Hemen her siyasi partiden, siyaset dışından ve her yaş grubundan harama el uzatmayan, asla kul hakkı yemeyen, tabir yerinde ise yolda yürürken karıncaları bile incitmemek için bastığı yere dikkat eden, lükse, israfa dalmayan, şatafatta asla gözü olmayan, komşuları, arkadaşları ile iyi geçinen dürüst, ahlâklı, namuslu öyle güzel arkadaşlarım, dostlarım, akrabalarım var. Yakınlık ve tanışıklığım olmamasına rağmen cemiyet içinde bu özellikleri taşıyan daha pek çok insan olduğunu da görüyor ve duyuyorum.

Gelin görün ki işin içine siyasi taassup girince insanlar kendileri olmaktan çıkıveriyorlar. Akılları kiraya veriliyor, fikirlerinin dümeni başka ellere geçiyor ve normalde günahsız yaşayan bu insanlar şahıs olarak yine aynı hayatı sürdürmelerine rağmen farkına bile varmadan bir anda o çok tartışılan “troller” haline dönüşerek günah bataklığına saplanıveriyorlar. Çünkü kendi özelliklerini taşımayan birilerini ya da içlerine sinmese de uygulamaya konan politikaları savunuyor ve destekliyorlar!

 Biz de toplumdan ayrı değiliz, milletimizin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Siyasi görüşümüz elbette oldu, faal olarak çalışmışlığımız da var. Ancak Allah’a şükürler olsun ki yine O’nun verdiği aklımızı kullanarak ve Kur’an-ı Kerim’de başımıza vurulurcasına tekrar edilen “Akletmiyor musunuz”, “Düşünmez misiniz”, “Öğüt almıyor musunuz” buyruklarının muhataplarından biri olarak olup bitenleri akıl süzgecimizden geçirip doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış” diyebiliyoruz.

 Allah’tan başka kimse hatadan, kusurdan arınmış değildir. Son Peygamber de on beş asır önce gelip vazifesini tamamlayarak ebedi âleme göçtüğüne göre kimseyi Peygamber yerine de koymayız, koyamayız. Elhamdülillah bunun şuurundayız. Şahitlerim vardır ki normal hayatta ve devlet hizmetinde bulunduğumuz süre içerisinde âmirimiz de, memurumuz da, siyaseten ilgi duyduğumuz lider de hatalı ise bunu söyleyebildik. Dolayısıyla yine söyler yine yazarız. Özetle, “Yazıp söylediklerimiz yazacaklarımız ve söyleyeceklerimizin teminatıdır!”

Şimdi sadede gelerek yazımın başında özelliklerini saydığım o güzel insanlara söyleyecek sözlerimi, gönderecek sitemlerimi bildireyim:

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki siyaset her şeyin başı ve sonu değildir. Her iş siyasetle başlayıp siyasetle sona ermez ve her iş onunla şekillenmez. Elbette kendi inançlarımıza ve dünya görüşlerimize göre herhangi bir siyasi partiye oy verebilir, o camiaya mensup olabilir, kadrolarında da yer alabiliriz ama ölçüyü şaşırıp aklımızı kiraya vererek onların yönlendirmesi ile hareket etmeye başlarsak artık biz “biz” değilizdir. Çünkü onlar yazıp oynarken bizler de seyreder, seyretmekle de kalmayıp alkışlar ve kör bir taassupla yaptıklarında hikmet aramaya kalkarsak şahsiyetimizi sıfırlar, Allah’ın verdiği insan olma nimetini inkâr etmiş oluruz.

O halde bazı olayları hatırlayarak dertleşelim ve kendimizi siygaya çekelim, eleştirelim. Değilse Yunus Emre’nin söylediği gibi bizi siygaya çeken bir “Molla Kasım” gelir ve söylediklerinin altından kalkamayız. Lütfen sitem ve serzenişlerimi de hoş görün; olur mu?

