterim, hangi akıl ile bu iktidara oy verecekler? Toprak altında, sesimi duyan yok mu? Diyerek ölüme terk edilenlerden, nasıl helallik isteyecekler?

AKP‘ye oy vermek demek; depremde enkaz altında günlerce yardım bekleyip vefat eden kardeşlerimizin, ölümünü onaylamak demektir. Değil Ak partiden başkan adayı olmak,  normalde bu olanlar karşısında, mevcut iktidarın, il teşkilatlarının dahi lağvedilmesi gerekmez miydi?

Tüm bunlar yetmezmiş gibi gülünç bir rakam ödeme yapıp bizleri borçlandırmaya çalışıyorlar. Hatay’da fabrikalar kapandı. İş yok, para yok.  Psikolojimiz yerle bir oldu.

Üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen, halkın büyük bir çoğunluğunun, hâlâ konut ihtiyacı karşılanamadı ve hatta kuraya bazı siyasiler, tarikat cemaat şeyhleri dâhil edildi. Her ne hikmetse kuradan, en çok onlar nasiplendi. Nede olsa birilerine göre, öncelik onlarındı. İşte, vicdanın ve insanlığın, bittiği yerdir burası.

Başka ülkelere yardımlar gönderiyorlar, bizim paralarımız ile ülkemizdeki mültecilerin, her türlü ihtiyaçları karşılanıyor, peki neden topraklarımızı rezerv alanı ilan edip el koyuyorlar? Şimdi AKP’ye oy vermeyi düşünen, Hataylı kardeşlerime tekrar hatırlatmak isterim. Lütfen bir daha düşünün.

Yahu! Biz Hataylılara, seçtiğimiz milletvekilini dahi çok gördüler. Ülkemizde yargı mekanizmasının ve kolluk kuvvetlerinin, ne hale getirildiğine hep birlikte üzülerek şahit olmaktayız.

Peki, biz Hataylılar olarak tüm bu yaşadığımız acılar ve dışlanma karşısında, siyasileri protesto etmekte haksız mıydık? Oysa, burada devlet erkanına yakışan, halkı provokatör olarak nitelendirmek değil, halkın yanında yer alarak Hatay’ı yeniden inşa etmek, olmalıydı.

Bizler, daha önce olduğu gibi her şeye rağmen, dimdik ayakta durarak hayatımıza onurumuzla devam edeceğiz, diyerek sözlerini tamamladı.

Hataylıların, siyasal irade ile olan imtihanı bitmiyordu. Oysa bir zamanlar devlet babaydı. Bir baba, evlatları arasında ayrım yapabilir miydi? Omları, ölüme terk edebilir miydi? Benden değil diye ötekileştirmek; toprağın altını da, üstünü de incitmekti.

Geride kalan Hataylılara sahip çıkmak; onlara maddi, manevi destek sağlamak, devletin esas görevi değil midir? Yönetici irade, tam da bu yüzden seçilmedi mi? Sonuçta halka hizmet etmek, hem bir görev hem de sorumluluktur.

Halkı hafife alan iradenin, eninde sonunda, kaybetmeye mahkûm olduğunu tarih bize, defalarca göstermiştir zira halkın isteyip de yapamayacağı bir şey yoktur. Siyasal iradenin gözdağının altında, halka karşı duyulan büyük bir korkunun olduğunu tahmin ediyorum. Peki, ama halktan neden korkuyorlar? Dersiniz.

Yerel seçim, egemenliğin esas sahibi olan halkı, görmezden gelenlere ders verme seçimi olacak, gibi görünüyor. Şimdi, "oy yoksa hizmet de yok" söylemine cevaben "hizmet yoksa siz de yoksunuz" deme zamanı. İşte şimdi, hesaplaşma zamanı.

Milletin iradesini yok sayanlar bilsinler ki;  "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir." Böyle de kalmaya devam edecektir.

Saygılar…