TRT ile ilgili olarak yazdığım bir önceki yazımın başlığı, “TRT Bir Okuldu, Şimdi Bu Okula Ne Oldu” idi. Sahi bu okula ne oldu? Aslında o yazımda, “Acemiler Ocağı’na döndü” diyerek cevabını da vermiştim ama anlaşılmamış olmalı ki pot üstüne pot kırmaya, çam üstüne çam devirmeye devam ediyorlar. Bu yapılanlar -dilim varmıyor ama- pot kırmayı, çam devirmeyi de geçip ihanete yelken açmaktır.

Önce acemiliklerden birkaç örnek verip asıl konuya geçelim… 25 Ocak 2019’da TRT Avaz’da rastladığım ve güreş geleneğimizin konu edildiği bir belgeselin adı program süresince ekranda “Türk Kültüründe GÜNEŞ” olarak kalmıştı. Bunu, o tarihlerdeki bir yazımda konu etmiştim. Sonraki günlerde aynı programın tekrarına rastlayınca doğrusunun yazıldığını gördüm.

15 Temmuz günü TRT müzik milli duygulu türkü ve şarkılara yer verdi ama o meşhur Çırpınırdın Karadeniz şarkımızın adı “Çırpınırdı Karadeniz” olarak yazıldı. Yine TRT Müzik’te, “Ses Seda” ve “İki Ses” gibi montajlanmış programlar var. Bu programlarda, sanki TRT’nin zengin bir arşivi yokmuş gibi hemen her sabah aynı bantlar dönüp duruyor. Bunun dışında mesela, 16 Temmuz günü saat 08.00 sıralarında yayınlanan programda mikrofon uzatılan kişi, “Sevcan Orhan’dan “Bahçede Yeşil Çınar” türküsünü istedi ama türkü bir erkek sanatçıdan dinletildi. Yine o tarihlerde yayınlanan “İki Ses” programında “Akşam Sefası” ve “Muhabbet Demi” programlarından alınıp montajlanan şarkı ve türküler vardı ama solistler tekti ve arkada da asıl programların adı duruyordu. Bunlar basit gibi görülen detaylar olabilir; bu şarkılar mesela “Ses Seda” içinde yer alabilir ama “İki Ses” içinde sırıtırlar.

Gelelim “İhanete yelken açan” programlara ya da anlayışa…

TRT Yapım ve Yayın Talimatı ile TRT Yayın İlkeleri üstüne basa basa “Tarafsızlık” ve “Cevap Hakkı”ndan söz eder. Oysa TRT yıllardan beri bu kesin talimatı uygulamamakta, tek ses ve tek nefes olarak devam etmektedir. Muhalefet partileri ile muhalif gibi görünen sanatçılar, gazeteciler, edebiyatçılar adeta yok sayılmış, program konukları ise oluşturulan havuz içinden çağırılır olmuş, dolayısıyla Devlet kurumu olarak milletin malı olan TRT bir bakıma “Havuz medyası”nın bir unsuru haline getirilmiştir.

PKK çetesinin başı olup otuz binden fazla vatan evladının katili olan kişinin kardeşi olan Osman Öcalan’ı, kendisi de yüzlerce insanımızı katleden, katlettiren kişi olmasına rağmen TRT ekranlarına çıkarmak düpedüz ihanetti. TRT bunu yaptı ama ne yazık ki hükümet, savcılar ve ilgili kurumlar tarafından gereği yapılmadı. Yine ne yazık ki, Sayın Cumhurbaşkanı da bunu mazur görecek ifadelerde bulundu.

Normal şartlarda TRT’de görev alan herkes; Prodüktör, Yönetmen, Teknik personel ve hatta Yapım Yayın elemanları bile böyle bir işin yapılamayacağını bilir ve yapmaz. “Kapı gibi” bir kitap olan “TRT Yayınları Yapım ve Yayın Talimatı” hakkında bilgisi olan zaten böyle bir acemiliğe tevessül edemez. Peki, bu acemiliği yapanlara cezai bir işlem uygulanmış ve daha doğrusu işten el çektirilmişler midir? Yoksa “Emir yukarıdan” denilerek üstü örtülüp gitmiş midir?

En son, 24 Temmuz 2019 Çarşamba akşamı TRT 1’de yayınlanan “Osmanlı Subayı” isimli film tam bir skandaldır ve yıllar önce konu olan “Gece Yarısı Ekspresi” filminin hortlatılması gibi bir şeydir.

AKP iktidarları zamanında malum, bir “Osmanlıcılık” sevdası aldı başını gidiyor. Ancak yanarım yanarım da özenilen Osmanlı Fatihlerin, Kanunilerin dönemi değil de çöküş yıllarındaki Abdülhamit ve Vahdettin zamanlarıdır. Onun için Osmanlı’nın son dönemleri ile ilgili filmler, diziler furyası başlatıldı. AKP’ye oy verenler ya da sırnaşıp yağ çekmeye çalışanlar boş dururlar mı; onlar da olur olmaz işlerin başına “Osmanlı” ibaresini kondurmaya başladılar. “Osmanlı” ön adıyla dernekler kuruldu, işyerleri açıldı. Pek çok değerimiz ve kutsalımız gibi Osmanlı’yı da değersizleştirdiler.

Öyle anlaşılıyor ki, TRT de, o filmin konusuna, verdiği mesaja bile dikkat etmeden (En azından öyle olmasını umut ediyorum) adında “Osmanlı” geçiyor diye hemen satın alıp yayına sokuverdi. Oysa göstermelik olarak “Türk – Amerikan yapımı” etiketi taşıyan bu film baştan sona Ermeni propagandası yapıyor.

Kurtuluş Savaşı yıllarında bir “Müstemleke Basını” tabiri ortaya çıkmıştı. Bazı gazeteler durumun kötüye gittiğini görüp vaziyet almak amacı güderek ya da işgal kuvvetlerinin baskısı ile Milli Mücadele’yi baltalayan yayınlar yapıyorlardı. Onun içindir ki “Müstemleke Basını” yakıştırması yapılmıştı. Peki, müstemleke ne demek?

Müstemleke: Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket./Hicret etmişlerle iskan edilen yerler!

Kamus-u Osmani’deki müstemleke tarifi bu. TRT’nin Osman Öcalan röportajı ve en son yayınlanan “Osmanlı Subayı” filmi bize “Müstemleke Basını” günlerini çağrıştırdı. Kelimenin sözlük anlamı üzerinden gidecek olursak, “Türkiye yabancı güçlerin işgali altındadır da TRT’ye zorla mı bu yayınlar yaptırılmaktadır” diye sormadan edemiyoruz!

Evet beyler! TRT bir müstemleke kurumu değildir ve olmamalıdır. Onun için mikrofonundan çıkacak, ekranına yansıyacak her sesten, her nefesten, her görüntüden sorumludur. Bu iş becerilemiyorsa yazıktır, günahtır.

Tecrübeli yayın personelini önce teşvik vererek, sonra da olmadı İFP (İstihdam Fazlası Personel) ilan ederek işten uzaklaştırırsanız (ki ben bunlardan biri değilim) olacağı budur. Artık geç de olsa şunu anlayın: Yayın ciddi bir iştir ve çocuk oyuncağı değildir; hele de devlet kurumu iseniz!