SERKAN KAPANCI : Habererk için planladığımız “16 Nisan’dan Sonra” konu başlıklı röportajlar dizimizin ikincisi için Türk Eğitim Sen İstanbul 3 Nolu Şube Merkezinde, Şube Başkanımız Ali İhsan Hasanpaşaoğlu’yla birlikteyiz. Başkanım röportaj talebimizi kabul ettiğiniz ve misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederiz. İşe kısaca sizi tanıtarak başlayalım : Samsun doğumlusunuz, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi mezunusunuz, çeşitli okullarda öğretmenlik yaptınız, Türk Eğitim Sen’e üye oldunuz, sendikada farklı görevlerde bulunduktan sonra da 2010 yılından bu yana İstanbul 3 Nolu Şubenin başkanlığını yürütmektesiniz.

Öncelikle sendikanızı ve şubenizi kısaca tanıtır mısınız ?

TÜRK EĞİTİM SEN KIRMIZI ÇİZGİLERİ OLAN BİR SENDİKADIR…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Bizlere vakit ayırdığınız ve bizden böyle bir röportaj talebinde bulunduğunuz için sizlere ve Habererk ailesine teşekkür ediyorum. Yayıncılığınızı dikkatle takip ediyoruz, gayet te memnunuz, sizleri burada ağırlamaktan şeref duyuyoruz.

Malumunuz Türk Eğitim Sen (TES)  Türkiye’nin en büyük sendikalarından bir tanesidir. Eğitim iş kolunda faaliyet gösteriyor ve hali hazırda Türkiye genelinde 210 bin civarında faal üyesi var. TES kırmızı çizgileri olan bir sendika, Anayasanın ilk üç maddesine, Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğü noktasında bizler de tarafız. Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu ilkeler çerçevesinde, milli ve manevi değerlere sahip ve saygı duyan, bölücü olmayan bütün kamu çalışanları bizim hizmet alanımızdadır. Bu noktada hem eğitim ve kamu çalışanlarının sorunlarına çözüm üretmek noktasında gayret gösteriyoruz, hem de bunun yanında da milli bir sivil toplum kuruluşu olması hasebiyle ülke gündemini de yakından takip ediyoruz.

 Ben TES 3 Nolu Şube başkanıyım. Sizin de söylediğiniz gibi 6-7 yıldır bu görevi yürütüyorum. Üsküdar, Ümraniye, Beykoz, Çekmeköy, Sancaktepe ve Şile olmak üzere toplamda 6 ilçe İstanbul’da bizim ilgi alanımızda. Buralarda da 3 bine yakın üyemiz var. Üyemiz olsun olmasın bütün kamu çalışanlarına sendikamızın kapısı açıktır. Kimin bir derdi varsa elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

SERKAN KAPANCI : 16 Nisan tarihini baz alacak olursak, 16 Nisan’a giden süreç ve 16 Nisan’ın sonuçlarından sonraki gelişmeler çerçevesinde kamu çalışanları penceresinden nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz ?

TEDİRGİNLİK VAR…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : 16 Nisan’ın sonuçlarını çok yönlü okumak lazım.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim şeklinin değişmesinin yanında, ben hadiseye 16 Nisan’ın öncesinde ülkeyi yönetenlerin kamu çalışanları ekseninde söyledikleri ekseninde bakıyorum. Siyasi değerlendirmeyi zaten siyasi partiler sıklıkla yapıyor. Milyonlarca memur var kimse bu pencereden işi çok fazla dillendirmiyor.

Kamu çalışanları bu süreci çok yakından takip ettiler. Bir kere şu tedirginlik var. Sayın Cumhurbaşkanı, başbakan olduğu zamanda, geçmiş Milli Eğitim Bakanları, geçmiş Çalışma Bakanlarının 2003 yılından beri sürekli dile getirdikleri ama dokunamadıkları, değiştiremedikleri 657 sayılı Devlet Memurları kanunu var, bu kanunu değiştirmek istiyorlar, bunu defaatle söylediler. Yapılmak istenen şeyi kısaca, herkesin anlayacağı şekilde anlatacak olursak : Esnek istihdam modeli çerçevesinde performans değerlendirme kriterleri getireceğiz, herkesin performansını değerlendireceğiz, performansı yeterli olmayanlarla çalışmayacağız, yerine biz performansını yeterli bulacağımız kişileri kamuya alacağız diyorlar.

