“Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm

Gördüm de hazanında bu Cennet gibi yurdu

Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum

Ya Rab, beni evvel getireydin ne olurdu!” (M. Akif ERSOY)

İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu mısraları Osmanlı Hanedanı’nın çöküp elde avuçta kalan son topraklarımızı barındıran Anadolumuzun işgal edildiği günlerde yazmıştı. Allah’a şükürler olsun ki Türk Milleti Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde küllerinden yeniden doğarak kurtuluşu gerçekleştirdi. İçeriden ve dışarıdan vurulan darbelere rağmen de varlığını İnşaallah sonsuza kadar sürdürecek.

Ancak, Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz “İslam Alemi” ve tabii ki o alemin üyesi olarak bizler “ağıtçılıktan”, “şiddet ve nefretle, güçlü olarak kınamaktan”, kaçıncı defadır “Kanları yerde kalmayacak, öçleri alınacak” demekten öte bir şey yapamıyoruz. Bu kafa ile gidersek de hiçbir yaraya merhem olamayız.

Bu konuda örnek çok ama her an gündemde olduğu için önce şu Filistin - İsrail meselesinden söz edelim. İsrail Devleti bundan tam 73 yıl önce 14 Mayıs 1948’de ilan edildi. Hadi hay – huy ile geçen üç yılı bir kenara bırakacak olursak demek ki 70 yıldır Filistinlilere zulmediyor, Ürdün ve Suriye’yi taciz ediyor, işgalci ve baskıcı bir siyaset güderek durmadan topraklarını genişletiyor ama adına “İslam Âlemi” denen dünya adeta “Âlemcilik” yaparak seyrediyor ve hemen her yıl ya da her hareket sonucu bol bol kınama mesajları yayınlıyor. Bırakın güç kullanarak İsrail’i hizaya getirmeyi, diplomasi yoluyla bir adım ileri gidildiği bile yok. Bu işin bir yönü.

İşin bir başka yönü de şu: İsrail bilimde, teknolojide oldukça mesafe kat etmiş durumda. İslam devletleri diye anılan bilmem kaç ülkede ise bu konuda adeta “tık” yok. Hep söyleyegeldiğimiz gibi yine de en iyisi biz olduğumuza göre varın gerisini hesap edin! Bilim ve teknolojide yoksanız, diplomaside zayıfsanız, ekonomik gücünüz yoksa uluslar arası arenada bir ağırlığınızın olması mümkün değil.

Tam bir yıl önce, Mescid-i Aksa’nın hemen yanıbaşında bulunan ve Yahudilerce kutsal olan “Ağlama Duvarı”ndan kinaye ile “Asıl Ağlama Duvarı İçimizde, Hepimizde” başlığı altında bir yazı yazarak yayınlamış, “Mahzunluk Bitecek mi” isimli kitabıma da almıştım. Değişen hiçbir şey yok; o yazıyı alıp her yıl yayınlasam, sizler de her yıl, her an okusanız ve bu kafa ile gidilirse daha nice 70 yıl değişen bir şey olmayacak. İsrail her an saldıracak, Türkiye ağırlıklı olmak üzere bazı İslam ülkelerinden kınama sesleri yükselecek, ağıtlar yakılacak ve adım adım “Büyük İsrail” kurulduğu zaman artık ağıt bile yakılamayacak. Kaldı ki başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı Arap ülkeleri Türkiye’den esirgedikleri dostluk ellerini İsrail’e uzatarak, biz de tribünlere oynayan mesajların gerisinde ve hatta önünde İsrail’le olan ticaret hacmini arttırarak, gemi filoları ile onların en çok ihtiyaç duydukları petrol türevlerini, çelik balyalarını taşıyarak hep birlikte “Büyük İsrail”in yapı taşlarını döşüyoruz! İşte, 8 Mayıs 2021 tarihinde Devlet kuruluşu Anadolu Ajansı’nın verdiği belgeli bir haber: “Türk Çelik Sektörünün Bu Yılki İhracatında İSRAİL İLK SIRADA!..” Yani atmasyon bilgiler vermiyoruz!

Peki ya Doğu Türkistan? Onun için ne yapıyoruz? Hadi Filistin için Devletimizi yönetenler, Diyanet İşleri Başkanlığı, bazı dernek ve vakıflar kınama mesajları yayınlıyor, protesto gösterileri düzenliyor, camilerde vaaz ve hutbe konusu yapılıyor da Doğu Türkistan için herkes, her kurum ve özellikle dinimizi kullanarak parsa toplamaya çalışan vakıflarla dernekler neden “Sağır, dilsiz ve kör” kesiliyorlar?

En son 13 Mayıs 2021 Perşembe günü Ramazan Bayramı Namazı’nda vaaz ve hutbe konusu Filistin üzerine idi. 14 Mayıs 2021 günü Cuma Hutbesi’nde konu yine Filistin’di. Hoca efendiler estiler gürlediler ve adeta cemaati galeyana getirecek ifadeler kullandılar. Siyasiler her zamanki gibi klasik, kalıplaşmış beyanatlarını tekrar ettiler ama Doğu Türkistan kimsenin aklına gelmedi. Oysa orada yalnızca İsrail Devleti’nin kuruluş yıldönümüne rastlayan Mayıs aylarında ya da Mübarek Ramazan günlerinde değil her yılın 365 günü ve ne garip tecellidir ki yine tam 70 yıldan beri sürekli zulüm, işkence ve soykırım var. Defalarca devlet yetkililerine, Diyanet İşleri Başkanlığı’na iletildiği halde ve -esasen iletilmeye de gerek yok- bütün olup bitenler ayan beyan ortada iken ses seda çıkmadı, çıkmıyor.