*İnançlı, dürüst, ahlâklı, namuslu kardeşim… İyi niyetinden asla şüphe etmiyorum ama niye aklını kullanmıyorsun? Niye körü körüne bir siyasi taassuba kapıldın da kendini koyuverdin? Hani bir zamanlar ABD’de barmenlik yapan ve yabancı dil avantajı ve bilmediğimiz, bilemediğimiz başka marifetleri sebebiyle Türkiye’de paye verilen biri vardı. Artık yükselişinde sınır yoktu ve bir gün bir gazeteci ile telefonlaşırken “Bakara – makara, takara tukara” gibi Kur’an-ı Kerim’le dalga geçen tekerlemeler sıralayıp “Her Cuma bir ayet sallıyorum” demiş, duyulduktan sonra karşısındaki gazeteci de bu konuşmayı itiraf etmişti. Yani aslında dini bütün insanımızı can evinden vuran/vurması gereken bir zırva idi yapılan ama sen sesini çıkarmamıştın. Çünkü kör bir siyasi taassup içinde idin. Aynı kişi yıllar sonra bu defa devletimizi “temsilen” Büyük Elçi olarak atandı ve sen yine sessiz kaldın. Keza, sabıkalı ve aynı zamanda Alman Anayasası’na göre yemin edip vatandaşlık alan, orada ayrıca Türkiye’mizin “Ermeni Soykırımı” yaptığına dair faaliyet gösteren birine de o paye verildi, tınmadın bile! Bu kadar mı hissiz ve duygusuz kaldın, anlayamıyorum.

*İktidar partisinden milletvekili olan biri “Genel Başkanımız Cenab-ı Allah’ın bütün sıfatlarını taşıyor” dediğinde de rahatsızlığını dile getirmemiştin. “O bizim peygamberimizdir” dediler, “Genel Başkanımızın sünneti” dediler, meydanlarda “Allah’ın elçisi hoş geldin” diye bağırdılar, “Onun çıktığı televizyon yere konmaz” diye saçmaladılar, “O’na dokunmak ibadettir” dediler ve daha neler neler söylediler ama itirazını duymadığıma göre herhalde ya hoşuna gitti ya da elinle ve dilinle önleyip itiraz etmek yerine imanın en zayıf noktasına sığınıp kalbinle buğz ettiğin için haberimiz bile olmadı!

*Kendi çocukların, çevrendekilerin çocukları, milletimizin yetişmiş evlatları dururken mesela Kavakçı ve Sayan aileleri ile bazı belediye başkanlarının nerede ise yedi sülalesine devlet kapısında mevki – makam verilirken “Bu adaletsizliktir” diye feryat etmedin. Keza bunca işsiz varken ve üstelik diplomalı işsizler ordusu oluşmuşken 3 -  5 yerden ballı kaymaklı maaş alan seçilmişler için de sesinin çıktığını duymadık.

*Ayetle sabittir ki “İsraf haramdır”, kul hakkı yemek dinimizce büyük günahlardandır. Ancak devlete bağlı kurum ve kuruluşların önemli bir bölümü israf denizinde yüzüp savurganlıkta sınır tanımazlarken “İtibardan tasarruf olmaz” sözünün arkasına sığınarak ümmeti olmakla övündüğün Hazreti Muhammed ve dört halifesinin yaşayışları ile kıyaslamadın. İmkân ve para bulunca şımarıp azan, azdıkça da Müslümanlıktan sıyrılıp “Süslümanlığa” evrilenleri de herhalde “bizdendir” diye görmezden gelip sesini çıkarmadın, ikaz etmedin.

*Ramazandır, İftardır, Sahurdur demeden, bayram seyran dinlemeden öfke dili ile konuşan, birleştirici, kucaklayıcı olmak varken ayrıştırıcı beyanlar veren siyasi büyüklerini hayranlıkla dinledin de “Bu kadar da olmaz” diye ikaz etmeyi düşünmedin. “Bir kez gönül yıktın ise şu kıldığın namaz değil” diyen Yunus Emre’ye rahmetler olsun.

