KIBRIS MİLLİ DAVAMIZDA BUGÜNLERE NASIL GELDİK?

2008 yılında adada çözümü öngören AB-Rum-Yunan üçlüsünün adadaki bu siyasi kuşatmasının, Türkiye’ye yapılan ’Kıbrıs Konusunu Çöz’ baskısının tek bir hedefi vardı!

Bu stratejik adanın Türk Milleti’nin elinden çeke, çeke alınması…

Tıpkı Girit’te olduğu gibi!

Rum/Yunan ikilisinin ardındaki emperyalist güçler, türlü oyunlarla adayı el geçirmenin peşindeydiler, bunun için hiç acele etmeyeceklerdi!

Onlar şunu ümit etmekteydiler!

Şu anda K.K.T.C’deki Türkiye’deki yönetimler, Kıbrıs konusunda pek çok tavizler verdiler! Bu tavizlere nasıl olsa bir yenisini daha ekleyeceklerdir! Türkiye’nin AB’ne girişi uğruna bu yıl Kıbrıs Konusu mutlaka çözülecektir!

Ama unuttukları, göz ardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardı!

Kıbrıs Milli Davamızı Türk’ün şanına, gururuna, onuruna yakışan bir biçimde savunarak, yepyeni bir Türk Devleti yaratan Yüce Türk Milleti, bu mücadelenin kahramanı Kıbrıs Türk Halkı; bu gerçeği kanıyla, canıyla ödeyerek tarih sayfalarına yazmışlardı.

Bu tarihi gerçeği, Kıbrıs Türk Halkının adadaki hak ve hukukunu yok sayarak, K.K.T.C Devletini ortadan kaldırmanın peşinde olanlar, göndere çekilmiş ay yıldızlı şanlı bayraklarımızı oradan indireceğini sananlar; bunun bedelinin ne demek olduğunu da öngörebilmişler miydi?

Bu önemli süreçte esas olan:

Kıbrıs Türk Halkının gururu devlet, onuru bayrak, yemini ise vatanını korumak olmalıydı…

Çözümün adına ister Federasyon, ister Konfederasyon, isterse Birleşik Kıbrıs densin! Ne fark ederdi ki?

Önemli olan Kıbrıs Türk’ünün ne söyleyeceği idi…

Rum’un evet diyeceği, onunla kol, kola yol arkadaşlığı yapan kimi siyasetçilerimizin çözüm adına ortaya koyacakları teslimiyet metnine Kıbrıs Türk’ünün nasıl bir yanıt vereceği önemliydi.

2004 Annan Planının hedeflediği;

‘’Birleşik Kıbrıs senaryosuyla’’, adadaki tarihsel ve hukuksal kazanımları giderek aşınan, milli dava zeminini kaybetmiş gibi gösterilen Kıbrıs Türk Halkı; buna razı mıydı?

Bugün Kıbrıs Milli Davamızda gelinen noktada, adadaki varlığımızın simgesi olan K.K.T.C Devletinin ortadan kaldırılması için Rum-Yunan ikilisinin yönlendirdiği, ABD-İngiltere-AB üçlüsünün uygulamaya koyduğu mutlak çözüm stratejisi, 2008 yılında da sahnelenmişti!

Çözüm’ün stratejistleri; yeni Rum lideri Hristofyas ile Onun fikirdaşı M.A.Talat’tı…

Çözümün ana stratejisi; uluslararası camianın yasal hükümet olarak tanıdığı sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasasında yapılacak tadilatla ortaya çıkacak federal bir sistemdi.

Çözümün hedefinde tek millet, tek egemenlik, tek kimlik vardı! Yani Kıbrıslılık!

Bu hedefin ana amacı; adada mevcut Türk Askerinden, Türkiye’nin Garantörlük hakkından kurtulmaktı.

K.K.T.C’yi illegal ilan ederek ‘Türkiye’yi, Türk Askerini’ işgalcilikle suçlayanlara, Rum Hükümetini gayrı yasal bir uygulamayla AB’ne üye yapanlara verilecek bir cevap; bütün bu teslimiyetlere sesini çıkartmadan biat edenlere de, Türk Milletine soracağı sorular olmalıydı!

Özellikle 17 Aralık 2004 tarihinde AB ile başlayan müzakereler sürecinde, Türkiye’deki yetkililer, neredeyse Kıbrıs konusunu günlük siyasi söylemlerinin odağına oturtmuştu…

AB ile yürütülen o yoğun müzakereler döneminde Kıbrıs konusunda herkese ders veren T.C Başbakanı’nın, Türkiye’de yapılan 22 Temmuz 2007 milletvekili seçimlerinden sonra, konuyla ilgili olarak, sanki Kıbrıs’ta hiç bir şey yaşanmamış gibi davranması; yeni seçilen Rum liderinin milli davamızla ilgili yapmış olduğu açıklamalarda: Türkiye’yi, Türk Askerini Kıbrıs’ta işgalci suçlamalarına bir tek cümleyle de olsa yanıt vermemesi üzüntü vericiydi!