Geçen yıl, Diyanet İşleri Başkanı’nın Bursa ziyareti sırasında yanına sokulan Doğu Türkistanlı bir genç, “Başkanım, Doğu Türkistan için de bir dua istiyoruz” diyor. İstediği top tüfek, para pul değil, yalnızca DUA istiyor. Bu istek karşısında “Yaparız İnşaallah” cevabı veriliyor ama aradan bir yıl geçti ve Allah’n adı anılarak verilen cevap havada kaldı. Hadi siyasiler, hadi art niyetli bazı mahfiller, hadi Perinçekler gibi Çin dostları olup bitenleri görmezden gelebilirler, siyasi davranabilirler, eyyamcılık yapabilirler hatta ihanet edebilirler ama Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum din kardeşleri arasında ayırım yapabilir mi? Bunun dinimizde yeri olduğunu, kitaba, sünnete uygun olduğunu iddia edebilecek biri var mıdır?

Dert yalnızca bu da değil tabii… İşin bir de Milli Eğitim Bakanlığı’nı ilgilendiren yönü var ki sormayın!

“Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı” diye bir vakıf var. Başkanı, Prof. Dr. Bülent Okay. Bu vakfın, “Hayalim’deki Çin” isimli resim yarışmaları düzenlediğini haber alınca aklımdan,“Bu vakıf kesinlikle Doğu Perinçek’le alakalıdır” diye geçirmiştim. Biraz araştırınca, Perinçek’in Vatan Partisi’nden, adı geçen Vakıf Başkanı ile aynı isimde birinin daha önce Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğu bilgisine ulaştım. Neyse ki bir arkadaşım “İsim benzerliği” dedi ama şu işe bakar mısınız? Çin konusu gündeme geldiğinde hemen Perinçek ve ekibinin akla gelmesinin sebebi açık değil mi?

Hadi onların zihniyeti de tihniyeti de bu. İşin garibi ve olmaması gereken yönü ise Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm ortada iken TC. Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara yazı yazarak böyle bir yarışmaya destek olması! Aklıselim, Sağduyu der ki, “Hayalim’deki Ermenistan” ya da “Hayalimdeki İsrail” isimli bir yarışmaya destek olmakla “Hayalim’deki Çin” adı altında düzenlenen bir yarışmaya destek olmak arasında fark yoktur. Çin, tam 71 yıldan beri Doğu Türkistan’da işgalci durumundadır ve milyonlarca soydaşımıza, dindaşımıza zulmetmekte; soykırıma uğratmakta, insanlık dışı, ahlak dışı uygulamalar yapmaktadır. Buna rağmen amacı belli bir vakfa bir devlet kurumunun ve hele de Milli Eğitim Bakanlığı’nın destek olması olacak iş değildir.

İsrail Filistinli Müslümanlara zulmederken Türkiye yalnızca yüksek perdeden protesto etmekte, Arap ülkelerinden cılız bazı kınama sesleri duyulmakta ama Çin Doğu Türkistanlı Müslümanlara zulmederken “İslam Alemi” denen alem sessizliğini korumaktadır. Hadi hepsini geçtik de, bizzat Filistin, tek hamisi durumunda olan Türkiye politikalarına ters düşen davranışlarda bulunmaya cüret gösterebilmektedir. Boyuna posuna, cüssesine bakmadan Karabağ konusunda Ermenistan’a destek olduğu, sözde “Ermeni Soykırımı” için hatıra pulu bastırdığı unutulmamalıdır. Hadi büyük devletlerden biri olsa siyaseten, politik olarak ve kendi çıkarlarını düşünerek onun yanında yer alabilir ama kendine bile hayrı olmayan Ermenistan’ı desteklemek, Türkiye’ye rağmen bunu yapmak akıl işi değildir. Anlaşılan o ki, “Nasıl olsa Türkiye kusurumuza bakmaz” diye düşünüyorlar. Tabiidir ki, onlara bu cüreti veren de Türkiye’nin tutumudur.

Kısacası devlet ve millet olarak politikalarımızı gözden geçirmek zorundayız. Osmanlı tam dört yüz yıl Kudüs’ün, Mekke ve Medine’nin bekçiliğini yaptı. Oralarda kendi yönetimini kurmadı, dilini kabul ettirmedi, aksine kültür erozyonuna uğradı. “Din kardeşi” olduğunu kabul ettiği Araplara kardeş gözüyle baktı, hatır ve gönüllerini hoş tuttu ama hep ihanete uğradı. Günümüzde de nerede ise dostane ilişkilerimiz olan bir Arap İslam Devleti yok. Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm karşısında hiçbiri adım atmıyor, tavır koymuyorlar. Batılı ülkeler Çin’i kınayan açıklamalar yapıyor, soykırım yaptığına dair kararlar alıyor ama bu konuda Türkiye dahil hiçbir İslam ülkesinin imzası yok.

Yarın adli İlahide elbet bu da mizana gelecek, görülen kötülükleri elleriyle, dilleriyle önlemekten kaçındıkları gibi imanın en zayıf noktası olarak vasfedilen “kalple buğz” edip etmedikleri bile belli olmayanlardan elbette bunun hesabı sorulacaktır.