*Sahi, televizyon kanallarında ve yayınladıkları videolarda “Bizim aile elli – altmış kişiyi götürecek donanıma sahip. Listede komşularımızdan da 3 – 5 kişi var”, “Karılarınızı ve kızlarınızı elimizden kim kurtaracak” diye esip savuranlar ve onlara çanak tutan sözde sunucular için bir paylaşımınız olmuş mu idi? Aynı mahallenin sakinleri iseniz -protesto etmenden geçtim de- ikaz etme gereği duyup duymadığını da gerçekten merak ediyorum. Ya ilminden çok cürümleri ile konuşulmaya başlayan Burhan Kuzu için bir ikaz, bir uyarı, bir protesto yaptın mı? Yoksa onlar “mahalleden” oldukları için her şeyden muaflar mı?

*Yıllar ve yıllar önce ABD, Rusya aya giderken Türkiye’de “Eller aya biz yaya” diye sloganlar atılıyordu.   Hâlâ kısır siyasi çekişmeler içindeyiz ve o yıllarda aya gidenler şimdi Merih’i fethetmeye hazırlanıyorlar. Bu konuda siyasileri uyararak ilme, araştırmaya yönlendirecek olanlar bağlılarıdır, seçmenleridir. Ben hasbelkader yazılar yazıyor, ikaz ediyorum sen olana razı olup alkışlıyorsun. İşte Türkiye’nin bağrından kopan ama burada imkân bulamadığı için ABD’de araştırmalar yapıp Nobel ödülüne layık görülen Aziz Sancar üstadımızın açıklaması. Lütfen oku, okut ve ders alınmasına yardım et: “Spacex’in (Kaliforniya’da bulunan ÖZEL bir ABD Şirket) İlk insanlı uzay mekiği başarıyla fırlatıldı. Dünya ve gelecek için çok büyük bir adım atıldı. Türkiye’de ise siyaset yüzyıllardır SAÇMA SAPAN TARTIŞMALARLA ülkenin enerjisini ve TOPLUMUN RUH SAĞLIĞINI YOK EDİYOR!”

*Söz uzay mekiğinden açılmışken ve eller teknolojide devrim üstüne devrim, atılım üstüne atılım yaparken ve son örnekte olduğu gibi özel şirketler bile uzay mekiği gönderebilirken bizde de okçuluk canlandırılıyor malum… Bazı kurum ve kuruluşların imkânlarının kurulan “Okçular Vakfı”na aktarılmasıyla bilime değil de okçuluğa yatırım yapılması herhalde bir “ironi” olsa gerek. Ne dersin?

*Devlet ve bağlı kurumların ihaleleri beş – altı yandaş şirket arasında paylaştırılırken, İhale Kanunu defalarca değiştirilip kitabına uydurulurken “Bu ne iştir, neden böyle oluyor” dediğine şahit olmadık. Üstüne üstlük o şirketlerden bazılarının vergi borçlarının silinmesine de, millete galiz bir küfür savuranlara da nedense sessiz kaldın. Pek çok yere para savrulurken stratejik önemi olan Tank Palet Fabrikası’na yabancıların ortak edilmesine, devlete ait pek çok fabrikanın adeta “yok pahasına” satılmasına hiç ses çıkarmadın.

*En son Serik’te patlak veren ve ilgili Bakanların kendi beyanları ile önceden bildikleri anlaşılan ama hiçbir işlem yapılmamış olan rüşvet olayı da galiba seni ilgilendirmedi. Ama muhalefete ait belediyeler için kılı kırk yarıyor, nerede ise öküzün altında buzağı ararcasına gayret gösteriliyor. Yapılanları biliyor, görüyor ama ses çıkarmıyorsun; neden?  

