Çok tuhaf ve oldukça anlamsız görülen bir başlık atmışım değil mi?  Gelin görün ki yıllardan beri hemen her gün yaşadığımız ya da şahit olduğumuz, duyduğumuz olaylar, onlarla ilgili olarak aldığımız notlar sonucu böyle bir başlık ortaya çıktı.

Önce Müslümanların para ve mala olan meyillerinden bahsedelim derken arkadaşımız Prof. Dr. Cemal Kurnaz’ın bir paylaşımını gördüm:

“Dinarlaşmak! Bir yazıda gördüm; dizgi hatası. Dindarlaşmak kelimesi böyle yazılmış. Yanlışın “Doğru”, doğrunun “Yanlış” olmasına acı acı gülelim mi?”

Dizgi hatası, sürçü lisan ya da bir muziplik… Her ne olursa olsun tam da günümüzdeki “bir elleri yağda bir elleri balda umurlarında mı dünya” misali Müslümanların durumunu özetleyen bir kelime! “Dinar” malum, Arap ülkelerinde kullanılan para birimi. Gerçi günümüzde dolar ve euro milyarderleri daha revaçta ama olsun; para paradır da “Dinar” derken hatıralar canlanıverdi.

2008 yılında, böyle tarumar olmadan önce bir tur organizesi ile Suriye’ye gitmiştik. Şam’da, Muhiddin-i Arabi’nin türbesi ziyaret edilirken rehberimiz, O’nun kerametlerini anlatırken şunları söyledi:

“Muhiddin-i Arabi Şam’a geldiğinde insanların dinden uzaklaştıklarını görüp üzülüyor.  Rivayete göre vaazları, sohbetleri kâr etmeyince bir ara kızıp ayağını toprağa vuruyor ve şunları söylüyor:

“- Sizin dininiz dinarınız olmuş (Allah’ı unutmuşsunuz da dininiz altın ve para olmuş). Taptıklarınız işte şu ayağımın altındadır! 

 Dinleyenlerin hiçbir şey anlamadıklarını fark edince de sözlerini şöyle bağlıyor:

 “- Sin   Şın’a girdiği zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız!” 

Gaflet içindeki insanlar yine bir şey anlamamışlar ve bildikleri gibi yaşamaya devam etmişler. Ta ki, 1517 yılında, Arapça “Sin”le başlayan Selim (Yavuz Sultan) Arapça “Şın”la başlayan Şam’a girdiği zamana kadar!

Muhiddin-i Arabî’nin dediklerinden haberdar olan Yavuz Sultan Selim, merak edip O’nun ayağını vurduğu yeri kazdırmış. Ortaya bir küp dolusu altın çıkınca her şey anlaşılmış!”

Şöyle ya da böyle; para ve mal her devirde insanları cezbeden, şımartan, hatta dinden çıkaran bir unsur olagelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de insanların sınanma yollarından birinin de mal ve para ile olacağı açıkça belirtilmiştir:

“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz…” (A’l-i İmran Suresi, Ayet 186)

Günümüzde maalesef kendilerine sağlanan çeşitli imkanlarla zengin olup şımaran, geçmişini unutan, insanlara tepeden bakan, gurur ve kibire kapılan ama Müslümanlığı da kimseye bırakmayan insanlar türedi. Sosyal medya hesaplarında da bu konunun sık sık espri ya da alay konusu olduğunu görüyoruz. İşte biri:

“Hacı Murat arabalarınıza, Serçelerinize ‘Mülk Allah’ındır’ diye yazıyordunuz da şimdi bindiğiniz jeeplere, malikanelere niye yazmıyorsunuz?”

Yalnız bu değil tabii… Fakirlik dönemlerinde “İsraf haramdır” diyen, kıt kanaat geçinen insanlar bir şekilde para ve mala kavuşunca tabir yerinde ise lüksün, israfın, şatafatın “dibine” vuruyorlar ve fakirlik döneminde bildikleri ayeti görmezden, duymazdan, bilmezden geliyorlar. Kibir ve gururları tavan yapıyor. Bir de “İtibardan tasarruf olmaz” balonu uçuruyorlar ki sormayın!

