İsmet İnönü, Atatürk'ten sonra Cumhuriyet Dönemi'nin tek alfa erkeğidir

Öyle bakmayın siz yeni yetmelerin Fesli Kadir'den dinledikleri masallar üzerine İsmet Paşa'nın pasif, sümsük bir herif olarak lanse edilmesine. Kendisi özellikle Atatürk sonrası bu ülkede yaşayan herkesin yaşadığı her dar günde yanına koştuğu tek kişidir. Rejimin değişmesi yani önce çok partili rejime geçilmesi, ardından 27 Mayıs İhtilali, sonraki ara dönem ve demokrasiye geri dönüş süreçlerinde ülkede kim mağdur olduğunu hissetmişse kendisine başvurmuş ve o da kendisinden yardım isteyen kişinin siyasi görüşü ya da geçmişine bakmadan yardımcı olmuştur.

Şimdi yazımı bu olaylar üzerine şekillendirmek istiyorum. Atatürk ve İkinci Dünya Savaşı dönemlerini ele almayacağım, benim asıl ilgimi çeken olaylar 1945 yılından sonra meydana geliyor. Öncesi tabii ki önemli ama defalarca yazılmış.

İlk dikkatimi çeken olay, Zeki Kuneralp'in Dışişleri Bakanlığı'na kabulüdür. kendisini bilmeyenler için söyleyeyim Ali Kemal'in öz oğludur, Bakanlığa iş için başvurduğunda kabul edilmemiş ve dilekçesi İsmet Paşa'nın önüne gelmiştir. İsmet Paşa da dikkatle inceleyerek "Devlet kin tutmaz." demiş ve kendisini Dışişlerine kabul ettirmiştir. Zeki Kuneralp'in ne kadar değerli bir diplomat olduğunu burada yazmak bana düşmez.

İkinci olay, 1950 seçimlerini kaybedince görevini büyük bir alçakgönüllükle belki de hayatındaki en büyük rakibi Celal Bayar'a bırakmasıdır. Cüneyt Arcayürek anılarında köşkü sadece bir otomobil ile terk ettiğini yazar. Yılların milli şefi yasalara bu kadar bağlıdır. Seçimlerin hemen ardından yanına gelen askerleri kovar çünkü askerler hemen darbe yapıp Demokrat Parti'yi kapatmak için İsmet Paşa'ya yardım etmek istediklerini söylerler. İsmet İnönü ise demokrasiye bağlıdır ve o ünlü "Benim en büyük yenilgim aynı zamanda en büyük zaferim" sözünü söyler. Ayrıca hiçbir zaman ordu İsmet Paşa'ya yardım edecek güçte değildir ama tersini defalarca İsmet Paşa kanıtlamıştır.

Demokrat Parti hiç de adıyla müstesna olmayacak kadar anti demokratik biçime aslında 1954 seçimlerinden sonra bürünür. Halkın oyunun artmış olması onların gözünü daha da kara hale getirir. İlk uyarı da kendi parti içlerinde yaşanır ama iktidarda kalmayı başarırlar. 1957 seçimleri ise onlar için tam anlamıyla bir pirus zaferidir. İktidar olmuşlar ama hakimiyet sağlayamamışlardır.

Her türlü zalimliği yapma yoluna giderken artık İsmet Paşa'ya da gözünü dikmişler ve onu meclisten uzaklaştıracak kararların altına imzalarını da hiç çekinmeden atmışlardır. Tahkikat komisyonu kurularak atanmış olan bu komisyona yasama, yürütme ve yargı erklerini verirler. İşte İsmet İnönü o "Şartlar tamam olduğunda ihtilal meşru bir haktır" lafını bu olaylar üzerine söylemiştir. Günümüz televizyon şarlatanları bu sözden İsmet İnönü'nün darbe çağrısı yaptığını söyleyip duruyor son günlerde. Anlamadıkları nokta şu; Bahsettiğiniz kişinin bir şeyin olması için ima etmesi gerekmiyor. İsmet Paşa her zaman (Atatürk Dönemi'nden sonra) ülkenin en prestijli paşası. Ordu kendisine adeta tapıyor zaten, bunun için Uşak ve Kayseri'de hırpalanması gerekmiyor. O bu lafı ederken Adnan Menderes'in iyiliği için etmişti. Kendisi Adnan Menderes ile kafaları çekip beraber eve kol kola hafif de çakırkeyif olarak gelecek şekilde yakınlar. İlişkiyi bozan taraf husumeti bir türlü dinmeyen Celal Bayar. Her dönem bu iki şahsiyet görüşmek istiyor ama araya sürekli giren Celal Bayar tüm bu girişimleri engelliyor. Bunun artık anlaşılması lazım. Sözün sonunda söylediği "Bu yolda giderseniz sizi ben bile kurtaramam" sözü acizlik değil ileri görüşlülük belirtiyor ve maalesef 1,5 yıl içinde de gerçek oluyor.