Bir de 15 Temmuz sürecinden sonra Fetö’yle alakalı ihraçlar, açığa almalarla ilgili Efendim kamuda Fetöcüler var onları ihraç etmemiz lazım, 657 onları koruyor. Veya kişi devlete kapağı atıyor 30 yıl yan gelip yatıyor hiç bir iş yapmıyor. Bunlar gerçek olmayan ifadeler. Şöyle ki her sene Milli Eğitim Bakanlığında (MEB) 500 ila 1.000 arasında çalışan hali hazırda yürürlükte olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çerçevesinde soruşturmalar geçiriyor ve meslekten men cezası alıyorlar. Yani siyasi iktidarın istediği şekilde 657 değiştirilmese dahi bölücü olan, terör örgütleriyle irtibatı olan kişilerle ilgili yaptırımlar mevcut. Soruşturmayı açıyorsunuz, müfettişler araştırmayı yapıyorlar, meslekten men cezasını veriyorlar.

SERKAN KAPANCI  : Sizin dediğiniz OHAL olsa da olmasa da yürürlükte olan kanun değil mi ?

DEVLETİN MEMURU DEĞİL HÜKÜMETİN MEMURU HALİNE GELİRİZ…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Tabi bu kanun yürürlükte. Anayasada “Devlet işleri devlet memurları eliyle yapılır” yazar. Bu ibare Anayasa’da değişmediği müddetçe bu değişikliğin yapılması mümkün değil. “İşçi ve memur” ibarelerini Anayasa’dan çıkarıp yerine “Çalışan” ibaresini koymak suretiyle işçi ve memurları aynı potanın içerisinde eritecekler. Mesela 19 yıllık öğretmensiniz, sizinle ilgili bir değerlendirme kriterleri getirecekler, velilere, okul idarecilerine falan soracaklar, sonra gelip size diyecekler ki “Hocam, biz senin performansını değerlendirdik, senin performansın yetersiz. Buyurun 19 yıllık kıdem ve ihbar tazminatınızı, siz artık öğretmen değilsiniz, kendinize başka bir iş bulun.”

İşin götürülmek istendiği nokta burası, biz buna karşı çıkıyoruz. Çünkü biz devlet memuruyuz, devlet memuru olduğumuz için asli işimizi siyasi partilerin söylediklerine göre değil, yazılı kanunlar, ilgili mevzuatlar hükümlerinde yapmak zorundayız diyoruz. Devlet memurluğu ortadan kalkarsa yerine “hükümet memurluğu” gelir. Devletin memuru  değil hükümetin memuru haline geliriz ki bu parti devletine gidiştir, bunun da çok ağır sonuçları olur. Kimse asli vazifesini yerine getiremez. Herkes bir tedirginlik içinde ya aman başıma bir iş gelir mi korkusuyla çalışır.

Bizim asıl kırmızı çizgimiz iş güvencesidir. Cumhuriyet döneminden bu yana kamu çalışanlarının en önemli kazanımı iş güvencesidir. İş güvencesi kalktığı zaman, korunmasız ve savunmasız hale getirildiğimiz zaman bütün siyasetin baskılarına açık hale geliriz. Devlet memurlarının fikri zikri, düşüncesi, ırkı, mezhebi farklı farklı olabilir ama kişi işini düzgün yapıyorsa, devletin ondan beklediği ve istediği sorumlulukları anayasal mevzuat çerçevesinde yerine getiriyorsa problem yok. Ama bu değişiklikler olursa benden misin değil misin anlayışı hakim olur. Her gelen siyasi iktidar kendine yakın kişileri devlet kadrolarına doldurur, kendinden olmayanları kapının önüne koyar, bu iş cadı avına döner. O zaman zaten burada sağlıklı bir çalışma hayatında söz edemeyiz.

