Bir insanın yıllarca çalışıp emek verdiği, acı ve tatlı günler geçirdiği kurum için yazı yazıp eleştirmesi çok zor ve belki de doğru değil. Ancak ne var ki haksız, adaletsiz, bir işe yaramayan icraat ve uygulamaları eleştirmeyince de insan “dilsiz şeytan”a dönüyor. Ben, “Emekliliğe zorlanan” ya da “İstihdam Fazlası Personel” olarak gösterilen biri olmayıp hizmet süremi tamamladıktan sonra “İzzet ü ikbal ile” devlet kapısından emekli olduğum için de bu konuda kendimi vazifeli görüyorum.

Daha önce yayınlanan yazılarımda da TRT ile ilgili birkaç konuya temas etmiştim. Yayınlarda, prodüksiyonlarda görülen bazı acemilikler yıllarca işin içinde bulunan bizleri gerçekten rahatsız ediyor. Özellikle dizilerde tarihi olayların çarpıtılması, günümüze mesaj verip birilerini memnun etme kaygısı hemen göze çarpıyor. Kut’ül Amare isimli diziye İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “sponsor” olduğu ve bilmem kaç milyon TL aktardığı ortaya çıktı. Peki, dizi yapımcıları acaba TRT’den de para almışlar mıdır, almışlarsa ne kadar? Bu işler herhalde “Yağma Hasan’ın böreği” gibi olmamalıdır. Kaldı ki o dizi böyle tarihi dizilerde olması gereken zenginlikte bir yapım da değildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi keşke bu tür yerlere dağıttığı paraları İstanbul’un trafiğini rahatlatmaya, kentsel dönüşüme, park ve bahçelere ayırsa idi!

Asıl konulara geçmeden önce, TRT Müzik’le ilgili önceki yazılarımda bahsettiğim tutarsızlıklardan ayrı olarak beni ve konuştuğum müzik otoritelerini rahatsız eden bir hususa dikkat çekmek istiyorum. O kanalda, “Sınırsız Ezgiler” diye bir program var. Züleyha ve Behzat Gerçeker sunuyorlar. Tabir yerinde ise Züleyha Hanım programın assolisti! Hadi, eğlence programı olduğu için bir şey demiyorum da, tanıtımlarındaki ifade beni rahatsız ediyor. O ifadeyi şimdi tam hatırlayamıyorum ama özü şu: “Etnik müziğin kraliçesi Züleyha!..” Belki “kraliçesi” denmiyor ama sunuş tarzı bende o anlamı uyandırdığı için aklımda kalanı yazıyorum.

“Etnik müzik!..” Sözlükteki tanımı şu: “Belli bir yörenin, belli bir halkın, belli bir topluluğun kültürüne ait müzik türü olup yine o yöreye ait müzik aletleri ile icra edilen müzik türü!”

Söz konusu programda ise bu tanıma uygun bir akış yok. Züleyha ve vokalistleri –ki aralarında kendisinden daha güzel icra edenler var- genellikle halk türkülerinden ve bazen de “Türk Pop Müziği’nden eserler sunuyorlar. Züleyha’nın kendine has ve daha çok festival, taverna havasında bir söyleyişi var ama neticede söylediği Türk Müziği. Peki, takdim edilirken niye “Etnik Müzik” vurgusu yapılıyor? Türk Müziği yurt içindeki bir topluluğun kendine has müziği olarak mı değerlendiriliyor? Hadi onlar öyle dediler, TRT gibi bir kurum buna nasıl izin veriyor? Kimsenin dikkatini çekmiyor mu?

Kimsenin dikkatini çekmediğini sandığınız ama hizmet süresini doldurup emekli olan ya da kapı dışarı ettiğiniz tecrübeli yayıncıların dikkatinden kaçmayan bir şeyler daha var. İşte bir örnek:

TRT 2’de 18 Ağustos 2019’de “Şampiyonlar” isimli bir film yayınlanmıştı. Orada bazı otomobillerin markalarına buzlanma uygulanmadan adeta reklam edildi. Aynı film, 3 Eylül 2019’da TRT 1’de saat 22.10’da tekrar edilince bu defa araba markaları kapatılmıştı. Yani TRT 2’de DENETİMSİZ, TRT 1’de ise DENETİMLİ olarak yayınlanan bir film!

