Güzel ve yalnız ülkemizin saf, temiz insanlarına bir şeyler oldu. Siyasi gerginlik, maddi çöküntü, ahlâki bozukluk had safhada. Hoşgörü sizlere ömür, bencillik tavan yaptı, nemelâzımcılık revaçta. Fırsatçılar ve yandaşlar küplerini doldurup sefa sürmeye devam ederlerken işsizlik, yoksulluk, çaresizlik artıyor. Dünyadaki geçer tanımı ile “Çözüm üretme sanatı” diye tarif edilen siyaset kurumu bizde doğrudan doğruya çözümsüzlüğün merkezi durumunda. Parlamenter sistemin aksayan taraflarını düzeltmek yerine dünyada eşi benzeri ve herhangi bir uygulaması olmayan esrarengiz bir “Partili Cumhurbaşkanlığı” sistemi ile milletimizin rahat etmesi, devletimizin güç kazanması mümkün değil.

Böyle bir sistemde var gibi görünen ama aslında yok hükmünde olan Parlamento’nun herhangi bir denetim gücü yok. Ancak ve ancak hazırlanıp önlerine gelen ve dikte edilen kanunlarla kararları “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden “görüşüyor gibi” yapıyorlar. Artık milletvekilleri, bazı kavşaklarda durumdan vazife çıkarıp “Trafik polisliğine soyunan” ve “Gelene geç” diyen sorumsuz kişiler mesabesinde ya da abandone olmuş boksör durumundadırlar. Ekonomik sıkıntılar hem devleti hem de milleti zorlarken iktidar, sanki bu işin sorumlusu olarak milleti görüyormuş gibi zam üstüne zam yaparak, vergi üstüne vergi koyarak hıncını almaya çalışıyor.

Hal böyle olunca, insanlar bunalıma giriyor, aileler parçalanıyor, gencecik çocuklar intihar ediyor. Hep yazıyorum, herhalde bu gidişle de yazmaya devam edeceğim; Türkiye’de devlet ve devlete bağlı organlar kendi lüks ve israflarını önlerlerse Türkiye şaha kalkar ama bu yapılmıyor. Yapılmayınca da yakın geçmişte yaşadığımız aile bunalımlarına bağlı toplu, işsizlik ve borç ödeyememekten kaynaklanan ferdi intiharlardan sonra işte en son üniversiteli bir kızımız da açlığına çare bulamayınca kendisini İstanbul Boğazı’nın serin sularına bırakarak hayatına son verdi. Tam da o günlerde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü öğrencilerin indirimli yemek haklarını ellerinden alan kararını açıklamıştı. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” Hadis-i Şerif’inden yola çıkılarak oluşturulan “Öğrencisi açken tok yatan rektör bizden değildir” sözü oldukça anlam yüklüdür ve her kademede bulunan mevki ve makam sahiplerinin bu sözden alacakları dersler olmalıdır. O kızımız hayatını kaybettikten sonra Rektör efendinin kararından dönmesi ise tam bir “Türkiye klasiği”dir! Pek çok baş ağrıtan ve felâketle sonuçlanan olayda olduğu gibi önceden tedbir alınmamış, iş işten geçip haklarını arayan üniversiteli gençler polis coplarını yedikten sonra geri adım atılmıştır.

“Kimi dertten içermiş kimi neşeden” misali bazıları da kendilerini zevke, eğlenceye veriyor. Yılbaşı gecesi Ankara, Denizli ve belki duymadığımız başka yerlerde de gencecik insanlar yangına, alkole yenik düştüler. Ne yazık ki bunlar hayatın gerçekleri ama üzücü olan insanların duyarsızlığı. Bu ölümler ve düşülen sefillikler üzerine oturup ağlanılması, kara kara düşünülüp tedbir alınması gerekirken “trol” olarak adlandırılan parazitlerin sosyal medyada ahkâm keserek ortalığı mide bulandıran laf salatasına boğmaları ancak ve ancak ahlâkın, ahlâkla birlikte de insanlığın öldüğünü gösterir.

“Trol” demişken üzerinde durmakta fayda var…

Önceleri daha çok balıkçılıkta, gemilerde kullanılan bir ağ çeşidi olarak bildiğimiz trol, internet çılgınlığı başladıktan sonra insanları balık yerine koyarak onlarla dalga geçen, küçük düşüren, hakaret eden ve tuzağa düşüren insan görünümlü ağlar için de kullanılır oldu. İskandinav ülkelerinde ise trol mitolojik bir yaratık olarak düşünülüyor: Korkunç, insana benzeyen ama ortalıkta pek görünmeden insanları korkutan, psikolojilerini bozan sinsi yaratıklar!