16 Nisan öncesinde bir televizyon programında sunucu ismini hatırlayamadığım bir AKP milletvekiline “Siz bugüne kadar neyi değiştiremediniz ki başkanlık sistemini istiyorsunuz, savunuyorsunuz” diye bir soru sordu.  Milletvekili cevaben “657” dedi. “Onu bir türlü değiştiremedik, değiştirebilmemiz için bu sistemin gelmesi lazım.”

Adalet Bakanı’nın kamudaki ihraçlarla ilgili söylediği “ Biz herkesi Fetöyle bağı olduğu için ihraç etmedik, idari tasarruf ta kullandık” şeklinde bir cümle var. İdari tasarruf çok geniş, ucu açık bir kavram.

16 Nisan’a giderken de Kamu çalışanları bu bilinçle gitti. %55-60 civarında bir evet oyu çıksaydı siyasi iktidar 2019 u beklemeden harekete geçebilirdi. 657 büyük oranda değişecekti, iş güvencesi kalkacaktı, çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacaktık. %51 e %49 tablosuna baktığımız zaman  bu kadar devlet memurunu ürkütecek, korkutacak adımlar atılacağına inanmıyoruz.

SERKAN KAPANCI : Çünkü beklenen desteği almadı.

PEK ÇOK SİYASETÇİ 657 Yİ OKUMAMIŞ…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Almadı. Hükümet yetkilileri de bekledikleri sonuç olmadığını söylüyorlar. Artık herkesle uzlaşmak, herkesi dinlemek zorundalar. Eskiden %25-30 la iktidar olunabiliyordu ama şimdi %50 nin üzerinde oy almak gerekiyor. Önceden koalisyonlar seçim sonuçlarından sonra kuruluyordu, başkanlık sisteminde koalisyonlar başkanlık sisteminden önce kurulacak demek. O zaman uzlaşmacı olmaları lazım. Milyonlarca memuru aileleriyle birlikte düşündüğünüz zaman sayı 3-4 milyona tekabül ediyor, bu da çok ciddi bir potansiyel. Evetle Hayırın arasındaki fark 1,3 milyondu, 3,5 – 4 milyon civarında bir güç, çok belirleyici bir güçtür. O yüzden bunları ürkütecek adımlar atacaklarına kanaat getirmiyoruz. Ama bu ülkeyi yönetenlerin zihinlerinde var. Bu gücü buldukları zaman bunu yapmak isteyeceklerdir. Biz de sendika olarak kamu çalışanlarının iş güvencesinin kaldırılması, devlet memurluğunun yok edilmesine karşı mücadele edeceğiz. Devlet memurluğuna bizim istemediğimiz şekilde son verilmesine izin vermeyeceğiz.

657 değişmeli mi ? Değişmeli ama olumlu yönde değişmesi lazım ve paydaşlarla bir araya gelerek bir ortak akıl işletilmesi lazım. Mesela öğretmenlere, eğitim çalışanlarına 3600 ek göstergeyi versinler. Madem bu kadar değiştirmek istiyorlar oradan bir başlayalım. Önce bir haklarımız iyileştirilsin bir takım şeyleri ondan sonra konuşuruz.

Şunu çok iddialı söylüyorum “657 değişmelidir” diyen siyasilerin birçoğu belki bu kanunu bir kere bile okumuş değildir. Hep yanlış, kulaktan dolma bilgilerle bunu kamuoyuna anlatıyorlar. Toplum da bu konuda çok bilgi sahibi değil.

SERKAN KAPANCI : Yani başkanım 657 sayılı kanunun devlet memurlarının iş güvenliğinin korunması açısından önemli olduğunu vurguluyorsunuz. Bunun yanında getirilmek istenen ölçme değerlendirme sisteminin de devlet memurunun devlet memuru şeklinde kalabileceği, hükümetin memuru olmasına yol açacak değişiklikleri barındırmaması gerektiğini söylüyorsunuz.

