Sosyal Medya çok hoş bir alan; insanı güldürüyor, eğlendiriyor, bilgilendiriyor. Öyle güzel, öyle iğneli sözler var ki orada, yazıp yayınlayanları takdir etmemek elde değil. Şu dokundurmaya bakar mısınız?

            “Eskiden devlet ormanları vatandaştan korumaya çalışırdı, şimdi vatandaş ormanları, mer’aları, zeytinlikleri devlete karşı korumaya çalışıyor!”

Arif olanların hemen anlayacağı bu sitem, bu dokundurma ne kadar anlamlı ve bir o kadar da   acı değil mi? Bunun gibi İslam Tarihi ve hatta dini bilgilerin doğrusunu da dindar geçinenlerden öğrenmemiz gerekirken başka araştırmacılardan öğreniyor olmamız oldukça enteresan.

 Özellikle “Tarikat, Cemaat” gibi çeşitli adlarla anılan gruplar kaynağı, oluş, söyleniş şart ve zamanları üzerinde kafa yormadan birtakım rivayetlere dayanarak hükümler çıkarmaları anlaşılır gibi değil. Hele de Diyanet ve İlahiyat Fakültelerinin bile onların dümen suyuna girmiş görünmeleri, hiç değilse saçmalıklar karşısında sessiz kalmalarının affedilecek tarafı yok.

Gündem, bir tarikat içinde 6 yaşındaki sabi kız çocuğunun kendi babası tarafından 29 yaşındaki bir müride nikahlanmasının -açıkçası peşkeş çekilmesinin- açığa çıkmasıdır. Bu konunun daha uzun süre gündemde kalacağı anlaşılıyor. Çünkü o kapalı yapıların içinde neler olup bitiğini ve daha nelerle karşılaşılacağını kimse bilmiyor. Dolayısıyla gerçeklerin aydınlatılmasında, yanlışlıkların giderilmesinde fayda var. Konu elbette İslam tarihini ve dini kuralları hakkıyla bilenlerin işi ama 15 asırdır çözememişler ya da çözmek istememişler. Günümüzde de bu karmaşa ve art niyetli uygulamalar devam ettiğine göre araştırmalarımdan elde ettiğim bilgiler ışığında çözüme katkıda bulunmak istiyorum. En azından, “Konunun uzmanı olan bizler varken o da kim oluyormuş” diyen birilerinin çıkıp işin doğrusunu ortaya çıkarma gayretine gireceklerine inanmak istiyorum.

Bu konularda ön alıp milleti aydınlatması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı ise tabir yerinde ise testi kırıldıktan sonra yol göstermeye kalktı ve 16 Aralık Cuma günü, “Dinimizce çocuk yaşta evliliklerin olamayacağını, 18 yaşından önce evlenmenin kanunlarımıza da aykırı olduğunu” vurgulayan anlamlı bir hutbe okundu. İster istemez “Daha önceleri nerelerdeydiniz” demekten kendimizi alamadık. Bu hutbe camilerde her yıl en az iki defa okunmalı, vaazlarda da konu edilmelidir. Diyanet ayrıca, aşağıda örnekleyeceğimiz gibi, bu konuda kendi yayınları olan İslam Ansiklopedisi’ndeki yanlışı düzeltmeli, başka yayınlarını da gözden geçirmelidir.

Elimin altında Kur’an-ı Kerim tefsirleri, İslam Tarihi ciltleri, Kütübi Sitte külliyatı, Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi, başka kitaplar ve haliyle zengin bir internet ortamı var. Günlerce baktım, araştırdım, karşılaştırdım ama doğrusu şaştım kaldım da “İslam alemi” diye bir dünya var mı diyerek hayıflandım! Çünkü netlik kazanmayan, üzerinde ittifak kurulamayan ve farklı uygulamalar olan pek çok konu var. Var da biz gündemdeki konuya dönelim.

Kızların çocukluk yaşlarında evlendirilmelerini bir “Sünnet” olarak görenler Peygamberimiz Hazreti Muhammed’le Hazreti Ayşe’nin evliliğini öne sürüyorlar. İddiaya göre nikahlandıkları sırada Hazreti Ayşe kimilerine göre 6, kimilerine göre de 7, 8 ya da en fazla 9 yaşında imiş! Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nde bile şu ifadeler var:

Hazreti Ayşe, “Bi’setin (Peygamberlik gelişinin) 4. Yılında (614) Mekke’de doğdu…. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Hz. Peygamber ile nikahı Hicret’ten önce Mekke’de kıyılmıştır.” (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Cilt 2, Syf. 201)

Bu ifadelere göre doğum tarihi belli ama enteresan bir şekilde “Çocukluğu hakkında fazla bilgi yok!” Ansiklopedide, “Nikah tarihinde Hazreti Ayşe’nin yaşının 14 ile 18 arasında olduğunu ileri süren Çağdaş araştırmacıların dayandıkları rivayetler sağlam değildir” diye de bir ifade var. Keza Diyanet’in Ankara Müftüsü de ateşli bir konuşmasında, “Zayıf Hadislere bile iman etmişizdir” diyordu. Zihniyet bu olunca araştırmacıların dayanak yaptıkları rivayetler, ortaya koydukları kaynaklar da haliyle “Sağlam” bulunmuyor. Bu durum tamamen bilime aykırıdır.

