Yusuf Akçura, adını Türk mefkure tarihine altın harflerle yazdırmış büyük bir bilgin ilim adamıydı. Yusuf Akçura hem dava adamı hem de eğitimci olarak karşımıza çıkmıştır. Türkçülük akımının önde gelenlerinden biriydi hatta kimine göre Türkçülüğün babalarından biriydi. Şimdi Gelin bu büyük ilim ve dava adamı Yusuf Akçura,yı yakından tanıyalım.

Yusuf bey çok varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1876 yılında Simbir (ulyanovsk)’de doğmuştur. Babası Hasan bey adında bir fabrikatör annesi ise Bibi Banu Hatun idi. Babası Hasan bey, fabrikasında ağırlıklı olarak rus ordusuna çuha(yün kumaş) üretiyordu. Bu nedenle hem çok zenginhem de çok saygın bir kişiydi. Fakat Hasan Bey’in ani ölümü ile birlikte herşey tersine dönmüştü. Annesi Banu Hatun, fabrikaları ve serveti iyi yönetememiş ve kısa zamanda kendilerini dar boğazın içinde bulmuşlardı. Üzerine kızak ile bir kaza yapan ve kısmi olarak felç kalan Banu hanım , yakınlarının ve doktorunun tavsiyesi üzerine Yusuf’u da alarak İstanbul’a gelmiştir(1883).

Banu hanım(ö.1894), İstanbul’a geldikten sonra aslen Dağıstanlı olan Osman bey ile evlilik yapmıştır. Osman bey, henüz çok küçük olan Yusuf’la ve eğitimi ile yakından ilgilenmiştir. İlkokulunu ve rüştiye okulunu okuduktan sonra Osman Bey’in de teşviki ile Kuleli askeri lisesine yazılmış, oradan sonra da harp okuluna girmiştir. Harp okulu döneminde parlak bir öğrencilik geçiren Yusuf,  dönemin genç subaylarının birçoğunun olduğu gibi istibdat karşıtı idi. Genç Türklerin çıkardığı yayınları takip ediyor, onların okuduğu önderlerin kitaplarını okuyor ve istibdat karşıtı yazılar kaleme alıyordu. Bu nedenle okul döneminde birçok kez uyarı aldı ve sonunda 45 gün ceza aldı. Bu cezayı almasından sonra okula devam eden Akçura, kurmaylık sınıfına girdikten sonra yine aynı gerekçelerden hapis ceza aldı ve 102 gün hapis yattı.  Arkadaşı Ferit Tek* ve birçok erkanı harp öğrencisi birlikte rütbeleri sökülerek fizan’a sürüldü ise de Trablusgarp’ta ki hapishaneye götürüldüler. (1897)

Trablusgarp’ta ki hapis hayatı devam ederken burada ki arkadaşaları ile birlikte el yazması dergi çıkarıp el ile çoğaltmış ve mahkumların okumasını sağlamışlardır. Bir müddet hapis hayatından sonra da mahkumlara istediği takdirde rütbelerinin geri verileceği söylendi ve Akçura’da bunu kabul ederek Mülazım-i Sani rütbesini geri aldı. Bir yıl kadar çeşitli görevlerde bulunan Yusuf Akçura toplamda iki yılını geçirdiği trablusgarp’tan İttihat ve Terakki yetkillilerinin isteği üzerine 1899 yılında, Ahmet Ferid (Tek) ile birlikte kaçtılar.

Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit bey’in Trablusgarp’tan kaçışını İsmail Türkoğlu Türk yurdu dergisinin 339’uncu sayısında şu şekilde aktarmaktadır;