“MÜLAKAT”IN KARŞILIĞI TORPİL…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Kesinlikle. Bir değerlendirme yapılacaksa kriterlerin objektif olarak ortaya konulması lazım. Size bir örnek vereyim. Okul müdürleri artık mülakatlarla seçiliyor. Kanun çıkardılar ve mevcut okul müdürlerini ve müdür yardımcılarını değerlendirmeye tabi tuttular. Bu değerlendirmeyi 100 puan üzerinden yaptılar. Bunun 40 puanı öğretmen, öğrenci ve veli puanından oluşuyor, kalan 60 puanı ise ilçe milli eğitim müdürü ve iki tane şube müdürünün verecekleri puandan. Müdürlüğe devam edilebilmesi için alınması gereken puan da 75. Okulundan, müdürü en yakın tanıyan 3 kitleden tam puan almış bir müdür, iş ilçeye geldiğinde ki o zaman da ilçe milli eğitim ve şube müdürleri de yeni değiştirilmişti düşük puanlar aldılar.

Görevden alınan müdürlerden biri şube müdürünün odasına gidip “Ben şu mahallenin muhtarıyım” diyor, şube müdürü onunla muhtar olduğunu düşünerek konuşuyor, sonradan diyor ki “Bak sen bana puan verdin, beni görevden aldın, ben şu okulun müdürüyüm.”

Siyaseten atanan ilçe ve şube müdürleri siyaseten karar veriyorlar. Kantini olmayan köy okulunda “kantin hijyenik değildir” diye puan kırıldığına şahit olduk. Haliyle siyasi iktidara yakın olmayan, bizim sarı sendika olarak adlandırdığımız malum sendikaya üye olmayan okul müdürlerinin %80 i görevden alındı.

Yerlerine nasıl müdür atadılar ? Mülakatla. Mülakat salonlarında bağımsız gözlemciler olsun, en kötü kamera olsun dedik, kabul edilmedi. Mülakat komisyonlarında görev alan kişilerin sendikal dağılımını yaptık. Örneğin İstanbul’da 45 kişi bu komisyonlarda görevliydi 44 ü hükümete yakın sarı sendikaya mensup, sadece bir kişi sendikasız. Baktığınız zaman bu kurt kuzu hikayesidir. Biz de bu sisteme karşı çıkıyoruz.

Şimdi bu tarzda siz eğer öğretmenleri de değerlendirirseniz ne yapacaksınız ? Kim bana yakın, kim değil, kim muhalif, kim benden kim benden değil anlayışı yerleşecek. Okul müdürlerini eledikleri sistemi daha tabana, öğretmen boyutuna indirecekler. İşte bu cadı avı olur.

Böyle bir sistemde birisi çıkıp öğretmenlerin objektif olarak değerlendirileceğini söylerse bizim ona cevabımız “Herhalde Türkiye’de yaşamıyorsun” demek olacaktır. Türkiye’de Mülakatın karşılığının “torpil” olduğunu bilmeyen yok.

SERKAN KAPANCI : Başkanım aslında mülakatla alakalı sormayı planladığım pek çok sorunun cevabına siz cümlelerinizin içinde yer verdiniz. Müdürler için bu yazılı sınav ve mülakat sistemi devreye girdikten sonra okullarımızda eğitim sisteminde artı eksi ne gibi değişiklikler oldu ?

BİR EVRAKLA İLGİLİ NE YAPMASI GEREKTİĞİNİ BİLMEYEN MÜDÜRLER VAR…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Biz bunu gözlemledik. Bir kere şunu söyleyelim ibre aşağıya dönük. Kişi sınava girerek, başararak hak ederek bir makama atanıyorsa der ki  “Ben buraya hak ederek geldim bunun da hakkını vermem lazım. Devletin, MEB’in benden beklentileri var, ben bu okulun performansını nasıl yukarıya çıkarırım, ilçemde en başarılı okul statüsüne kendi okulumu nasıl sokarım, çalışan personelimin verimini nasıl artırırım, bunun yollarını ararım, buna kafa yorarım çünkü koltukla ilgili bir derdim yok, hak etmişim zaten. Hak etmezsem beni buradan alırlar. Bu önceden böyleydi.