Madem ki Müslümanlığı kimseye bırakmıyorsunuz o halde Kur’an-ı Kerim’e bakacaksınız:

“Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz!” (A’raf Suresi, Ayet 31)

“Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” (İsra Suresi, Ayet 37)

“Kibirlenenler için Cehennem’de yer mi yok?” (Zümer Suresi, Ayet 60)

Yalancılık ise özellikle siyasiler arasında sabah söylediğini akşam inkâr etme, kitabına uydurma oldukça yaygın durumda. Oysa yalancılıkla İslamiyet de bağdaşmıyor:

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler.” (En'am Suresi, Ayet 116)

Bu ayet tam da siyasetçileri tarif ediyor değil mi? Örnek vermeye kalksak başımız belaya girer. Söylediğini “söylemedim” diyenler, karşı taraftakilere küfürden beter laflar edenler, uyuşturucu mafyaları ile, rüşvetçilerle resimleri yayınlanmasına rağmen “Hiç işim olmaz”, “Görmedim, hiçbir yerde bir araya gelmedim” diyenler, “Bilmem kimden bilmem ne kadar para alan var” deyip yan çizenler ve daha neler neler…

Siyaset ne yazık ki hiç bulaşmaması gereken hukuk sistemine de etki ediyor ve adeta “Dost Ceza Hukuku”, “Düşman Ceza Hukuku” diye iki ayrı sistem uygulanıyor. Bir yanda attığı bir teweet, yaptığı bir şaka yüzünden -kaçma şüphesi ve delil karartma ihtimali de yokken- tutuklananlar, öbür tarafta 6 yaşında bir sabi kızın alet edildiği son iğrenç, ahlak dışı kanunsuz olayla ilgili uygulama. Bu son olay kamuoyunda infial uyandırmasına, kin ve nefret saçılmasına sebep olmasına rağmen tutuklama yok ve dava ileri bir tarihe erteleniyor. Hal böyle olunca, daha bu iğrenç olay ortalığı kasıp kavururken 10 Aralık 2021 günü İstanbul’un ortasında hem de bir düğün salonunda açıktan, 15 yaşındaki bir kız çocuğuna düğün yapıp evlendirmeye kalkıyorlar. Olayı görüntüleyip haber yapmaya çalışan Sohow TV muhabirleri de linç edilmekten polis müdahalesi ile yaralı olarak kurtarılıyorlar.

 Ey siyasi irade, ey iktidar! Bu insanlar göz göre göre bu kanunsuzlukları, ahlaksızlıkları nasıl yapabiliyorlar? Kanun, nizam, intizam nasıl sağlanacak ve kaç masum kızın canı daha yanacak?

Ve ey bu olup bitenleri görmezden gelen, duyarsız kalan, her işe siyasi olarak bakan insanlar, dostlar, arkadaşlar, size de sesleniyorum.

Her şey ortada ama buna rağmen 6 yaşından 20 küsur yaşına kadar zulüm gören, tacize, tecavüze uğrayan mağdurenin ifadeleri savcılık kayıtlarında olduğu halde suçluyu değil durumu kamuoyuna duyuranları bir kaşık suda boğmak isteyenler var.  Her konuda klavye delikanlılığı yapan ve açıktan ya da dolaylı olarak bize de göndermelerde bulunanlar bu konuda adeta dillerini yuttular. Elleri yine klavyeye gidiyor ama Dünya Kupası maçlarından dolayı futbol terimi ile ifade edecek olursak “Top Çeviriyorlar!”   Sevdiğim bir arkadaşa bu konuda sitem gönderince şu cevabı aldım: “Osman Bey, biri ırz düşmanı, diğerleri ise İslam ve Türklük düşmanları. Hiçbiriyle aynı paralele girmek istemem!”

Fesuphanallah! “Irz düşmanı” olanın/olanların ya da herhangi bir kötülüğü, kanunsuzluğu yapanların pisliklerini ortaya çıkaran senin benim kafama göre değilse ortaya çıkan ve savcı tutanaklarına girip İddianamesi hazırlanan olayı, davayı görmezden, duymazdan mı geleceğiz? Kötüye kötü, iyiye iyi demeyi ne zaman öğreneceğiz? Ta uzaklardan, memleketimden bana taş atan biri de “Seçim atmosferine girildi, yalan ve doğru haberler karışıyor. Hemen atlamayın” diyerek bir bakıma ahlaksızlığın sineye çekilmesini buyurmuş. İğrençliği görmezden gelmek yapanlara hizmet etmek değil de nedir? 

