
HUKUK VE KEYFİLİK
17 Aralık’tan beri Türkiye adım,adım Hukuk devletinden uzaklaşıyor.Çıkarılan yasaların çoğu hukuk adına hukuku baypas etme amacı taşıyor.Başbakan’ın hoşuna gitmeyen mahkeme kararlarına yönelik eleştirileri,aşağılamaları hatta tehditleri yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmaya matuf bilinçli çıkışlardı. Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulmasıyla yargı bağımsızlığına son darbe vuruldu. Anayasa’nın teminat altına aldığı kuvvetler ayrılığından, fiilen kuvvetlerin birliğine geçildi.Yargı,yürütme ve icra tek kişinin iradesine teslim edildi.
Yapılan düzenlemelerin çoğu Türkiye’nin altına imza koyduğu uluslararası sözleşmelere aykırı. Bunların başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi geliyor. AİHS’in 6. maddesi Adil Yargılanma Hakkını düzenliyor.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Adil Yargılanma Hakkını yorumlarken mahkemelerin bağımsızlık ve tarafsızlığını bir arada ele alıyor.En önemli kriterlerden biri, bir Yargı merciinin oluşturulma biçimidir. Şayet bir mahkeme veya Yargı yeri sırf belli bir grubu cezalandırmak için oluşturulmuşsa bunu Adil Yargılama Hakkının ihlali olarak görüyor. Sulh Ceza Hakimliklerinin bugün paralel diye lanse edilen grubu cezalandırmak için oluşturulduğu ortada.Bu durumun AİHM içtihatlarına aykırı olduğuna şüphe yok. Bir diğer ölçüt de mahkemenin tarafsızlığından kuşkuya düşmeyi gerektirecek haklı ve güçlü belirtilerin olmasıdır.AİHM Fransa ile ilgili bir kararında, üçüncü bir kişiye ırkçı olduğunu söyleyen bir hakimin içinde yer aldığı mahkemenin bir siyahi hakkında verdiği kararın adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir. Sosyal medya’da Başbakan’a övgüler düzen hakimlerin içinde olduğu mahkeme kararlarının da aynı yönde değerlendirileceğini söyleyebiliriz.Çünkü polislerle ilgili davaların tarafı doğrudan doğruya iktidar ve onun başındaki Başbakan’dır. Göz altıların sebebi Polislerin hükümet içinde rüşvet aldığı iddia edilen kişilere karşı yaptığı operasyondur. Davanın taraflarından birine sosyal medya’da övgüler dizen bir hakimin yansız olamayacağı bir bedahettir.
Yargıyı tartışmaların odağından almanın yolu,Anayasa ve uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş evrensel hukuk kurallarına uymaktan geçmektedir.Suça ve suçluya göre kurulan mahkemeler hem yargıya güveni zedelemekte hem de yargı kararlarını tartışılır hale getirmektedir. Kararların tartışılır olması suçlu ile suçsuz olanın da karışmasına yol açmakta, adeta paralel yargıların oluşmasına sebep olmaktadır.Zira kural dışına çıkılması,bazıları için mahkeme kararlarının yok sayılması sonucunu doğurmaktadır. Adil bir mahkemede yargılansaydılar böyle olmazdı, kanaati böyle bir algının yaygınlaşmasının sonucudur. 17 Aralık’tan sonra Hukuka kurallar değil, kuralsızlık hakim olmaya başladı.Bir hakimin Paşa gönlüm bilir şeklindeki beyanı yargılama sürecine keyfiliğin nasıl hakim olmaya başladığının göstergesidir.Halbuki hukukta keyfilik yoktur, keyfiliğin olduğu yerde de zaten hukuk yoktur. Yapılması gereken sipariş mahkemelere sipariş davalar açtırmak değildir. Herkesin aynı şartlar altında yargılandığı, keyfiliğin olmadığı, doğal hakim ilkesinin zedelenmediği,yargı bağımsızlığının teminat altına alındığı zeminin kurulmasıdır.Bir ülkede benim hakimim,onun mahkemesi söylemi başladı mı artık o ülkede hukuk yoktur.Bunun sonucu mülkün yani devletin temelsiz kalması, düzenin yerini kaos ve karmaşanın almasıdır. Hukuk devleti olacaksak 17 Aralık’ı da 25 Aralık’ı da,Selam Tevhit örgütünü de ,gerçekten varsa paralel yapılanmaları da KCK dan başlayarak yargı önüne getirebilmektir. Başkalarını suçlayarak,medya gücüyle darbe algıları oluşturarak kimse kendi kendini aklayamaz.Yargıdan kaçmak bir kurtuluş yolu değildir,aksine iyice batağa saplanmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.