*Belediyeler ve bazı kamu kuruluşları kendi mülkiyetlerinde bulunan arsaları dün FETÖ’ye, bugün TÜRGEV ve ENSAR gibi vakıflara “Parsel parsel” dağıtırken görmezden geldin.  Hele Kızılay gibi tarihi ve güzide bir kuruluşumuzun bu vakıflarla bağlantılı olarak vergi kaçırma işlerinde hülleci olarak kullanılıp ABD’ye milyarlarca lira aktarılması da vicdanını sızlatıp iki çift söz etmedinse ne diyeyim, ne yapayım?

*FETÖ ile işbirliği yapan ve hatta “Milat” denilen 17 - 25 Aralık’tan sonra bile ilişkiye, para aktarmaya devam eden yandaşlara, Belediye Başkanlarına işlem yapılmamasından rahatsız olmuyorsun. Olsaydın ikazını, feveranını duyardık, duyamadık. FETÖ’nün Siyasi Ayağı koktukça koktu ama anlaşıldığına göre o pis koku da seni rahatsız etmedi. Ettiyse de sesini çıkaramadın, öyle değil mi?

*Çözümsüzlük getiren “Çözüm Süreci”, Habur’da davul zurna ile karşılanıp kurulan çadır mahkemesinde beraat ettirilen teröristler, terörist başının bildirisinin Diyarbakır Meydanı’nda ballandıra ballandıra okunması karşısında susmuştun. Peşmergelerin Irak’tan gelip kendi topraklarımız üzerinden Suriye’ye geçirilmesine ve üstüne üstlük bir de kebap ısmarlanarak tüy dikilmesine ses çıkarmamıştın. Peşmergeleri geçirdiğimiz Ayne’l Arap ya da Kobani meselesi sonra başımızı ağrıttıkça ağrıtmıştı ve şimdi de terör örgütünün yuvası durumunda. O yanlıştan ders alınmamışçasına seçimlerde Kürt vatandaşlarımızın oyu uğruna yapılan fahiş hatalar da seni ilgilendirmedi. Kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın, milletimizin ödediği elektrik kesintileri ile ayakta durabilen TRT’ye çıkarıldığında bile oy verdiğiniz partiyi ya da TRT yönetimini ikaz eden bir ses, bir nefes duymak istedik, olmadı! 

*Dış politikada “Komşularımızla sıfır sorun” diyerek yola çıkan iktidarın, “sıfır sorunu” geçtik, gelinen noktada nerede ise “dost” denebilecek hiç komşu bırakmaması, Suriye ile ortak Bakanlar Kurulu toplayıp “Kardeşim Esat”la mutlu aile pozları verilirken bir gecede “Diktatör esed” söylemine geçilmesini, Ortadoğu’daki en iyi dostlarımızdan biri olan Mısır’ın iç işlerine karışılıp düşman edilmesini ve Ortadoğu’yu çıkmaza sokan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni hiç sorgulamadın. Bir de “BOP Eş Başkanlığı” vardı malum; ne getirip ne götürdüğünün muhasebesini de yapmadın değil mi?

*Masasında içki kadehi, elinde purosu ile bir eğlence ortamında vur patlasın çal oynasın haldeki videosu sosyal medyaya düşen ve  “FATİH SULTAN MEHMET İSTANBUL’U İŞGAL ETTİKTEN SONRA” diye beyanat veren Kültür ve Turizm Bakanı için laf etmeyip İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın türbe ziyareti sırasında elini arkasına atmasını diline dolayanlara ne diyeceğimi bilemedim. Fetih için, “İlahiyatçı” olduğu söylenen biri de “İşgal” demişti galiba… Sayın Cumhurbaşkanı “İşgal” diyenleri haklı olarak “Cahil-i cühela” olarak nitelendirirken kendi Bakanını da kastetmiş mi idi bilemiyorum. Hazır, Cumhurbaşkanı bu cümleyi sarf etmişken sana düşen Bakan Bey’in densizliğini de açık yüreklilikle dile getirmek değil mi idi? Ama yapmadın!

