Bazı eserler ölümsüzdür. George Orwell'in  Stalin  Rusya’sı ve Nazi Almanya’sı  totaliter rejimlerinden  esinlenerek 1948 yılında dünyanın 36 yıl sonraki halini hayal  ederek kaleme aldığı 1984 isimli   roman  bunlardan biridir.

Her ne kadar üzerinden 75 yıl geçmiş olsa da son günlerde romana karşı artmış bir ilgi söz konusu.

Bu fantastik  kurgusal eserinde devletin propaganda ve izleme faaliyetlerinde radyo, televizyon, telefon, yazılı medya, gizli kamera ve dinleme cihazları  yoğun olarak kullanılmakla birlikte  yaşadığı devirlerde fikri temelleri yeni filizlenen  bilgisayar teknolojisi ve yapay zekaya dair ip uçlarına rastlanmamakta. 

Romandan kısaca bahsetmek gerekirse  3. dünya savaşı sonrası dünyada hakim 3 süper devlet kalmıştır.  Okyanusya isimli hayali ülkede, parti ve onun Büyük Birader isimli liderinin   dikta rejimi   yoğun  manipülasyon ve propaganda yöntemleri kullanarak  devlet tekelindeki yayın organlarıyla  her türlü  bilgiyi  istediği şekle getirip vatandaşlarına  sunmakta,  hemen her ev ve sokakta bulunan cızırtılı ekranlar vasıtasıyla vatandaşlarını takip etmekte propaganda bombardımanı altında tutmaktadır.  

Komşu ülkelerle bitmek bilmez  savaş hali, halka doğrudan propaganda yapılması için mükemmel bir araçtır. Parti ülkenin tek hakimi olduğu gibi, geçmişi de istediği gibi değiştirebilmekte , yeni sözlük çalışmaları adı altında dili fakirleştirerek insanların düşünmesini engellemektedir. Partinin felsefesi: ‘’ Geçmişi kontrol eden geleceği kontrol eder. Bugünü kontrol eden geçmişi kontrol eder ve Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur’’  cümleleriyle özetlenebilir… Gerçeklik.  partinin resmi ideolojisine göre belirlenip kurgulanır ve topluma sunulur. Örneğin ülkede bütün gelişmelerin partiyi iktidara taşıyan devrim sonrası yaşanmıştır yalanı sorgulanamaz bile. “Birbiriyle çelişkili iki ifadeyi de anlamak ve kabul etmek” olarak vatandaşlara kabul ettirilen çift düşün isimli yeni söylemle  beyaz ve siyah kadar zıt iki görüşü dönemin şartlarına göre vatandaşlarına  kabul ettirebilmektedir. Devlet size “beyaz, siyahtır.” diyorsa onu öylece   kabul edilmek zorundasınız. Örneğin: Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cahillik güçtür……   

Çağımızda büyük biraderler  yapay zeka, internet teknolojisi, sosyal medya ve mobil akıllı telefonlar sayesinde   propaganda ve izlem faaliyetlerinde Orwell’in hayallerinin çok ötesinde  imkanlara kavuşmuştur. İnsanlar  izleme ve takip cihazlarını gönüllü olarak ceplerinde yatak odalarına kadar taşıdı. Sosyal medyada ortalığa saçtığımız bilgiler, beğenme ve beğenmeme tercihleri sayesinde süper bilgisayarlar bize ait bilgileri firmalarla paylaşmakta kişiye özel reklamlara maruz kalmaktayız. İş sadece burada kalsa iyi... Yapay zeka programlar sayesinde bilgisayarlar  insanların  bir seçimde ne karar vereceklerini sadece 10 beğeni ile iş arkadaşlarından, 70 beğeni ile arkadaşlarından, 150 beğeni ile ebeveynlerinden, 300 beğeni ile de hayat arkadaşlarından daha yüksek doğrulukta tahmin edebiliyorlarmış. Örneğin Trump'ın  bu programlar sayesinde rakibi Hillary Clinton'ın tespit edilen  potansiyel destekçilerini yoğun şekilde karanlık reklam olarak adlandırılan yöntemlerle manipüle ederek seçimi kazandığı bile söylenmekte. Arada. çok ufak bir farkın olduğu seçimlerde bu yöntemin etkinliğini düşünün.

 Vatandaşları kategorize eden ve  ne kadar iyi bir yurttaş olduğunu hesaplayan  yapay zeka sosyal kredi programları yeni teknolojilerin uygunsuz ellerde hayatımızı nasıl çekilmez hale sokulabileceğinin ve büyük biraderlere inanılmaz bir güç kazandıracağının korkutucu ip uçları değil mi ?  

Şimdiden Çin de uygulanan kredilendirme programlarında  sosyal medyada ülkenin gidişatı hakkında "olumlu” mesajlar atmak ve kredisi yüksek başka kişilerle "arkadaş" olmak  kredi yükseltmenin yollarından bazıları kabul ediliyormuş.

Ne diyordu büyük birader;  Özgürlük köleliktir...

Cehalet güç…..

Bizi özgür ve bilgili  kılması gereken teknolojiler  daha da cahil ve köle haline getirmiyor mu ?