 “Onların kaçışlarını eczacılık yapmakta olan Lanson isimli bir şahıs adam başı on lira karşılığında sağlayacaktı ve Lanson’un bulduğu kayıkçı onları Tunus’a götürecekti. Anlaşma sağlandı, hazırlıklar tamamlandı ve belirtilen akşam resmi kiyafetli ve bellerinde kılıçlarıyla iki arkadaş sahilde zamanın dolmasını beklemeye başladılar. Nihayet zaman gelince kibrit çakarak karşı tarafa işaret verdiler, onların işaretini gören sandal da kibrit çaktı ve kıyıya yanaşmaya başladı. Ancak kıyı sığ olduğundan sandal bir türlü yanaşamıyordu, beş on adım suda yürümek zorunda kaldılar. Ayakları ve paçaları su içinde kalmıştı. Heyecandan olsa gerek Akçura sandala atlarken kılıcı sandalın demir aksamına çarptı ve sesiz gecede büyük bir gürültü kopardı. Ancak beklenen olmamış bu gürültü sahilde bekleyen nöbetçiler tarafından duyulmamıştı. Fakat asıl heyecan kıyıda bekleyen Osmanlı donanmasına ait Muzaffer Korveti’nin yanından geçerken yaşandı. Kotradaki herkes adeta nefesini tutmuştu, sessizce korvetin yanından Tunus’a doğru geçtiler. Biraz uzaklaştıktan sonra kotranın kaptanı yelkenleri açtı ve elverişli rüzgâr sayesinde denizde süzülmeye başladılar. Fakat heyecanları hâlâ devam ediyordu, ya kaçtıkları farkedilip, takip edilirlerse? Neyse ki korkulan olmadı, gün ağarırken Trablusgarp ufukta dumanlı, müphem bir yığın gibi kalmıştı. Heyecanlı ve yorucu üçüncü günün sonunda Cerbe adası önlerindeydiler. Artık esaret, yarı esaret sona ermişti. Cerbe adasında birkaç gün dinlendikten sonra yine deniz yoluyla başkent Tunus’a geçtiler. Bilinmeyenlerle dolu Paris’e gitmek için çok da acele etmediler, onları Marsilya kıyılarına götürecek uygun bir gemi bulana kadar Tunus’da iyice dinlendiler.”

Nihayet Paris’e ulaşan Akçura ve Ahmet Ferit bey, burada memleket meseleleri hakkında çok fazla düşünme şansı buldular. Bir an önce memleket yararına birşeyler yapmak istiyorlardı fakat eğitiminin bu yönde yeterli olmadığını düşündüler. Bu nedenle dönemin en saygın okullarından olan  Paris Serbest Siyasi İlimler Mektebi (Ecole Libre des Sciences Politiques)’ ne kaydoldular ve yine dönemin ünlü tarihçileri olan Albert Sorel ve Emil Boutmey’den ders aldılar. 1902 yılında bu okulu üstün derece ile bitiren iki genç Avrupa eğitim sisteminden ve aydın ssınıfından çok etkilenmişlerdir. Hamit Zübeyr’in dediği gibi “İki genç batı kültüründen kana kana faydalanırlar.”

Paris’te ki eğitim hayatı 1903’te sona eren Yusuf Akçura, istibdat yönetiminin kendisinin İstanbul’a gelmesini yasaklamasından dolayı Rusya’ya dönmek zorunda kaldı. Ata topraklarına geri dönüş yapan Akçura burada milliyetçilik adına çalışmalar yapmaya başladı. Fakat kendisiyle adaş olan amcası Yusuf bey’in isteği ile onun Fabrikalarının başına geçmek zorunda kaldı. Yaşlılığından dolayı fabrikalarını idare edemeyen amca Yusuf Bey’in servetini de yönetmeye çalışan Akçura, bu yoğunluğun kendisini memleket meselelerinden uzaklaştırdığını düşünmeye başlamıştı. Yüreği memleketi milliyetçilik için çarpan Yusuf Akçura, çok geçmeden amcasının yanından ayrılmaya kara verdi ve Kazan’a geçti. Burada bir okulda tarih ve coğrafya dersleri verdi. Öğretmenliği devam ederken, aynı zamanda milliyetçilik hakkında yazı yazdığı “kazan muhbiri” adlı bir gazete de çıkartıyordu.  Yusuf Akçura’nın genç Türkler(ittihatçılar) ile irtibatı burada da kesilmemiş ve iletişimi halen devam etmekteydi. Bu tarihlerde yazıları o kadar beğenilmekteydi ki, dünyanın farklı yerlerinde olan Genç Türkler kendi yayınlarında Yusuf Akçura’nın yazılarını yayınlamak için gayret gösteriyordu. Akçura, Mısır’da ki Türk gazetesine daha sonra Türkçülüğün de doktrini halini alacak “üç tarzı siyaset” yazısını da bu zamanlarda göndermiştir.(1904).