*Dini hassasiyetin olmasına rağmen zinanın suç olmaktan çıkarılmasına, çocuk ve kadınların istismarı, taciz ve tecavüz işlerinde vay kravat taktı idi, yok pişmanlık duydu idi gibi eften püften işlerle ceza indirimi uygulamalarına, 10 – 12 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilebilmesi teranelerine sessiz kaldın. Birtakım gayrı ahlâki işlere yol veren meşhur “İstanbul Sözleşmesi” de “seni ilgilendirmedi” diyecektim ama siyasi erki kızdırmamak için öfkeni içine gömmüş olabilirsin!

*Devlet dairelerinde pek çok yere İmam – Hatiplilerin gelmesine sevindiğinin farkındayım ama göz ardı ettiğin bir şey var. Peygamber Efendimiz “İşi ehline veriniz” demiş mi dememiş mi? Dinimiz liyakati emrediyor mu etmiyor mu? İmam Hatipli diye alâkası olmayan yerlere alâkası olmayan kişiler atanınca iş şirazesinden çıkıyor mu çıkmıyor mu? Sen bunlarla mutlu olurken peşinden gittiğin büyüklerinin çocukları kolejlere, yurt dışı okullara gidiyor mu gitmiyor mu?

*Cami, okul ve kışla siyasetin girmemesi gereken yerlerdi. Günümüzde bu prensip bozuldu, adalet adeta güdümlü hale geldi. Camilerin içine masalar, kürsüler konularak “Mescid-i Dırar = Zararlı mescid” misali siyasi toplantılar yapıldı ama rahatsız olduğuna dair bir işaret göremedik. Oysa buna itiraz etmen beklenirdi. Dinimizde “Ölülerin hayırla yâd edilmesi” diye bir prensip olmasına rağmen Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Fetöcülük ve benzeri oluşumların yükselişini yıllar öncesinden görerek ikaz eden önceki Genel Kurmay Başkanlarından biri vefat edince akla ziyan bir tweet attı ama bu konuda bir tepkide bulunduğuna şahit olmadım. O Başkan Yardımcısı sanırım yetkililer tarafından da ikaz edilmedi. Bu ve benzeri konuları halen görevde olan ya da emekli olmuş ilahiyatçılarla Diyanet mensuplarına sorduğumda ise ya ses gelmedi ya da “Haklısın”, “Tabii”, “Bize sorulmuyor”, “Niye böyle yapıyorlar bilmiyorum” gibi geçiştirme kabilinden cevaplar aldım.

*Osmanlı’nın son döneminde ve İstanbul’un, yani Payitahtın işgal edildiği, son Padişah Vahdettin’le son Sadrazam Damat Ferit’in çaresizlikleri, İngilizlerin dümensuyuna göre hareket etmeleri ve sonunda kaçıp gitmiş olmaları ortada iken İstiklal Savaşı’nı başlatıp işgal altındaki memleketimizi bizlere bırakanlara şükran duyacak yerde “Kurtuluş Savaşı’nı keşke Yunan kazansaydı” diyerek kin ve nefret saçan hainlerle onlara methiyeler düzenlere karşı da bir itirazın olmamıştı.

*İstanbul’un fetih yıldönümünde Ayasofya’da Fetih Suresi seni heyecanlandırdı da İstanbul’u işgalden kurtarıp ikinci fethini gerçekleştirerek ebedi Türk yurdu olmasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlamak aklına bile gelmedi. Bu da yetmezmiş gibi Peygamber Efendimizin fetihle ilgili Hadis-i Şerif’ini, o müjde sırf Türklere kısmet olduğu için utanıp arlanmadan “Sahih değil” diye iftira atanlara bile laf edemedin. Yoksa itiraz ettin de ben mi duymadım?

