Şu ittifakı ya da bu ittifakı hiç derdim değil.  Yetmişli yıllarda seçim çalışmalarına da katılıp aşk derecesinde bağlı olduğum bir siyasi ocak vardı ama Allah’a şükür şimdi hiçbir siyasi parti ile ilintim yok. Elimde bir vatandaşlık vazifesi kaldı; onu da seçim zamanı gelince düşünürüm.

Çünkü yıllarca onulmaz bir aşkla bağlı olduğum eski sevgiliyi arayıp dursam ve gönül bağımı kesmesem de o beni terk ederek adeta masallardaki Kaf Dağı’nın arkasına gitti. Zümrüdü Anka ya da Toğrul Kuşu gibi günün birinde kendi küllerinden doğup ufkumuzu aydınlatır mı, biz o günleri görür müyüz bilemiyorum.

Yalnız, Türk Milleti’nin bir ferdi ve yaşını başını almış, bunca tecrübe yaşamış, üstelik hasbel kader okumuş yazmış biri olarak görüş, düşünce ve fikirlerimi de söylemekten, yazmaktan geri durmam, duramam. Hazır ufukta seçim görünmüşken ve siyasi partiler ya da ittifaklar hazırlık yaparken düşüncelerimi aktarmasam olmaz.

Adı üstünde, “Partili Cumhurbaşkanlığı” ya da “Partili Cumhurbaşkanı!” Bu ad, bu isim zaten hiçbir yoruma, hiçbir açıklamaya, sağa sola çekiştirmeye gerek kalmadan kendini ele verip bas bas bağırıyor ve diyor ki: “Bu sistemde adalet aramayın!”

Haliyle bu ifade ya da sistem eşyanın tabiatına, siyasetin doğasına aykırıdır. Çünkü Cumhurbaşkanı seçilen kişi resmen bir siyasi partinin üyesi ve hatta Genel Başkanı’dır. Karşıda da başka siyasi partiler ve onların fikirlerini benimseyenler bulunmaktadır. Türkiye’de bu oranın yarı yarıya dengede olduğu düşünülünce de durumun vahameti ortadadır.

 Devletin bütün imkanlarını elinde bulunduran Cumhurbaşkanı’nın önceliği kendi siyasi partisinin gelişip güçlenmesi olacak, atamalarda, icraatlarda hep ve daima nalıncı keseri taktiği uygulayarak çevresini koruyup kollayacaktır. Bu sistemin getireceği Cumhurbaşkanı Ali olsa da Veli olsa da Ayşe ya da Fatma olsa da değişmez. Daha açık bir ifade ile anlatacak olursak Partili Cumhurbaşkanlığı bir bakıma ayrımcılıktır. O sisteme göre seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın cumhuru yani milletin tamamını kucaklayıp herkese, her siyasi partiye, her kurum ve kuruluşa karşı adil ve tarafsız olması mümkün değildir. Hele de bizdeki gibi siyasi kutuplaşmaların had safhada olduğu ülkelerde muhalefet partilerini benimseyenlerin “İşte benim Cumhurbaşkanım” demesi, diyebilmesi zordur. Bu durum, millet olarak birlikte hareket edilmesi gereken konularda bile ayrışmalara sebep olduğu için oldukça sakıncalıdır. Onun içindir ki Cumhurbaşkanı seçilen ya da seçilecek olan kişi mutlaka ama mutlaka üyesi ya da Genel Başkanı olduğu siyasi partiden istifa etmeli, yerine emanetçi de bırakmamalıdır.

Böyle bir sistemde Cumhurbaşkanı’nın yurt içi ve yurt dışı gezilerinin siyasi birer şova dönüşmesi kaçınılmazdır. Diğer siyasi parti liderleri sınırlı ya da belli, makul imkanlarla faaliyet gösterirken devletin bütün kurum ve kurulları, kuruluşları Partili Cumhurbaşkanı için seferber olacaktır. Cumhurbaşkanı’nın siyasi ve idari faaliyetlerini, konuşmalarını ayırt etmek ise kesinlikle mümkün değildir. Bu konuda başta yargı organları ve güvenlik güçleri olmak üzere eğitim kurumları, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devlet organları ile özel kurum ve kuruluşların bile zor durumda kalacakları/kaldıkları aşikardır. Yargı, kışla ve dini unsurların siyasete alet edilmesi artık ilkel toplumlarda bile hoş karşılanan bir durum değildir.