27 Mayıs İhtilali yapıldığında, darbenin sonradan başına geçen Cemal Gürsel telefonla İsmet Paşa'yı arayarak "Paşam özür diliyorum sizden. size haber vermedik ama verseydik mutlaka bizi durdururdunuz." diyor. Bu cümle bile kendisinin ne kadar da partilerüstü bir kişi olduğunu ve darbeye karşı olduğunu kanıtlıyor aslında. Darbeden 4 gün sonra yaptığı görüşmede Gürsel'e "Orduda birliği sağlayın, Milli birlik komitesindeki birliği sağlayın, 3 ay içinde seçime gidin." diyor, Arabasına gelip damadına (Metin Toker) "Ben onu uyardım ama galiba beni anlamadı" diyerek üzüntüsünü belirtiyor. Hakikaten de Cemal Gürsel "Ulan ordu zaten bir, MBK'de benim hakimiyetim altında, e zaten ben de hemen erken seçime gideceğimi bildirdim; o zaman problem yok." diye düşünüyor ama ordunun içinde ve devletin tepesinde olmasına rağmen ordunun paramparça olduğunu, Milli Birlik Komitesi'nin Şahinler'in eline geçtiğini ve seçimleri de ancak 18 ay sonra yapabileceğinin farkında bile değil. Böyle bir king adam işte İsmet Paşa. Sadece 4 günde tahlilleri yerli yerinde bir adam.

Adnan Menderes idam edileceği gün Berrin Menderes oğlu Aydın Menderes ile İsmet Paşa'nın yanına idamları durdurması için geliyor. Dikkat ederseniz geldiği kişi kocasının en büyük hasmıdır ve şimdiki neslin darbecilerle iş birliği yapıyor dediği insandır. İsmet Paşa onları teskin ederken bir mektup kaleme alıyor, hemen Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ile görüşüyor ikisini de büyük oranda ikna ediyor ama türlü ayak oyunlarıyla (telefona çıkmamalar, mektubun okunmaması vs) bu girişimleri maalesef sonuçsuz kalıyor. Tarihimizin en büyük ilk utançlarından biri maalesef gerçekleşiyor.

İlk seçimler (15 ekim 1961 genel seçimleri) yapıldıktan sonra askerler bir türlü idareyi sivillere iade etmek istemiyorlar. 23 ekim 1961 yılında askerler yönetimi devretmek istemediklerini ve sertlik politikalarına devam edeceklerini bir protokolle deklare ediyordu. Seçimler öncesinde yapılmış ama CHP istediği oyu alamazken (%35) sağ partiler (ap, ckmp, ytp) %65 oyla adeta askerlerden idamların intikamını almışlardı. bu deklarasyon İsmet Paşa'nın kulağına geldiğinde hemen harekete geçti. Bir gün sonra bu deklarasyona imza atan askerlerle, Parti liderleri Çankaya Köşkü'nde bir araya geldi. İlk sözü her şeyi yapabileceğine inanan Cevdet Sunay almış ve tüm askerler adına konuşarak bu protokolün aynen uygulanmasını yoksa sonrasının kanlı olacağını belirtmiştir. Bu konuşmanın ardından büyük bir sessizlik olmuş ama devreye yine bizim alfa İsmet Paşa girerek ve Genelkurmay harici Generallere dönerek "Sizler bu anayasayı yapmakla iftihar ediyorsunuz ve herhalde inanıyorsunuz; e inanıyorsanız bu işlere ne karışıyorsunuz?" diye ayarı vermiş ve bir anda tüm General ve Amiraller imzalarını çekince Cevdet Sunay ortada kalmıştır. Böylelikle meclis açılabilmiş ve demokrasiye yeniden geçilebilmiştir.

