Birkaç gün evvel Güney Kıbrıs’ı ziyâret eden Yunanistan'ın târih bilmez yeni Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Ada’nın Türkler tarafından işgal edildiğini söyledi.

Kıbrıs adının, kına çiçeğinden geldiği söylenir. Akdeniz’in ortasında herkesin sâhip olmak istediği nazlı bir çiçek gibidir. Târih boyunca sratejik önemi sebebiyle birçok devletin hedefi oldu. Mısırlılardan Hititlere, Asurlulardan Araplara kadar birçok medeniyetin hâkimiyetine girdi ama hiçbir zaman Yunanlıların siyâsî hâkimiyetine girmedi.

Bugünki Kıbrıs sorunun temeli, 395’de Roma’nın ikiye ayrılmasına dayanır. Kıbrıs, Doğu Roma’da, yâni Bizans’da kaldı ve resmî dil Rumca oldu. Bizans imparatoru, 488’de, Kıbrıs Ortodoks kilisesinin bağımsızlığını tanıdı. Ada’da fazla Rum olmamasına rağmen Rumlaşmaya başladı. Kıbrıs ile Helenizm arasındaki bağ, aslında bundan ibârettir.

Kıbrıs, Osmanlı Devleti tarafından 1571’de fethedilmeden önce Venedik korsanlarının hâkimiyetine girmiş bir sömürgeydi. Vergiler ağırdı. Halkın inançlarına saygı yoktu. Sürgün edilen Ortodoks Başpiskopos, İçel Beyi aracılığıyla Sultan II. Selim Han’dan adanın fethedilmesini istedi. Fener Rum Patriği de Ortodoks teb’aya haber göndererek direnmemelerini istedi. Nitekim, Rumlar fetih esnâsında, Osmanlı askerlerine yardım ettiler. Kıbrıs, elli bin şehit verilerek fethedildi.

Fetih için başka nedenler de vardı elbette. Kıbrıs, Suriye ve Anadolu topraklarına çok yakındı. Venedikliler, Doğu Akdeniz ticâretine zarar veriyorlardı. Kuzey Afrika’nın güvenliği için Kıbrıs’ı ele geçirmek lâzımdı.

SELİMİYE ve KIBRIS

Rivâyete göre 2. Selim Han, rüyâsında Peygamberimizi (S.A.V) gördü. Peygamberimiz Kıbrıs’ın fethi hâtırası için Edirne’de bir câmi yaptırmasını istedi. Böylece Selimiye’nin inşaatı başladı.

Selimiye’nin inşaatı 1568’de başladı. Kıbrıs’ın fethi ise 1571. Yâni inşaat, daha önce başlamış. Buna dayanarak rüyânın gerçek olmadığını iddiâ edenler var. Sultan’ın rüyâyı ne zaman gördüğü bilinmiyor. Belki fetih ve câmiyi aynı anda gördü; önce câmi inşaatına başladı.

CANBULAT BEY

Magosa Kalesi’ni tutan Venediklilerin zâlim bir “ölüm çarkı” vardı. Kale kapısında olan bu çark, her girenin başını kesiyordu. Kilis kuvvetleri beylerinden Canbulat Bey, kale kapısına yaklaşarak “Allah’ın izniyle bu kapıdan gireceğim.” dedi. Eline sancak alarak kaleden içeri girdi. Girer girmez başı gövdesinden ayrıldı. Canbulat Bey, yere düşen başına aldırmadan ilerledi. Bu hâl karşısında dehşete kapılan Venedikliler, çarkı çeviremedi ve İslâm askerleri, kaleyi fethetti.

HUZUR ASIRLARI / OSMANLI ADÂLETİ

Elli bin şehit verilerek alınan Kıbrıs’a, fetihten sonra binlerce Müslüman Türk âilesi yerleştirildi. Meslek sâhipleri, düzenli bir dağılım ile çalışmaya başladılar. Kıbrıs’da, idârî teşkilat kuruldu. Beylerbeylik yapılarak Akdeniz kıyısındaki sancaklar, buraya bağlandı. Kıbrıs hukukî, idârî, ekonomik ve kültürel bir refaha kavuştu. Vakıf sistemi uygulandı. Köprü, câmi, çeşme ve yol yapıldı. Venediklilerin halka yüklediği ağır vergiler kaldırıldı. Halk, toprak sâhibi oldu. Osmanlı Devleti, Ortodoks kilisesine geniş yetkiler tanındı. 1754’de Kıbrıs piskoposları, Ada Hristiyanlarının resmî temsilcisi oldu. Rumlar, Osmanlı’nın gelmesiyle asırlardan beri hasretini çektikleri huzûra kavuştular. Ta ki 1831 Yunan isyânına kadar.

İLK İSYAN

Kıbrıs’da Osmanlı Devleti’ne karşı ilk isyân, 1821‘deki Yunan İsyanı ile başladı. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi, Megalo İdea hayâliyle Rumları kışkırttı. Bu isyan, elebaşları olan başpiskopos ile kilisenin diğer önde gelenlerinin ele geçirilmesiyle bastırıldı. Ancak, Kıbrıs’daki Osmanlı otoritesi sarsıldı. Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, Kıbrıs’daki Hristiyanlara Yunan uyruğuna geçme hakkı tanıdı. Bu hakla birlikte, başta kilise olmak üzere adanın güçlü Hristiyan unsurları, kendilerini Yunanistanla özdeşleştirmeye başladı.

Sâdece Hristiyanlar değil, merkezî otoritenin zayıflaması sonucu yönetimden ve vergilerden bunalan Müslüman halk da isyan etmeye başladı.

Kıbrıs, 1878 Berlin Kongresi’nde alınan bir kararla İngilizlere kirâlandı. Sultan Abdülhamid Han, “hukûk-ı şâhâneme asla halel gelmeye” diyerek anlaşmayı imzâladı. Kıbrıs, uzun yıllar İngiliz hâkimiyetinde kaldı. “hukûk-ı şâhâne”, yâni “Türk devletinin hakları” üzerinde Lozan’da hak iddiâ edilmese de uzun yıllar sonra 1958’de Fatin Rüştü Zorlu sâyesinde, “garantörlük hakkı”na dönüştü. Bu hak sâyesinde, 1974’de, “Kıbrıs bizim!” dedik.

GÜMÜŞ TAS

Bir Türk kızı, Beşparmak Dağları’nın güneyindeki Değirmenlik Köyü pınarından su içerken bir gümüş tas bulur. Bu tasın nereden geldiği anlaşılmaz. Sonradan öğrenilir ki Toroslarda bir güzelin suya kaptırdığı gümüş tas, yerin ve denizin altından Kıbrıs’a ulaşmıştır.

İşte târih…. İşte rüyâ… İşte efsâne….

Selimiye’nin ezanları, Kıbrıs şehîdleri ve Toroslar’dan Beşparmaklar’a akan sular şâhittir ki Kıbrıs bizimdir!