Başbakan Erdoğan’ın bu gibi hassas konularda, hitabet yeteneğini devreye sokarak Rum-Yunan ikilisine iyi bir yanıt vermesi çok beklenmişti ancak beklendiği gibi olmadı…

Ama benzeri suçlamaları yapan eski Rum Lideri Papadopulos’u Türkiye’ye kahve içmeye davet eden, AB’ye davet edildiği dönemlerde Rum liderini AB toplantılarında muhatap alarak konuşmakta bir

sakınca görmeyen Başbakan Erdoğan’ın; 2008 yılında Kıbrıs’ta çözümün hedeflendiği böylesi bir ortamda sessizliği tercih etmesi, AB’ye uyum adına izlenen politikaların bir parçası da olabilirdi…

Kıbrıs Milli Davamızın millik zeminindeki en önemli kayıp; 23 Mayıs 2008 Tarihinde Talat- Hristofyas ikilisinin yapmış olduğu ‘’Ortak Vizyon ‘’ açıklaması ile yaşanmıştır!

Bu ortak açıklama, sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin devam edeceği yönünde kamuoyuna duyurulan en belirgin, en çarpıcı açıklamadır!

Hemen akabinde Rum ve İngiliz’in birlikte imzaladığı Memorandum; Kıbrıs Türk Halkının, AB’ye hukuk dışı yollarla üye yapılan sözde Kıbrıs Rum Cumhuriyetine yama yapılmasının teyidinden başka bir şey olmayacaktı!

1960 anlaşmaları gereğince kurulan, hala bu anlaşma hükümlerine göre var olduğu savunulan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantör ülkesinden birisi Türkiye’nin, bu gelişmeler yaşanırken sessiz kalması nasıl kabul edilebilirdi?

Kıbrıs Türk Halkının, Türkiye’nin ata yadigârı bu topraklardaki hak ve hukukunu uluslararası arenada kim savunacaktı?

İngiltere’nin bu densizliğine neden bir yanıt verilmemişti?

Fransa’nın Rum hükümeti ile imzalamış olduğu askeri ve stratejik ortaklık anlaşması, Güney Rum kesiminde Fransız donanmasına üs verilmesi neden konuşulmazdı?

Kıbrıs’taki tarihi ve yasal haklarımızın adeta göz ardı edilir noktaya gelişi; AB ile müzakerelerde yaşanabilecek kazaların önlenmesi için miydi?

O dönemde; K.K.T.C’yi yönetenler adına görüşmeci sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı M.A.Talat, 23 Mayısta 2008 Tarihinde Rum lideriyle birlikte açıkladıkları K.K.T.C’nin yok oluşu demek olan ortak vizyonda yazılı metne göre: K.K.T.C Devletini, Kıbrıs Türk Halkını bekleyen tehlike oldukça büyüktü..!

Kıbrıs’ta AB zemininde oynanan oyun, yıllar önce Girit’te de yaşanmış; sonuçta ata yadigârı Girit adası elimizden kayıp gitmişti…

Bir zamanlar ‘’Ne var canım Kıbrıs’tan bir karış toprak mı verdik? ’’ Diyenlere sormak gerekiyordu:

Evet, Kıbrıs’tan bir karış toprak vermemiştik, ada olduğu yerde duruyordu. Ama şu anda Girit adasında Yunan bayrağı dalgalanıyordu!

Kıbrıs Milli Davamızda o süreçten bugüne bakıldığında: 2008 sürecinde ne yaşanırsa yaşansın; Türkiye’nin ve yönetenlerinin, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının ada üzerindeki hak ve hukuku savunulmaya, K.K.T.C’ye yatırımlar devam etmekte, adada yaşayan kardeşlerimize her türlü destek verilmektedir.

Ancak bilinen odur ki! Annan planı referandumu sonrasında Türk Milletine büyük bir oyun oynanmış, Rum’lar uluslararası hukuk kuralları altüst edilerek AB’ye üye yapılmış; böylece Enosis’e giden yolda önemli bir başarı kazanmışlardı…

Unutulmasın ki!

GKRY, eğer‘’Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyetini’’ kabul ettirecek olurlarsa; 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının rövanşını da almış olacaktır!

Tarihte savaş meydanlarından zaferle dönen ama savaş sonrası yapılan masa başı müzakerelerde oynanan oyunlarla, çoğunlukla kazandıklarını kaybeden olarak anılan bizler; bu defa bu beklentileri boşa çıkarmalıyız.

İnancım odur ki;

50 yıldır Kıbrıs’ta ki varlığımızın milli dava olarak görüldüğü, Lozan’da Türk Yunan dengesinin simgesi olan ata yadigârı bu toprakların kaybedilmesine ne Türk Milleti, ne de Kıbrıs Türk Halkı müsaade etmeyecektir.

2004 yılında adada sahneye koyulan Bizans oyunu, bugün de aynen devam etmektedir!

2008 yılını çözüm yılı ilan edenler, 2016 yılını da çözüm yılı ilan ettiler!

Yıllardan beri yapılan müzakereler, çözüme giden yolda benzer açıklamalarla, içi boş umutlar pompalayan ilanlarla; Kıbrıs’ta bir çözüm bulunur mu sizce?

 

Atilla Çilingir www.atillacilingir.com www.biyografi.info/kisi-atillacilingir