Sonuç olarak balıkçılıkta kullanılan, İskandinav folkloruna ya da mitolojisine konu olan ve bizde olduğu gibi internet ortamında esip savuran troller aynı. Balıkçılıkta kullanılan troller balıkların, ötekiler de insanların başına bela.

Askerlik görevime, Etimesgut’taki Tank Taburu bünyesindeki Yedek Subay Okulu’nda başlamıştım. Eğitim sırasında bizleri tankın başında toplayan komutanımız ortaya, “En korkunç silah nedir arkadaşlar” diye bir soru atmıştı. O zamanlar şimdiki gibi gelişmiş füzeler olmadığı ya da “tankçı” olduğumuz ve tankın yanında bulunduğumuz için olsa gerek, genel olarak “Tanktır”, “Toptur” gibi cevaplar verilmişti. Komutanımız, “Hayır arkadaşlar” demiş ve eklemişti: “En korkunç silah insandır. İnsan olmasa şu gördüğünüz tank demir ve çelik yığınından başka bir şey değildir. Neticede tankı, topu ve başka silahları yapıp kullanan da insandır!..”

Evet… Günümüzde teknoloji akıl almaz boyutlarda gelişti, bildiğimiz, bilmediğimiz, gizli tutulduklarından emin olduğumuz korkunçtan da korkunç silahların olduğu bir gerçek ama neticede hepsi de insanın eseri ve ne yazık ki insan o silahlardan daha korkunç. Üstelik insanın korkunçluğu yalnızca o silahları yapıp acımasızca kullanması ile sınırlı değil. İnsan silahsız olarak da tehlikeli ve korkunç olabiliyor. Tin Suresi’nde Yüce Allah’ın “En güzel şekilde yarattık” dediği insanoğlu, yine aynı surede buyurulduğuna göre “Esfele sefilin/Aşağıların aşağısı” olabiliyor.

Tıpkı sözünü ettiğimiz o korkunç silahlar ya da savaş aletleri gibi televizyon kanalları, gazeteler, bilgisayar, internet, sosyal medya ve benzeri unsurlar da tehlike saçıyor. Çünkü onları da yapan insanoğlu ve tabir yerinde ise düğmeleri, tuşları ya da amiyane tabiri ile ipleri insanın elinde!

Siz, biz, hepimiz ve özellikle gençlerimiz elimizden düşmeyen cep telefonlarımızla, evlerimizde ya da bürolarımızda, internet kafelerde bulunan bilgisayarlarda bol keseden atıp tutuyor, ileri geri yazışıyor, sanki yalnızca muhatabımıza ulaşıyoruz sanarak gizli sırlarımızı bile sayıp döküyoruz ama bu aletlerin kontrolü elimizde değil. Hepsinin ulaşıp toplandığı merkezler var. Ne yazık ki ülke ve millet olarak bu teknolojiyi üretip pazarlayan biz değiliz. Onun için sayıp döktüklerimiz yalnızca yurt içindeki ağlarla sınırlı değil. Uluslararası ağlar ve merkezler her an her şeyden haberdarlar. Kişisel veriler rahatlıkla alınıp satılabiliyor, şantaj unsuru olarak kullanılabiliyor. Dünya ticaret savaşlarında da internet ve internetten sızan bilgiler önemli rol oynuyor.

Bir ay kadar önce internet üzerinden bir kitap araması yapmıştım. Şimdi her gün, her an ekranıma o kitap ya da benzerleri ile ilgili reklamlar düşüyor. Yine bir tarihte bir seyahat düşüncesiyle tur araştırması yapmıştım. Ben o seyahatten vazgeçtim ama internet ağları vazgeçmedi. “Nasıl olsa bu adam oraya gidecek” diye ha bire tanıtım ve organizasyon bilgileri geliyor. Dolayısıyla çok dikkatli ve tedbirli olmak zorundayız. Hatta internet üzerinden araştırma yapmanıza bile gerek yok. Arkadaşlarınızla ya da evde eşinizle birlikte telefonlarınız ortada iken bir alışverişten, mesela elektronik aletlerinizi yenilemekten, uluslararası markalardan bahsedin ve sonra o konuda reklamlar gelmeye başlasın. Artık her şey ortada ve hiçbir şey gizli kalmıyor.

Teknoloji elbette güzel, elbette bulunmaz bir nimet ama kullanma amacına ve kullananların niyetlerine göre en korkunç silahlardan da korkunç olabiliyor. Hele de “trol” denen siyaset, ticaret madrabazları ile ahlâk yoksunu manyakların elinde oyuncak olursa!