*Yapılan uygulamalar insanları dinimizden soğutup nemelazımcılık artarken, “deizm” inancı yaygınlaşırken sen, “Ben dinimi rahat yaşıyorum” diye bir kolaycılığa sığındın, her köşeye bir cami yapılıyor diye sevindin ama gerçeklere karşı kapalı kaldın. 75 – 80 yıl önceki tek parti dönemi uygulamaları siyasetin diline sakız oldu. Sen o günleri yaşamadığın halde bire bin katılarak anlatılanlara inandın da günümüzde yaşanan tek parti uygulamalarına sessiz kaldın. “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin adil olması mümkün değilken bile bile “lades” diyerek adaletsizliğe rıza gösterdin. Pürüzleri,  eşitsizlikleri ortada durup dururken bile hayatından memnun görünüyorsun. Söyle bana, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” mı kesildin?

*O kadar gerilere gidemiyorsan hiç olmazsa “Evet” oyu kullandığın 16 Nisan 2017 referandumu öncesi söylenen sözleri, yapılan vaatleri ve geldiğimiz noktayı kıyasla be kardeşim! Hani döviz düşecek ve “Dolar bilmem kaç lira olacak diyenler havalarını alacak”, birden “Ucuzluk başlayacak”, “Enflasyon düşecek”, “İşsizlik bitecek”, güya “Parlamento güçlenecek” ve daha neler neler olacaktı ya! Ne oldu? Erbakan Hoca’nın o meşhur deyişine göre söyleyecek olursak “Pansuman tedbirlerle bu iş olmaaz”, olmuyor! Kimse kendi kendini aldatmasın, bunların hiçbiri olmadı ve hele de durduk yere 600 milletvekilliğine çıkarılan Parlamento “Ha var ha yok” durumuna geldi, getirildi. Türkiye ne yazık ki genç işsizlik oranı ve yüksek enflasyon bakımından dünyanın ilk BEŞ ülkesinden biri durumunda. Neden böyle olduğumuzu bir düşün bakalım.

* Ya üniversiteler konusu? Her ile bir, bir de yetmez iki, üç üniversite derken şu anda galiba 197 “üniversitemiz” olmuş. Yeterli altyapısı, altyapıyı da geçtim ehil, liyakatli öğretim ve yönetim kadrosu olmayan, oluşturulamayan 197 değil 297 üniversitemiz olsa neye yarar? Kalite düştükçe düşüyor, branşı olmayan hocalar alâkası olmayan bölümlere dekan, üniversitelere rektör oluyorlar. İşte en son bir istatistik yayınlandı. 197 Rektör’den 72’si -tabir yerinde ise- KİTAPSIZ imiş! Söylendiğine göre üst makamlara arz-ı hal ettikleri yağcılık mesajları, olmayan akademik çalışmalarının önüne geçerek referans olmuş!

*Önceki Yıllarda “Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler”, “Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar” diye algı oluşturulmuş, sonra her ikisinin de yalan olduğu ortaya çıkmış, “Var olduğu” iddia edilen görüntüler de gösterilememişti. Bunlardan ders alınmamış olmalı ya da milletimizin balık hafızalı olduğu sanılmalı ki İzmir’de, profesyonelce yapıldığı açık olan kışkırtma girişimini de yanlış değerlendirdin.  Minarelerden bilmem ne müziği yükselince sabredip önünü arkasını araştırmadan hemen “karşı mahalleyi” karaladın ve dinimize göre suizanda bulunmanın günah olduğunu aklına bile getirmedin.  Daha ne diyeyim, yetmez mi?