Şimdi bir sendikaya yakınlık, cemaatlerle, derneklere, vakıflara üyelik/yakınlık, siyasi iktidara yakınlık sizin bu müdürlük koltuğuna oturmanızda etken. Siz ne düşünürsünüz ? Beni bu makama şu getirdi, ben onunla iyi geçineyim, onun söylediklerini yapayım. Çünkü koltuğunun derdinde olur, diğer ilgilenmesi gereken şeylerle ilgilenemez. Öncelikle varsa yoksa koltuk.

Buraya atanan kişilerde de ne yeterlilik var, ne donanım var. Bir gün müdür yardımcılığı yapmamış kişiyi okul müdürü olarak atıyorlar. Kişi okul müdürü, okul müdürlüğünden alıyorlar bakanlığa daire başkanı yapıyorlar. Basamakları birer bire çıkmıyor, basamağı görmeden en tepeye zıplıyor.

Bir evrakla ilgili ne yapması gerektiğini bilmeyen müdürler var, resmi yazı yazmaktan aciz müdürler, müdür yardımcıları var. Liyakati yok ettiğiniz zaman bu sefer öğretmenlere tepeden bakmaya başlıyor. Niye ? Siyasetin desteğiyle gelmiş, benim arkamda birilerinin gücü var. Kimse bana bir şey yapamaz diyor. Üst perdeden, abuk sabuk uygulamalar, yaklaşımlar, laflar duyuyoruz. Öğrencilere yaklaşım öyle, velilere yaklaşım ha keza öyle. Bu sefer okullarda çok ciddi problemler çıkıyor.

SERKAN KAPANCI : Şimdi size daha kısa soru-cevap şeklinde ardı ardına birkaç soru sormak istiyorum. Eğitim’de etkinlikleri gittikçe artan vakıflar var. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim ?

MEB ÇOK TİTİZ DAVRANMALI…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Özellikle son 2-3 yılda bu vakıfların sayısı oldukça arttı. 15 Temmuz’dan sonra Fetöye ait yurtlara ve okullara el konulmasından sonra hükümet belli oranda TÜGVA, TÜRGEV gibi kendi insiyatifindeki vakıflarla idare etmek istiyor. Bunun yanında özellikle İmam Hatipler üzerinden daha çok öne çıkan Ensar, Önder gibi çeşitli vakıflar var. Bunlar son zamanlarda çok ciddi sayıda artış gösterdi. 

Büyükşehir Belediyelerinin binaları yapıp, anahtar teslimi, 49 yıllığına bu vakıflara kiraladığını görüyoruz. Burada gerçekte eğitime katkı yapılacaksa amenna ama denetim var mı ? Kontrol altında mı ? Buralardaki görevliler kimler ? Öğrencilere neler anlatılıyor ? Öğrencilere neler veriliyor ? Burada herhangi bir vakfı ya da cemaati  yargılamaktan ziyade, devlet denetimine tabiler mi öğrenmek istiyoruz ? Yapılan işin içeriği önemli. Çeşitli vakıflarda görevli olan kişilerin çocuklara taciz, tecavüz olaylarını sıklıkla duyuyoruz. Bunlar canımızı sıkan, içimizi acıtan şeyler, hepimizin çocuğu var. Oralardaki çocuklar da bizim çocuklarımız. MEB’in bu konuda çok titiz davranması lazım.

SERKAN KAPANCI : Peki başkanım, özellikle İmam Hatip Okullarına devam eden öğrenciler temiz ve saf bir dini anlayışın eğitimini mi alıyorlar, yoksa siyasetin kirli yüzü burada da devreye giriyor mu ?

MEB’TE İMAM HATİP AÇMA ÇILĞINLIĞI VAR...

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Şimdi İmam Hatipleri iki türlü değerlendirmek lazım. 28 Şubat öncesinde de İmam Hatipler vardı. Kendi kişisel kanaatimi söyleyeyim, o zaman da İmam Hatipler siyasiydi ama eğitimde belli bir kalite vardı. Gerçekten başarılı, zeki çocuklar oralardan bir yerlere geliyordu. 28 Şubatta büyük kısmı kapatıldı, daha sonra yakın tarihlerde 4+4+4 eğitim sistemiyle orta kısımlarının açılmasıyla İmam Hatipler mantar gibi çoğaldı. 