Hidistanlı alim ve tarihçi Şibli Numani’nin “Asrı Saadet”, Ali Himmet Berki ile Osman Keskioğlu’nun “Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı” isimli eserlerinde, Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza Doğrul’un çalışmalarında, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün “Asrısaadet’in Büyük Kadınları” isimli eserinde, “Sorularla İslamiyet” isimli internet sitesinde konu bütün ayrıntıları ile ele alınmıştır. Bu çalışmalarda yapılan tespitlere göre nikah sırasında Hazreti Ayşe’nin yaşı 17 ya da 18’dir.  Bazılarına garip gelebilir ama bu konuda bilgi ve belgeye dayalı en kapsamlı yazılardan biri de araştırmacı yazar Soner Yalçın’a ait.

Ali Hikmet Berki ve Osman Keskioğlu’nun “Hatemül Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı” isimli eserindeki şu ifadelere bakar mısınız?

“Esma (Hz. Ayşe’nin ablası) yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber’den önce Cübeyr’le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.”  (Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)

 Sorularla İslamiyet isimli sitede 39 kaynaktan 39 bilgiye dayanarak hemen aynı sonuca varılıyor:

“Hz. Ebû Bekir’in ilk kızı olan Esmâ Vâlidemiz, hicretten yirmi yedi yıl önce 595 tarihinde dünyaya gelmiştir. Allah Resûlü’nün hicreti esnasında Zübeyr ibn Avvâm ile evli ve o gün altı aylık hamiledir. Bir diğer ifadeyle o gün yirmi yedi yaşındadır. Üç ay sonra Medine’ye hicret ederken Kuba’da oğlu Abdullah’ı dünyaya getirecektir. Yetmiş üç yılında ve yüz yaşındayken, hatta dişleri bile dökülmemiş halde vefat etmiştir. Âişe Annemiz ile ablası Esmâ Vâlidemiz’in arasındaki yaş farkı ondur. Buna göre (595+10=605) Âişe Vâlidemiz’in doğumunun 605; hicretteki yaşının da (27-10=17) olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Evlilik hicretten yedi ay sonra gerçekleştiğine göre demek ki, bu sıralarda Âişe Vâlidemiz’in yaşı, on yediyi aşmış, on sekiz yaşına yaklaşmış demektir. Bedir’in hemen akabindeki Şevvâl ayında evlendiği bilgisini esas aldığımızda ise onun, evlendiği gün on sekiz yaşını aşıp on dokuza adım attığını kabullenmemiz gerekmektedir.”

Soner Yalçın’ın 13 Aralık 2022 tarihinde yayınlanan Hz. Ayşe’nin Yaşı başlıklı yazısında konu yine tarihi belgeler ışığında ele alınıyor. Yalçın, Hz. Ayşe’nin Ali Himmet Berki ve Osman Keskioğlu’nun eserinde de belirtilen İslamiyet öncesi Cübeyr ile nişanlanmasına atıfta bulunarak şu ifadeleri kullanıyor:

“Putperest Cübeyr, Hz. Ebubekir'in Müslüman olmasına tepki göstererek nikâhı bozdu. O halde: Hz. Ebubekir, 38 yaşında/ 611 yılında Müslüman oldu. Demek 611 yılından önce kızını evlendirmişti (Nişanlamıştı). Yoksa Cübeyr, Müslüman olmuş Hz. Ebubekir'in kızıyla evlenir miydi?

Resmi olarak belirtilen Hz. Ayşe'nin 614 doğumlu olması imkânsız! Keza: Hz. Muhammet'in Hz. Ayşe ile evliliği 622 yılı sonu veya 623 yılı başında Medine'de oldu. Kimine göre 624 evlilik yılı… Hz. Muhammet ile evlendiğinde Hz. Ayşe'nin yaşı 6 veya 9 nasıl olur? Ki: Kızı Hz. Fatma ile aynı yaşta olduğu belirtiliyor ki, o halde evlendiğinde Hz. Ayşe'nin yaşı en az 20 olmalı… Vs. Vs.”

