Siz hiç bir şey yokmuş gibi sessiz kalmaya devam ettikçe, bizleri yönetenlerin, arsızlıkta ve yüzsüzlükte sınır tanımayan kararların altına imzalar attıklarını göreceksiniz. Küçük çocukların bile anlam veremedikleri şekilde saçma kahramanlık hikayeleri anlatmalarına şahit olmaya devam edeceksiniz.

2000 yılı sonrasında, iktidara yakın siyasilerin aldıkları akademik unvanların, 1990 yılı sonrası alınmış ehliyetler gibi tekrar gözden geçirilmesi elzemdir. Köy derneklerinin üyelik kartları gibi dağıtılan akademik unvanların, yaşanan üniversite enflasyonu ile doğru orantılı bir şekilde, iktidara yakın siyasilere alternatif bir iş kapısı amacıyla verildiğini sürekli dile getirdik. Arada doğru insanlar da hakettikleri unvanları aldılar ama bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir değil mi?

İşte bu profesörlerden birisi; "Kurtuluş Savaşı'nda yedi düvel ile savaşmadık. Sadece Yunanistan ve yer yer Fransa ile savaştık" demiş. Sonra bu profesöre cevap veren bazı profesörler de, "yedi değil sekiz düvel ile savaştık" demişler. Bu tartışmayı yapan, güzel ülkemin Tarih Profesörlüğü akademik unvanıyla ödüllendirilmiş okumuş cahilleri, o tamlamanın yed-i düvel olduğundan bihaber, yed kelimesi ile onu tamlama yapan -i harfini bir zannediyor ve yedi diyor. Bu insanların yetiştirdikleri insanlar, yarın televizyonlarda boy verip, kendileri gibi cahil soy verecekler. 

Adalet ve eğitimin siyasileştiği devletler yok olmuşlardır. Bunlardan sadece Almanya çok çabuk toparlanıp doğru yola girerek yok olmaktan kurtulmuştur. Mübarek, Kaddafi ve Saddam örnekleri ile Tunus'ta Benali ailelerinin yaşadıklarını unutan iktidar ailesinin hala devam eden keyfi hareketleriyle, yazımın başında da belirttiğim gibi, bunları görüp hiç bir şey yokmuş gibi davranan milleti izleyince aklıma çoğunuzun bildiği bir hikaye geldi. Kısaca anlatayım sizlere. Eskiden Çin'de idam mahkumların son gecelerini beraber geçirmelerine ve eğlenmelerine müsade edilirmiş. İdam mahkumları sabahın ilk saatlerine kadar prinç rakılarını içer, cellatlarıyla beraber eğlenirlermiş. Sabahın ilk ışıklarıyla ansızın cellatlar palalarını çeker ve mahkumların kellerini vücutlarından ayırırlarmış. Bir gün yine sabah olmuş ama hiç bir şey olmamış. Mahkumun biri, "ne oldu, neden hiç bir şey yapmadınız" diye sormuş. Cellat, "sen öyle zannet" demiş ve kanlı palasını göstererek, "ben çok hızlıyım. Ayağa kalkmaya çalışınca kafan kucağına düşecek" demiş.

Adalet elden gitti, hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Eğitim elden gitti, hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Maaşlarınız enflasyon karşısında eritildi, hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Dolaylı vergilerle, devlet cebinizde ne varsa aldı, hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Askerimiz gereksiz yere Suriye'ye, Libya'ya gönderildi, hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Askerin başına çuval geçirilişini unuttunuz, çuval geçiren komutanı burada ağırladınız. 15 Temmuz gecesi, bu ülkenin ordusu itibarsızlaştırıldı, yine hiç bir şey olmamış gibi davrandınız. Yani; kelleniz aslında gitti, sadece ayağa kalkmaya gayret etmeniz gerekiyor anlamanız için.

Hülasa, bu dakikadan sonra kimse ilerleme beklemesin. Hele-hele kurtuluş, direniş ve 80 öncesi İslamcıların örgüt ismini alan akıncı gibi dizilerle hiç olmaz! En kısa zamanda en dibe ulaşmaktan başka çaremiz yoktur. En dibe varacağız ve sonrasında kaybettiğimiz tüm değerleri geri kazanacağız. "Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet ve Adalet" diye haykıracağız.