Şu anda MEB’te İmam Hatip okulu açma çılgınlığı var. Kimin ilçesinde, mahallesinde daha çok İmam Hatip Okulu var diye yarışıyorlar. Mesela Üsküdar Bölgesinde 15 Temmuz ihanetinden sonra el konulan Fetö’ye bağlı onlarca okul var. Bunların tamamı İmam Hatip yapıldı. Bunlardan birkaçı Anadolu Lisesi yapılamaz mıydı, bir Fen Lisesi yapılamaz mıydı ? Bir normal ortaokul, ilkokul yapılamaz mıydı ? Bu okulların birçoğu fiziki olarak çok iyi seviyede okullar. 

Geçen Fetöden geçip İmam Hatip yapılan bir okula gittim. 1.000 öğrenci kapasiteli okul 82 öğrenciye hizmet veriyor. Hemen 500 metre yakınında bir ortaokul var, sabah 7 de derse başlıyor, sınıflar oldukça kalabalık. Buna biraz vicdanlı bakmak lazım. İmam Hatip’teki çocuklar da bizim çocuklarımız, diğer okullardaki çocuklar da bizim çocuklarımız. Bir tarafta sıkış tıkış, koridordan bozma sınıflar var, bir tarafta da 6 şar 7 şer öğrencinin olduğu sınıflar.

Baktığımız zaman İmam Hatiplerin eğitim seviyesinin üst seviyede olduğunu kimse söyleyemez. Liselere yerleştirme sistemi değişti, bakanlık üzerinden yapılıyor. Önceden en düşük puanlı çocuklar meslek liselerine giderdi, şimdi sistem İmam Hatip açtık kontenjanı da boş kalmasın diye o çocukları İmam Hatip Liselerine yerleştiriyor, sonra meslek liselerine çocukları dağıtıyor. İmam Hatiplerin sayısını artırmak yerine, kalitesini artırmak lazım. Maalesef kaliteye bakmadan sayısal olarak nerede ne kadar tabelamız var diye bakıyorlar, bunun sonuçlarını 3-5 sene sonra üniversite yerleşim oranlarına baktığımızda göreceğiz.

SERKAN KAPANCI : Büyük umutlarla yola çıkılan FATİH Projesinde son durum nedir ?

25 MİLYARLIK FİYASKO…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Hiç uzatmaya gerek yok, 25 milyar TL lik bir fiyaskodur. Şu anda devam ediyor mu, bitti mi kimsenin haberi yok. Büyük tantanalarla başladı, büyük yatırımlarla başladı, ciddi paralar ortaya döküldü. Mesafe alındı mı ? Mesafe falan alınmadı. Şuanda MEB bile artık lafını etmiyor. Oraya aktarılan kaynaklarla okullar yapılabilirdi, ikili eğitime son verip tekli eğitime geçmek için çok ciddi mesafe alabilirdik, derslik sayıları artırılıp sınıf mevcutları düşürülebilirdi. Hala daha İstanbul’da 50-60 kişilik sınıflar mevcut. Bunları yapmak yerine biraz şova yönelik davranıldı. Maalesef eğitimde de bunun acı sonuçlarını görüyoruz.

SERKAN KAPANCI : Okullarda milli bayramlarımızın kutlanmasında, eski dönemle bir karşılaştırma yapar mısınız ?

COŞKU YOK…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Eskideki coşkuyu, keyfi, kalabalıkları, ihtişamı göremiyoruz. Şimdi okul bahçelerinde, daha az katılımla, çok daha küçük çaplı programlar yapılıyor. Eskiden büyük törenler olurdu, stadyumlarda, ilçe merkezlerinde falan yapılırdı, şimdi bunlar olabildiği kadar küçük ve yerel tutuluyor, geniş çaplı faaliyetler göremiyoruz.