Böyle bir sistemde Cumhurbaşkanı ister istemez haksızlık, hukuksuzluk yapacak, adalet terazisini şaşıracak, kul hakkı yemekten kurtulamayacaktır. Bu konularda oldukça hassas olan pir ü pak biri Cumhurbaşkanı olsa dahi günah işlemesi kaçınılmazdır. Kısacası, Cumhurbaşkanı dini bütün olsa da zafiyetleri olan biri olsa da durum değişmez; adaletsizlik sistemin özünü oluşturmaktadır. Üstüne üstlük kanunlarla Cumhurbaşkanı’na adeta bir dokunulmazlık zırhı giydirildiği, eskilerin deyimi ile “La yüs’el/Sorgu sual edilemez, sorumlu tutulamaz” konuma getirildiği için ne kadar kaçınırsa kaçınsın tarafı bellidir ve bir benzetme yapacak olursak siyasi muarızlarına göre maça en az on sıfır önde başlayacaktır. Nitekim Türkiye’deki uygulamada bunun örneklerine her gün şahit olunmakta, muhalefet partilerinin ya da muhalefetteki ittifak ya da ittifakların kamuoyunu ve ülke geleceğini çok ilgilendiren toplantıları, açıklamaları Devlet Kanalı dediğimiz TRT’de bile yer bulamamakta ya da üstün körü geçiştirilmekte, Cumhurbaşkanı ya da atanmış bakanların toplantıları on on beş TV kanalından canlı olarak yayınlanmaktadır.  Ayrıca bu sistemde, Vali ve Kaymakamlar adeta iktidar partisinin il ve ilçe başkanları gibi hareket edebilmektedirler ki büyük bir yönetim zafiyeti oluşturması kaçınılmazdır.

Aynı zamanda bir siyasi partinin üyesi ve Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” ilkesini koyan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. Maddesi hükmüne tam anlamıyla uyması, uyabilmesi mümkün müdür?

Yürürlükteki kanunlarımıza göre durum bu. Peki ya dini açıdan?

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa Suresi, ayet 58)

“Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiya Suresi, ayet: 47)

“Devlet otoritesi en büyük koruyucudur Haksızlıklarla onun vasıtasıyla   mücadele edilir ve     korunulur. Şayet bu otoriteyi kullananlar, Allah’tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmederlerse bu yaptıklarından sevap kazanırlar. Bunun aksine davranırlarsa vebalini çekerler.” (Müslim, İmâre, 43)

Bütün bunlarla birlikte Hz. Ali’ye atfedilen “Devletin dini adalettir” ve Hz. Ömer’den gelen “Adalet mülkün temelidir” sözlerini de düşündüğümüzde, Yunus Emre’nin, “Sırat kıldan ince kılıçtan keskincedir” kavlince devlet yönetimi büyük bir hassasiyet gerektirir. Devlet adamı, elinde bir ateş topu olduğunu unutmamalı ve yapacağı en küçük bir adaletsizliğin kendisini de yönettiği toplumu da yakacağının şuurunda olmalıdır. Bu konuda seçmenlere ve özellikle siyasi partilerin taraftarlarına da büyük görev düşmektedir. “Şeyh uçmaz mürit uçurur” kavlince destekledikleri siyasi liderlere olağanüstülükler yüklememeli, onların elindeki ateş topunun kendilerini de yakacağını bilmelidirler.

Uzun lafın kısası, Türkiye bir an önce Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kusurları giderilmiş Parlamenter Sistem’e dönüştürmeli ve mutlaka partisiz, siyasi bağlantılarından arınmış bir Cumhurbaşkanımız olmalıdır. Parlamenter Sistem’in kendi içinde denetim mekanizmaları olduğu/olacağı için Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun hata yapmaları önlenecek, iktidara gelenler icraat ve davranışlarına çeki düzen vereceklerdir.

O halde tekrar edelim: Cumhurbaşkanı dini bütün olsa da zafiyetleri olan biri olsa da durum değişmez; adaletsizlik Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin özünü oluşturmaktadır. Yol yakınken ve fırsat varken kusurları giderilmiş Parlamenter Sistem’e dönülmelidir.