Askerlerin İsmet İnönü ile hesaplaşması burada bitmemiştir. Talat Aydemir öncülüğündeki  Albaylar 22 şubat 1962 tarihinde ayaklanmış, Genelkurmay teslim olacakken İsmet Paşa yine salonda tek başına "Nasıl iş bu? Nasıl iş bu? Birkaç çapulcu gelecek devleti ele geçirecek öyle mi ve hiçbiriniz de buna itiraz etmeyeceksiniz? Gerekirse tek başıma direnirim, kan akıtmak gerekirse akacak. Hem de oluk oluk ama benim bedenimi çiğnemeden asla." diye bağırmış, tüm kontrolü eline alarak bu darbe girişimini bastırmış ve Talat Aydemir ve üç buçuk adamına gününü göstermiştir. İkinci darbe girişiminde de bu kez Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay Utanır da "Bu sefer Paşa'yı rahatsız etmeyelim biz hallederiz." diyerek İhtilal girişimini bastırmaya muvaffak olur.

Adalet Partisi Genel Başkanı olan Süleyman Demirel, heyecanlı bir genç siyasetçi olarak o sıralar Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay tarafından köşke gelenek olduğu üzere muhalefeti temsilen davet edilir. Söz kendisine ülkedeki sorunlar hakkında konuşması için verildiğinde kendisi memleketin iyi idare edilmediğinden, her tarafta sıkıntının baş gösterdiğinden bahsederken devreye giren İsmet Paşa Süleyman Demirel'e "Şikayetin benden mi?" diye sorar. Demirel "Evet paşam, sizden" der. Ardından Paşa "Onu anladım, onu anladım. Çöldeki bedevi şeyhi bile tehlikenin nereden geleceğini bilir ben onu anladım da bu Çankaya'nın meselesi değil. Meclise gelin orada tartışalım, size de zorluk çıkarmam." der. Süleyman Demirel siyasi hayatındaki ummadığı taşın başını yarmasını ilk defa bu görüşmede yaşamıştır. İsmet İnönü burada ayarı muhalefete değil Cumhurbaşkanı'na vermiştir aslında çünkü yürütmenin yasamaya açıkça müdahalesinden son derece rahatsızdır ve bunu bu çıkış ile ortadan kaldırmıştır.

Geldik artık paşanın yaşlılığının ve sağlık sıkıntılarının zirvede olduğu 1970'lere. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın intikamlarını, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile almaya çalışır o sıralarda devlet. Düzen değişmiş ama sistem değişmemiştir. 1961 yılında "Siyasi suçlarda idama karşıyım." diyen İsmet Paşa, şimdi de karşıdır ve durdurmak için elinden geleni yapmaktadır zaten Deniz Gezmiş'in babası da son çare olarak onun yanına gelmiştir tıpkı Berrin Menderes gibi. Bu sırada elini kolunu bağlayacak bir gelişme yaşanır. Sofya uçağı kaçırılmış ve korsanlar tüm sol mahkumların salınmasını şart koşmuşlardır. Uçaktaki yolculardan biri de büyük oğlu Ömer İnönü'dür. İki arada bir derede kalan İsmet Paşa, hükümete çağrı yaparak "Devlet pazarlık yapmaz." diyerek hükümete pazarlık yapmayın der ama kalbi buna dayanamaz ve spazm geçirir. İdamlara engel olamaz. İmza verenler terör örgütüyle anılmak istemediğinden imzalarını geri çekerler. İsmet Paşa hastadır ve zaten birkaç gün sonra Parti Başkanlığını da Bülent Ecevit'e karşı kaybedecektir. Kaybedeceğini anladıktan sonra seçimlerden çekilir ve iki satır dilekçeyle tüm görevlerinden istifa eder. Sessizce pembe köşküne çekilir ve 13 ay sonra gözlerini hayata yumar.

Devletin; askeri ve sivil tüm en tepe görevlerinde bulunmuş bu nevi şahsına münhasır insanı eleştirirken; Onun bu ülkenin gerçek değerlerinden biri olduğunu hatırlatmak için yazdım bu yazıyı. Belki de günümüz Türkiye'sinin en büyük problemi, buhran anlarında bu ülkede gidilecek kimsenin olmamasıdır. Hiç kimse de böyle anlarda bir masa etrafında tüm halkı bir araya getiremez maalesef. O kadar ayrıştık ve bunu o kadar cahilce yapıyoruz ki kahroluyorum. Acımasızlığımızın artık boyutları kalmadı maalesef. O garp cephesi komutanı olduğunda da milli şef döneminde de sonraki demokrasi mücadelelerinde de insanları bir araya getirmeyi başarabilmiş üç beş insanımızdan sadece biri. Belki de son alfa erkeği. Saygı ve minnetle... (eksisozluk)

Editör: İlayda Şimşek