SERKAN KAPANCI : Okullarda çalan teneffüs zillerinde bir yönlendirme olduğunu düşünüyor musunuz ?

PABUÇ PAHALANINCA “TÜRKİYEM”…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Güzel bir soru. Okullarda çalan teneffüs zillerinin ülkedeki siyasi havaya göre değiştiğini görüyoruz. Mesela 15 Temmuz’un öncesindeki süreçte bir siyasi partiyi hatırlatacak şekilde Dombıra meşhurdu. 15 Temmuz’dan sonra baktılar pabuç pahalı, birlik beraberlik içinde olmamız lazım, bu sefer rahmetli Dilaver Cebeci’nin sözlerini yazdığı, Mustafa Yıldızdoğan’ın da seslendirdiği adeta bizim ikinci bir milli marşımız gibi olan “Türkiyem” in ezgilerini duymaya başladık. Tabi biz bundan mutluluk duyuyoruz. “Türkiyem” melodisi çok güzel, bütün toplumu kucaklayıcı, hiç bunu değiştirmeye gerek yok. Bununla alakalı bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılarak bütün okul zilleri “Türkiyem yapılabilir. Bu KHK yı destekleriz.

SERKAN KAPANCI : Milli Eğitim milli mi ?

KUT ÜL AMARE ZAFERİNİ BİLMEYEN ÖĞRETMENLER VAR…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Biz Milli Eğitim’in milli olduğuna hala daha inanmak istiyoruz ama Milli Eğitim’in milli tarafları çok tırpanlandı. Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirini ders kitaplarından çıkardık. Buna benzer çok ciddi sıkıntılar var. Andımız’ın kaldırılması bizce başlı başına bir utanç vesilesi, tekrar getirilmesi lazım. Çocuklarımızın her sabah “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demelerinin kime ne zararı var ? Bunlardan gocunmamak lazım. Bu devletin kurucu unsuru Türk Milleti, Türk Milleti’nin içerisinde de kendini Türk hisseden herkes var.

Milli değerlerimizin boşaltılmaması lazım. Bir çok savaşımız ders kitaplarında kuşa döndü. Çocuklarımız bu millet kimlerle savaşmış, ne şartlar altında zaferler kazanılmış, bu toprakları nasıl kazanmış bihaber yetişiyor. Herkesle sanki tavla oynamışız biz, düşmanımız yok. Bir gidin bakalım yabancı devletlerin ders kitaplarına bakın. Kut ül Amare zaferini bilmeyen öğrenciler var, bırakın öğrencileri öğretmenler var. Bunları anlatmak lazım.

SERKAN KAPANCI : Başkanım iki soruyu birleştirerek sormak istiyorum : Dünyadaki ve Türkiye’deki eğitim sistemleri karşılaştırıldığında nasıl bir tabloyla karşılaşırız, Türkiye dünyanın neresinde ? Kaliteli bir eğitim için atılması gereken adımlar nelerdir ?

KENDİMİZE AİT BİR EĞİTİM SİSTEMİMİZ OLMALI…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Şimdi bu ilk soruyu keşke sormasaydınız demek geliyor insanın içinden çünkü cevabı bizim için hiç iç açıcı değil. Bakın 2016 yılında OECD nin Uluslararası Öğrenci Performansı Değerlendirmesi Raporu var. Buna göre Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada. Önceki yıllara göre bir gerileme söz konusu. Eğitim seviyesi olarak hiç iyi bir durumda değiliz. Bunlar bağımsız Uluslararası kuruluşların hazırladığı, bütün dünyanın itibar ettiği raporlar.  

Burada temel sıkıntı bizim kendimize ait bir eğitim modelimiz olmamasıdır. 2002 den bu yana yanılmıyorsam altıncı Milli Eğitim Bakanımız görevde ve bu altı bakan hep birbirinden bağımsız programlar yürüttüler. Bir devletin eğitim politikası olması lazım ve her gelen siyasi iktidar o politikanın çerçevesinde hareket etmesi lazım. Yunanistan o kadar krizlerle boğuşurken, perişan durumdayken bile eğitim sistemine hiçbir müdahale olmadı. Bizde aynı partinin bakanları değiştiği zaman bile eğitim sistemi değişiyor.