Yetmedi galiba; aklıma gelmişken son bir nasihat vermeliyim: Bizden daha eskilerden duyduğumuz bir atalar sözü var. Derler ki, “Keskin sirke küpüne zarar verir!” Küp zaten çatlamak üzere ama araştırmalarım sırasında yavrularını yiyen bazı hayvan türleri ve ilginç olarak da annelerini yiyen bir örümcek türü dikkatimi çekmişti. “Yengeç Örümceği” adı verilen bir türde anne örümcek, yemeleri için yavrularına döllenmemiş yumurtalar verirmiş. Yavrular önce yumurtaları, sonra da annelerini yemeye başlarlarmış ve haftalar sonra anne eriyip bitermiş. Benzetmek gibi olmasın ama siz de hiç eleştiri yapmayıp her şeyi kabullenmekle bağlı olduğunuz siyasi organizasyonun çatlamasını ve eriyip yok olmasını hızlandırıyorsunuz. Garip olan ise bunun farkında bile değilsiniz.

Bu iyiliğimi de unutmayın ve kibir kumkuması olmayın. Zira Cenab-ı Allah Zümer Suresi 60. Ayet’te şöyle buyuruyor: “Kibirlenenler için Cehennem’de yer mi yok?” Partili Cumhurbaşkanlığı gibi dikiş tutmayacağı ortada olan ve adil olmaktan uzak bir sistemden güçlü demokrasiyi hedefleyen güçlü bir Parlamenter Sistem’e geçilmesi için gayret gösterin.  Olur mu?

Ve Milliyetçi, Ülkücü Arkadaşım, Kardeşim; Sen!

Yukarıdaki muhataplarım geneldi ve nasibi olan herkese yapılan bir hitaptı. Sen benim için özelsin ve biliyorum ki sen “Harama el uzatmayan, asla kul hakkı yemeyen, tabir yerinde ise yolda yürürken karıncaları bile incitmemek için bastığı yere dikkat eden, lükse, israfa dalmayan, şatafatta asla gözü olmayan, komşuları, arkadaşları ile iyi geçinen dürüst, ahlâklı, namusluluk” özelliklerini herkesten daha çok taşıyorsun. Devletimizin ve milletimizin bekasını yegâne düşünen, bu uğurda nice canlarını toprağa veren ve yine de vermeye hazır olan sen hele iyi düşün bakalım; siyasilerin oyununa geldin mi gelmedin mi? Elindeki en büyük silahın fikrin ve davan iken fikrini sakladın, davanı adeta kurban ettin. Fedakârsın, cefakârsın, çilekeşsin… Sen, “Vatanım! Ha ekmeğini yemişim ha uğruna kurşun” diyerek vatanın milletin uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidensin ve biliyorum ki yine gidersin. Ancak bir atalet, bir yorgunluk, bir bezginlik görüyorum. Hepsinden öte bitmek tükenmek bilmeyen, bitip tükeneceği de olmayan bir oyun oynanıyor üzerinde. Eminim ki seni sindirmeye çalışıyorlar. Bunu hem de öyle ustaca ve seni can evinden vurarak yapıyorlar ki!..

İktidar baştan beri gerginlik politikası güderek kendi mağduriyetini oluşturuyor, sonra da onu gidermek için manevralara başlıyordu. Adı “Çözüm” kendisi “Çözümsüzlük” olan süreci, Habur’da davul zurna ile karşılanıp kurulan çadır mahkemesinde aklanan teröristleri, Irak’tan Suriye’ye geçirilip bir de kebap ısmarlanan Peşmergeleri, verilen talimatla Güneydoğu illerimizde teröristlerin cirit atmalarına seyirci kalınmasını unutup oltaya takılan balıklar misali ortaya atılan “beka” meselesine tutunuverdin. Haksız mıyım?

Bunu yaparken “Milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasını”, “Fatiha bilmezler” hakaretini, liderine yaftalanan “Aileden ve çocuktan ne anlar” iftirasını bile sineye çektin. T.C tabelaları indirilirken, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözleri çöpe atılırken, okullarda okunan Andımız kaldırılırken kızmış, öfkelenmiş, hepsinin yerli yerine konacağına söz vermiştin. Ne oldu? Unuttun mu? Unutturdular mı?  Yoksa sineye mi çektin? Onlar olmadan, çocuklarımız milli şuura ermeden “beka” gelir mi, olur mu? Kırk yıllık kani misali tam kırk yıl sana küfredip davana, Türklüğüne hakaret edenlerin referandum ve seçimler öncesinde bir anda Başbuğ’un kabrini “Seçim Türbesi”ne çevirerek ellerindeki ıbrık ve çiçeklerle ziyaret etmelerine mi aldandın? Sen böyle değildin be aslanım, ne oldu sana?