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, 7 Kasım 2008 yılında kaleme aldığı “Hz. Aişe Peygamberimizle Kaç Yaşında Evlendi” başlıklı yazısında Osman Keskioğlu ve Soner Yalçın gibi Haz. Ayşe’nin, İslam öncesi dönemde Hz. Ebubekir’in akrabalarından Mut’ım’ın oğlu Cübeyr’e nişanlanmış olduğuna işaret ederek şunları yazıyor:

“…. Mut’ım ailesi, Müslüman olmamış bir aileydi. Hz. Peygamber’e ve İslam’a karşı idiler. İslam öncesi dönemde kızını istedikleri Ebu Bekir, İslam’ın gelişi üzerine bu dine girmiş, Hz. Muhammed’in yakın dostları arasında yer almıştı.

Putperest kalmayı sürdüren Mut’ım Ailesi’nin hanımı, oğullarının Müslüman bir kızla evlenmesine karşı çıkıyor, şöyle diyordu:

“Bu Müslüman kız evime girerse oğlumu dininde eder. Buna izin veremem.”

Hz. Ebu Bekir’in, putperest akrabasına kızını gelin olarak vermeyi kabulünün, Ömer Rıza’nın da belirttiği gibi, onun İslam’a girişinden sonra olabileceğini kabul mümkün değildir. Ebu Bekir gibi bir peygamber dostunun, kızını bir putperest aileye gelin göndermesini düşünemeyiz.

O halde, Âişe ile ilgili verilen evlilik sözü, Ebu Bekir’in Müslümanlığı kabulünden öncedir ve bu da gösterir ki, Âişe, daha babası Müslümanlığa girmeden, birileri tarafından gelin olarak istenecek bir yaştadır.

Ebu Bekir ailesi, putperest akrabalarına İslam öncesi devirde verdikleri sözün geçersiz kılınması için, akrabası Mut’ım’ın bir adım atmasını beklemiştir. Ve o adım, Mut’ım ailesinin hanımı tarafından atılmış, Âişe’nin serbest kalması bu sayede gerçekleşmiştir.

Kısacası, tarihsel belgeler gösteriyor ki, Hz. Âişe, Peygamberimiz tarafından eş olarak istendiğinde, en az 14, 15 yaşındadır. Hz. Âişe’nin Peygamberimizle nikâhlanması, Peygamberimiz tarafından istenmesinden üç yıl sonradır. Bu noktada ittifak var. O halde, Âişe’nin, Peygamber evine eş olarak girdiği sırada 18-19 yaşlarında olması gerekiyor. Gerçek budur.”

İstanbul’un önceki müftülerinden Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı da “Çocuk Yaştakileri Evlendirme Fetvası” başlıklı yazısında, Hz. Ayşe’ye dayandırılan rivayetle ilgili olarak, “Sahihliği şüpheli (âhad), içeriği çok daha tartışmalı rivayet” ifadesini kullanıyor ve yine Hz. Ayşe’nin ablası Esma ile olan yaş farkını karşılaştırarak 18 yaşında evlendiği sonucuna varıyor.    

Müslümanlıktan geçinip dindarlığı kimseye bırakmayanlar kafalarını kumdan çıkarsınlar da lütfedip biraz araştırma yapsınlar. Bu işler “Böyle gelmiş böyle gider” mantığıyla yürütülemez.   “Genel uygulama, genel anlayış böyle” deyip belge ve bilgileri görmezden, duymazdan, bilmezden gelmek Kur’an-ı Kerim’deki “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” ifadesinin dinden geçinenler üzerindeki vücut bulmuş halidir.

Yazımızın ikinci paragrafı şöyle idi: “Eskiden devlet ormanları vatandaştan korumaya çalışırdı, şimdi vatandaş ormanları, mer’aları, zeytinlikleri devlete karşı korumaya çalışıyor!” O tespitten konumuza gelecek olursak İslam tarih ve kültürünün temel değerlerini de “Dindar” görünenlere karşı mesela dini hassasiyetleri ile ön plana çıkmayan Soner Yalçın gibi araştırmacılar korumaya çalışıyor. Biz de acizane bilgi ve belge toplayarak gerçeklere ulaşmaya gayret ediyoruz. “Dindar” görünenler ise kendi hatalarını, günahlarını örtbas ederek karşı çıkanları “Dine saldırı” olarak göstermeye kalkıyorlar. İslamiyet’e ve dini değerlere asıl zararı kendilerinin verdikleri o kadar açık ama bilmek, anlamak istemiyorlar. Hani “Din elden gidecek” diye eski bir mesel vardır. Kimse merak etmesin; din elden gitmez ama giderse de “Dindar” diye geçinen dini darlar ya da dinden geçinenlerin verdiği zarar yüzünden elden gider. Aman dikkat!