Bir ülkenin gelişmesine en büyük engel o ülkenin eğitimine vurulan darbedir. Bir fidanı dikiyoruz, büyüyüp gelişmesini görmeden koparıp başka bir fidan dikiyoruz.

Burası MEB ise eğitim sistemimiz milli ve içi eğitim-öğretimle dolu olmalı. Bağımsız, beynini kiraya vermemiş bu ülkenin aydınları bir araya gelerek, sahadaki insanların da görüşleri alınarak çok sağlıklı bir milli eğitim programı ortaya konması ve kim gelirse gelsin bu programın sürdürülmesi lazım.

SERKAN KAPANCI : Takip edebildiğim kadarıyla hiç yerinde durmayan çok çalışkan bir yapınız var. Hemen hemen her gün okul ziyaretleri yapıyorsunuz. Bu ziyaretlerde ilginç durumlarla karşılaşıyor musunuz ?

ÖĞRETMENLER ODASINA GİRDİĞİMDE OHAL OLDUĞUNU ANLIYORUM…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Okul ziyaretleri, öğretmenler odası bizim vazgeçilmezimiz. Orada her görüşten, her düşünceden öğretmenlerle bir araya geliyoruz, konuşuyoruz ama şu anda malum Türkiye’de OHAL ilan edilmiş durumda, ben öğretmenler odasına girdiğimde OHAL in olduğunu anlıyorum. İnsanlar konuşmaktan çekiniyorlar. Önceden öğretmenler odasına girip çalışma hayatındaki problemleri anlattığımız zaman, bize çok çeşitli sorular soruluyor, katkı veriliyordu. Karşılıklı konuşmalar olurdu. Şimdi monolog halinde geçiyor.

Bu ülkenin normalleşmeye ihtiyacı var. OHAL in en kısa sürede sona erdirilmesi lazım. Öğretmen arkadaşlar ki bu ülkenin aydın kesimidir, onlar da fikir ve düşüncelerini daha özgür olarak ifade edebileceklerdir.

SERKAN KAPANCI : Başkanım çok teşekkür ederiz. Çok faydalı, güzel bir röportaj oldu. Son olarak neler söylemek istersiniz ?

TÜRK EĞİTİM SEN BU TOPLUMUN VİCDANIDIR…

ALİ İHSAN HASANPAŞAOĞLU : Biz TES olarak bu toplumun vicdanıyız. Kamu çalışanlarının sorunlarını ortaya koymak noktasında da çalışanlardan yana taraf olan sendikayız. Sendikalar muhalefet örgütüdür, muhalefet etmek zorundadır. Sendika siyasi iktidarda kim varsa onları sıkıştırmak, onlara taleplerini iletmek, onları zorlamak durumundadır. Hükümete yaslanarak sendikacılık yapılmaz.

Şu anda baktığımız zaman bunu yapan sendikanın kıymet gördüğünü, kamu çalışanlarının bunlara çeşitli baskılar, menfaatler karşılığında üye yapıldığını, bu sendikamsı yapının da toplu sözleşme masasında kamu çalışanlarını temsil ettiğini görüyoruz ama temsil ediyorlar mı ? Bir örnek vereyim size 2015 yılında toplu sözleşme imza altına alındı. 12 Eylül referandumuyla göre toplu sözleşmeler kanun haline getirildi yani uygulanmak zorunda, 2015 teki toplu sözleşmede imza altına alınıp uygulanmayan 21 tane madde var ve bu maddelere TES olarak biz dava açtık, yetkili sendika açmadı.

Mülakata karşıyız diye biz dava açtık, yetkili sendika açmadı.

Kamu çalışanlarına biz onların hakları için mücadele eden, onların yanında duran, ülkemizdeki hiçbir meseleye karşı gözünü kulağını kapatmayan sendikalara üye olsunlar, sendika tercihlerini yaparken bunlara dikkat etsinler diyoruz ve sizlere de teşekkür ediyoruz.