İşte bunlar tecrübe ve liyakat gerektiren işlerdir. Emekliliğe zorlanan ya da İFP listesine alınıp gönderilen personel işbaşında olsa idi böyle başıboşluklar olmazdı.

Gelelim bu başıboşluklara sebep olan asıl konuya…

9 Temmuz 2018 tarihinde yayınlanan bir KHK ile TRT’ye, “İstihdam Fazlası Personel” belirleme yetkisi verilmiş, emekliliğini hak eden 2.100 kişiden, talepte bulunan 1774’üne “Teşvik ikramiyesi” verilerek emekli edilmişlerdi. TRT yetkilileri daha sonra, verilen “yetki”ye dayanarak 169 kişilik bir İFP listesi hazırlayıp Devlet Personel Başkanlığı aracılığı ile rasgele kurumlara dağıttı. “Rasgele” diyorum, çünkü yapılan itirazlar, konunun basına intikal etmesi, siyasi gündeme girmesinden sonra bu personelin kendi kadroları ve özlük hakları ile birlikte dağıtılmaları sağlandı. Peki, “sağlandı” da ne oldu?

Mesela “Prodüktör” ya da “Yayın Denetmeni” olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderilenlerin ilk bakışta Diyanet TV’de görevlendirilecekleri sanılıyordu. Oysa Diyanet TV doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı’na değil de Diyanet Vakfı’na ait olduğu için onlara görev verilemeyecekti. Milli Eğitime, üniversitelere gönderilenler için de durum farksız. Zaten, “rasgele” kelimesini rasgele kullanmadım. TRT’nin İFP’lileri kadroları ile gittiklerine göre gönderildikleri yerde onlara uygun kadroların bulunması gerekmez miydi? Devlet Personel Dairesi bunu da bilmeyecekse neyi bilecek? “Devlette liyakat kalmadı” deniyordu da, bu kadarına da pes doğrusu!

Yalnız, “farklı” olan bir şeyler de var tabii… Yaklaşık 80 kişi –herhalde yüksek torpilli olsalar gerek- İFP olmak için ayrıca dilekçe vererek kendi illerinde ya da istedikleri yerlerde görevlendirilmişler. Bunlar içinde emekliliğini hak etmeyen gençler bile varmış. Bu işte bile haksızlık, hukuksuzluk içinde katmerli haksızlık ve hukuksuzluk yapılmış yani.

İstekleri dışında İstihdam Fazlası gösterdiğiniz insanları mağdur etmek istiyorsanız, TRT bünyesinde de mağdur edebilirdiniz. Gittikleri yere kadroları ile gidip oturacaklarsa TRT içinde de oturabilirlerdi. Maaşları ve özlük hakları aynı kaldığına göre o hakları TRT’den almakla başka bir devlet kurumundan almaları arasında ne fark vardır? Hani, “Madem bu mereti yiyecektik de niye böyle yaptık” diye bir hikâye var ya, durum ondan farksızdır. Kaldı ki, İFP olarak gösterilen bazı kişilerin yerlerine daha onlar gitmeden, hatta gönderilecekleri kurumlar bile belli olmadan atamalar yapılması da başka türlü izah edilemez.

Siz aslında onları mağdur etmediniz, tecrübe ve liyakati kapı dışarı ettiniz. Gönderdiğiniz yayın ve teknik personelden “kaşının üstünde gözü vardı” dedikleriniz olabilir ama onlar da yıllarca bu işin içinde pişen kişilerdi. Ya yeni aldıklarınız? Ya devlet memurluğu müktesebatı bile olmayanlara verdiğiniz kadrolar? Ya TRT Yayın ilkelerinden habersiz olanlar? Onlarla ilgili yaşanan aksaklıkları yazımın birinci bölümünde ve daha önce bu konuda yazdığım yazılarda dile getirmiştim. Ama “Onları göndermeseydik mesela Osman Öcalan gibi eli kanlı bir hainle röportaj yapıp yayınlamamıza engel olurlar ya da en azından bu işin doğru olmadığını, yayın ilkelerine aykırı olduğunu söyleyip reytinglerimizi düşürürlerdi” diyorsanız o başka!

Ey TRT yetkilileri! Bütün bunlardan sonra hayatınızdan memnun musunuz? “Sahi biz ne yapmıştık da ne oldu” diye hiç düşünme fırsatınız oldu mu? Olmadıysa bir düşünün isterseniz.!