PKK koruyuculuğu, Ermenilerden çok Ermeni tezlerinin savunuculuğu, FETÖ yarenliği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı ne kadar hizip, grup, terör örgütü varsa hepsinin yanında yer alan ve bir zamanlar FETÖ’nün tetikçisi Taraf Gazetesi’nde ahkâm keserken rüzgârın değişmesi ile iktidar yanlısı Yeni Şafak’ta yazmaya başlayan Hilal Kaplan hiç olmayacak bir yere, TRT gibi bir devlet kurumuna Yönetim Kurulu Üyesi olarak atandı.

Bu işlerin eskiden bir yolu yöntemi vardı. Atamalarda iktidarlar yine etkili olsalar da usul, adap, kriter, liyakat gibi unsurlar böylesine göz ardı edilmez, hele de devletle sorunları olan, devletin “Terör örgütü” olarak kabul ettiği oluşumların açıktan savunuculuğunu yapanlar bu tür görevlere getirilmezlerdi. Oysa Hilal Kaplan’da hepsi ve daha fazlası var. Bu konuda gerek sosyal medyada, gerek muhalif gazete ve televizyonlarda bir hayli yayın yapıldı, bizzat Hilal Kaplan’ın kendi paylaşımları ve yazılarından belgeler ortaya kondu.

Ben de, “Yeni TRT Yönetimine Gerçekten Acıyorum Neden mi” başlığını taşıyan bir önceki yazımda konuyu enine boyuna ele alarak böyle bir atamanın olmaması gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. Bizlerin, kamuoyunun bildiği bu bilgi ve belgeleri ki aslında gizi de değil açık, apaçık ortada olan belgeleri Cumhurbaşkanlığı katında dikkate alan bir merci yok mudur, MİT, Emniyet bir rapor vermemiş midir, savcılar o fiiller hakkında soruşturmalar açmamışlar mıdır diye de sormadan edemiyorum!

Yukarıda işaret ettiğim gibi bir önceki yazımda o filleri bir bir ortaya koymuştum. Daha fazlası da zaten çeşitli mecralarda yayınlandı. Bir arkadaşım, Hilal Kaplan’ın FETÖ sevdalısı olduğu dönemde, o terör örgütünün basın – yayın yolu ile tetikçiliğini yapan Taraf Gazetesi’ndeki “Hasıraltı” adını taşıyan köşesinde yazdığı yazılardan üç kupür gönderdi. Adı geçen gazetenin 28 Nisan 2010 tarihli nüshasında yer alan “Ermeniler Müslümanlardan Ne İster” başlıklı yazısı oldukça ilginç ve aynı zamanda cahilane ifadelerle dolu.

Malum, kendisi Türk Devleti’nin Ermenilere “soykırım” yaptığı konusunda kesin kanaate sahip olup bunu her fırsatta değişik biçimlerde ifade etmekten çekinmiyor. 2010 yılının Nisan ayında yine “Soykırım” safsatalarının konuşulduğu bir sırada Demirel’in yıllar önce söylediği “Başörtülü olarak okumak isteyenler Arabistan’a gitsin” sözünü hatırlamış ve “Dam başında saksağan” misali, nereden nereye bağlantı kurarak yüz yıl önceki Ermeni Tehciri’ni düşünmüş! Sonra da ekliyor:

“Kur’anda yurdundan kovulmak savaş sebeplerinden bir olarak geçer, zira bir halkın başına gelebilecek en büyük zulümlerden biridir. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayıp bir kök salmış bir halk zulmün en ağır biçimlerinden birine tabi tutuldu ve toprağından sökülüp atıldı. Bu 24 Nisan, (2010 yılı) aradan nerede ise koca bir asır geçtikten sonra O KAYIPLARIMIZI İLK KEZ YADETTİK. Evet, geç oldu, biraz güç de oldu ama yaptık bunu. YILLARDIR SADECE KATLEDİLEN MÜSLÜMANLARIN ANILDIĞI BU ÜLKEDE İLK KEZ KATLEDİLEN ERMENİLER İÇİN DE ‘Keşke Olmasaydı’ dedik.”

Fesüphanallah!.. “O kayıplarımızı ilk kez yâd ettik” derken kendisinin de Ermeni olduğunu mu ima ediyor acaba diye düşünmedim desem yalan olur. Her fırsatta “soykırım” imasında bulunması da başka nasıl izah edilebilir ki!