Doğru olan, rezilliklere öncelikle kendimizin karşı çıkmasıdır. Bir camia, bir cemaat, bir tarikat, bir siyasi oluşum ve her ne ise kendi içindeki çatlakları onarmaz, her durumda inatla ve saldırgan bir üslupla başkalarını suçlamaya kalkarsa erinde gecinde en büyük zararı kendisi görmez mi? Üstelik Hakkın, hakikatin yanında olmak, hak, hukuk ve adaletten ayrılmama gibi erdemler Allah’ın emri değil midir? Müslümanlık bunu gerektirmez mi?

“Ey Müslüman! Nerede bir kötülük görürsen onu elinle önleyeceksin, elinle öneyemezsen dilinle önleyeceksin. Dilinle de önleyemezsen kalbinle buğz edeceksin (nefret edip kötüleyeceksin) ki bu da imanın en zayıf noktasıdır” diyen Peygamber İslam Peygamberi değil mi? Elinle ve dilinle önlediğini göremiyor, kalbinle buğz edip etmediğini bilemiyoruz. Sahi buğz ediyorsanız siz imanı zayıf olan kişiler misiniz? İmanınız zayıfsa bilip bilmediğiniz her konuda niye ahkam kesiyorsunuz?

 “Tuttum orucu İramazanda,/ Galdı iki gözüm gazanda,/  Mollam da döğir yazı yazanda…” ve,   “Kim ki insanı sever, âşık-ı hürriyet olur,/ Beli, hürriyet olan yerde insanlık olur” diye şiirler yazan Azerbaycanlı büyük şair Mirza Aliekber Tahirzade Sabir’e bir zaman sonra,

“Pay-ı piyade (yürüyerek) düşürem yollara, Har-ı mugıylan (dev dikenler) görürem gorhmuram…” diye başladığı “GORHURAM/KORKUYORUM” başlıklı şiirinde daha sonra bin bir tehlike ile, vahşi hayvanlarla karşılaşıp korkmadığını söylerken aynı şiirin sonunda neden korktuğunu da şu mısralarla anlatıyor:

“Lakin bu gorhmazlık ile doğrusu,/ Ay dadaş!.../ Vallahi, billahi, tallahi,/ Harda bir softa, molla, yobaz görürem, gorhuram;/ Bisebep (nedensiz) gorhmuram, veçhi (gerekçesi) var,/ Neyleyim ahir!.../ Bu yoholmuşların, /Fikrini gan (kan) görürem, gorhuram; /Gorhuram, gorhuram, gorhuram…”

“Mütedeyyin” diye adlandırılan ve hiçbir art niyeti, siyasi amacı olmayan saf, temiz Müslümanların o safiyane duygularını istismar edenler bu şiiri iyi okumalı, özümsemeli ve neden bu hale gelindiğini, nerede hata yapıldığını düşünerek, aklederek, olup bitenlerden öğüt alarak kendilerine çeki düzen vermeli, İslamiyet’e daha fazla zarar vermekten kaçınmalıdırlar. Çünkü İslamiyet, merdiven altı anlayışlar oluşturup Müslümanlıktan geçinenlerin insafına bırakılamayacak kadar ulvi, İlahi bir dindir; cehalet ve art niyetlerle bağdaşmaz. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.” (Bakara Suresi, Ayet 256) Yüce Allah’ın bu buyruğu ortada dururken insanları baskı altında tutarsanız sapıklıkların hortlaması da kaçınılmazdır. Kimse ve hiçbir grup, hiçbir siyasi irade  Türkiyemizi Afganistan ve İran’ın durumuna düşürmeye yeltenmesin. Lütfen dikkat!

Yazımın başından beri aldığım ayetler gayet açık ve net. Müslümanların, Müslüman geçinenlerin, daha açık bir ifade ile Müslümanlıktan geçinenlerin İslamiyet’le imtihanları çok çetin geçiyor. Müslümanların yanlışları, doğruluktan şaşmaları üzerine sık sık yaptığım kısa bir duam vardır. Son cümlem o bir cümlelik dua olsun:

Allah’ım, Müslümanlara/Müslüman geçinenlere hidayet eyle!