“Bin cihana değişmem şu öksüz Türklüğümü” diye gümbür gümbür şarkılar, marşlar söylüyordun bir zamanlar. Yine de söylüyorsun ama o aşk, o şevk, o içtenlik yok; sesin cılız çıkıyor. Atsız Koca’nın, Başbuğ Türkeş’in kemikleri sızlıyor be kardeşim; kendine gel, kendin ol artık! Türkiye’nin kalkınması, Başbuğ’un işaret ettiği gibi “Çağlar üzerinden sıçraması” için planların, projelerin, bir ideolojin vardı hani?

 9 Işık ne oldu? Nerede Tarım Kentleri, nerede Milliyetçi Sanayi Sistemi, nerede Ensdüstricilik ve Teknikçilik, nerede Ahlâkçılık ve nerede “Kendi kendine yeten yüz milyonluk Milliyetçi Türkiye” ideali? Milliyetçilik, Ülkücülük yalnızca lafta kalacak değerler mi idi? Kendimizi siygaya çekip yine kendimizle hesaplaşmak erdemliliktir. Hatayı hep başkalarında aramak ise insana yakışmayan bir tavırdır ve doğru değildir. 9 Işığın huzmelerinden biri de “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik”tir. Orada belirtilir ki, 9 Işık Doktrini “İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini, toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder!” Fikrini ortaya koyup uygulayamayan bir oluşum, bir siyaset kendisini rehber edinip yolunda gidenlerin şahsiyetlerini de köreltmez mi, köreltmiyor mu?

Yapısı, yani tabiatı itibariyle adil olması mümkün olmayan sistem değişikliğine, ayrıca yukarıda saydığım ve sayamadığım pek çok yanlışa alet edildiğin aşikâr. Dolayısıyla sen de suçlusun, vebalin büyük amma aslında böyle değildin be yiğidim. Sahi, titreyip kendine dönecek misin? Bizler, yaşını başını almış “eskiler” olarak  “Yiğitler silkinip ata binince derelerde bozkurtlara ün olur” diye türküler söyleyip teselli bulmaya çalışıyoruz da; bekleyelim mi? Gelecek misin? “Partili Cumhurbaşkanlığı” gibi dikiş tutmayan ve ayrışmayı körükleyen sistemden Güçlü, Demokratik Parlamenter Sistem’e geçiş için adımlar atacaksan zaten arkanda koca koca adamlar, tecrübe sahibi büyüklerin var. Yukarıda “Annelerini yiyen bir örümcek türünden” bahsetmiştim. “Annelerini yiyen yaratıklar” olduğu gibi “Anneleri tarafından yenen” ya da “Kendi kendilerini yiyenler” de var. Seni bunlardan birine benzetmek istemiyorum ama durum kötüye gidiyor be ülküdaşım. Lütfen dikkat et ve kendine gel, kendin ol artık, lütfen!

                                                           ***

 Hangi mahalleden, hangi görüşten, hangi siyasi partiden olursa olsun iyi niyetlerinden asla şüphe etmediğim dostlar, arkadaşlar, akrabalar, bilmediğim insanlar ve artık yaş ve tecrübe itibariyle bir “Ağabeyleri” durumunda olduğum ülküdaşlar! Meşhur meseldir ki “Dost acı söyler ama doğruyu söyler!”  

Güzel günlerde buluşmak ve “Geleceğimizin teminatı” diye övündüğümüz çocuklarımıza, torunlarımıza daha güçlü, güvenli, huzurlu bir Türkiye bırakmak dileğiyle