Geçelim bu ifadelerinde verdiği cehalet örneğine…

“Kur’anda yurdundan kovulmak savaş sebeplerinden bir olarak geçer, zira bir halkın başına gelebilecek en büyük zulümlerden biridir. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayıp bir kök salmış bir halk zulmün en ağır biçimlerinden birine tabi tutuldu ve toprağından sökülüp atıldı” diyor. Koskoca bir YALAN. Aklınca Kur’an-ı Kerim’i referans gösterip bilgiçlik taslarken cehaletini ortaya koyuyor. Şöyle ki:

Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra orada yaşayan Arap ve Yahudi kabileleri ile “Medine Sözleşmesi” adı verilen bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşmaya göre Yahudilerin can ve mal güvenliği emniyet altına alınıyor, onlar da Medine’ye dışarıdan saldırı olması durumunda şehrin savunmasına katılacaklarını taahhüt ediyorlardı.

Ancak ne var ki Medine Yahudilerinden Beni Kaynuka ve Beni Nadir kabileleri bu anlaşmaya sadık kalmadılar. Bunun üzerine Mayıs 624’te Beni Kaynuka, Ağustos 625’te de Beni Nadir kabilesi Medine dışına sürgün yani TEHCİR edildiler. Osmanlı’nın “Milleti Sadıka” diye ayrı bir önem verdiği Ermeniler de emperyalist devletlerin oyununa gelip isyan ettikleri için tehcir edilmişlerdi. Kısacası, Osmanlı’nın yaptığı İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in yaptığından farklı bir şey değildi ve bir bakıma Sünnet’e uyulmuştu.

Bu iki Yahudi kabilesi ve daha sonra onlara katılan Beni Kurayza kabilesi Mekkeli müşriklerle bir oldular. Tıpkı Türkiye Ermenilerinin Rus, İngiliz ve Fransızlarla bir olup Anadolu’da katliamlar yapmaları gibi…

Ele geçirilen bir köşede tarihi gerçekleri çarpıtıp dinden de yalan yanlış referanslar vererek inceleme araştırma yapmayanları, okuyup muhakeme etmeyenleri kandırmak mümkündür ama gerçeklerin de böyle yüze vurulması gibi bir huyu vardır.

Hilal Kaplan bunları okuyunca “Bak bunu düşünemedim, eyvah, hata yapmışım, özür dilerim” demez tabii ama geçmişinde yazıp söyledikleri ortada olan biri ya da birileri böyle görevlere atanmamalıdır.

“Bu CHP Adam Olmaz” mealinde başlıklar atarak yazdığım yazıları hatırlayanlar olacaktır. Parti politikaları açısından her şey iyi giderken bir Milletvekili, bir İl Başkanı ya da onlarla özdeşleşen bir sanatçı, bir gazeteci bir laf eder, bir yazı yazar ve iktidara ya da destekçilerine malzeme vererek her şeyi berbat eder. Mesela İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun HDP’lilerle görüşmesi, her yıl Nisan ayında Ermeni meselesi ile ilgili bir teweet atması ortalığı karıştırır. Ancak Hilal Kaplan’ın, PKK, FETÖ ve Ermeniler konusundaki paylaşımları ile gazete köşelerinde yazdıkları Kaftancıoğlu’nunkilerden fersah fersah ileride ve devlet politikalarına tamamen ters. Buna rağmen hakkında bir işlem yapılmadığı gibi ödüllendirildiği de apaçık ortada.

“Falan bizdendir ne söylerse kabulümüzdür, öbürü bizden değildir, her söylediği suçtur” anlayışı doğru değildir. Kanunlar herkese eşit olarak uygulanıyorsa değerlidir. Malum, “Allah adildir, adil olanları sever!”

Burada, İktidara kayıtsız şartsız destek veren İttifak Ortağı MHP’ye de sitem etmeden geçmek olmaz. Sayın Bahçeli, daha önceki Büyükelçi atamalarında sessiz kaldıkları tenkit edilince “Biz iktidarın icraatlarına ortak değiliz” gibi bir şeyler söyleyip sitem edenlere kızmıştı. Ancak liyakat kuralları alt üst edilerek, Yönetim Kurullarına, oraya buraya rasgele atamalar yapılırken, üç beş yerden maaş ya da “Hakkı Huzur” adı altında ödemeler alanlar ayyuka çıkmışken ve hele de FETÖ, PKK, Ermeni Politikaları konularındaki tutum ve bağlılıkları ortada olan biri ya da birileri en hassas görevlere getirilirken sessiz kalmak doğru değildir.

Unutulmasın ki Devletin kurum ve kurullarının yıpratılması, içlerinin boşaltılması da ayrı bir BEKA konusudur.