Yazdığı bu makale ile Türk yazarların bazılarının dikkatini çekmiştir. O dönemde Mısır’da bulunan ve Türk gazetesi yazarlarından olan Ali Kemal de bu makaleye karşı tenkit yazısı yazmıştır. Mısır’da bulunan ve Yusuf Akçura’nın kader arkadaşı olan Ahmet Ferit (Tek) bey de Yusuf Akçura ile aynı görüşte olduğunu söylemiş ve bu yönde yazılar kaleme almıştır. Bunlardan biri de TTK’nın yayımladığı Üç Tarzı Siyaset kitabının arka bölümünde yer almaktadır.

Rusya’da ki Türkler arasında büyük bir şöhrete kavuşan Akçura,  1905 yılında Rusya Türklerinin tertip ettiği gizli toplantılara katılmaya başladı. Siyasi faaliyetler içine girince de tutuklanarak kırküç gün hapis yattı. Serbest kaldıktan sonra Kırım’a geçmiş ve burada ki Türk milliyetçileri ile görüştü. Milliyetçilik fikirleri yönünden kendisini çok etkilemiş olan eniştesi İsmail Gaspıralı’nın yanında kalmaya başladı ve burada çalışmalarına devam etti. Tercüman gazetesinde muhabirlik yaparken yine Rusya’da çıkan Vakit gazetesinde yazılar yazıyordu. İsmail Gaspıralı ile siyasi faaliyetlere de bir taraftan devam etti. Bu durum 1908’de ki Meşrutiyetin ilanına kadar devam etti.

Yusuf Akçura 1908’den sonra yasakların kaldırılması ile İstanbul’a geldi. Türkiye’de ki Türk milliyetçileri ile bir araya geldi ve bir an önce faaliyetlere başladı ve dernek kurulması için çalıştı.Aynı zamanda Darül funun tarih dersi vermeye başladı.  Aralık 1908 yılında kurulan Türk derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu dernek bünyesinde “Türk Derneği Dergisi” adında dergi de yayına başladı. Bu derneğin diğer kurucuları ise bazıları şöyledir; Ahmed Midhat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Tahir Bey, Dağıstanlı  Celal Korkmazoğlu, Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Müverrih Arif Bey,  Rusça Müderrisi Musa Akyiğit, Fuad Raif; filozof Rıza Tevfik, Ahmed Ferid(tek) Bey. Ayrıca Köprülü Fuad Bey, Mehmed Emin Bey, Gaspıralı İsmail Bey, sonradan Azerbeycan Türk Cumhuriyeti Başvekili olan Yusuf Beyzade Nesip Bey, Ağaoğlu Ahmed Bey, Hüseyinzade Ali Bey,  doktor Fuad Sabit, Ispartalı Hakkı  da derneğe ilk katılanlar arasındadır.

Yusuf Akçura 1911’de Türk yurdu cemiyeti’nin de kurucularından oldu. Daha sonra cemiyette Ziya Gökalp gibi isimlerle birlikte delege olarak yer aldı. İttihat ve Terakki bu gelişmeleri yakından takip etmiş ve desteklemiştir. Türk yurdu cemiyetinin kurucularının çoğunluğu zaten ittihatçı kimllikli insanlardı. Yusuf Akçura Türk Yurdu dergisinin 1912’ de imtiyaz sahibi oldu.  Nihayet 1912’ Türk yurdu cemiyeti yerini “Türk Ocağı”na bıraktı. Türk yurdu dergisi de ocağın bünyesine devredildi.

Yusuf Akçura siyasi faaliyetlerine büyük bir gayretle devam etmekteydi. Sadece Türkiye’nin, anadolu’nun içerisinde bulunduğu zor durumlardan kurtulması için uğraşmıyordu. Aynı zamanda Rusya’ da ki Türklerin de haklarını savunuyor ve onların bağımsızlığı için uğraşıyordu. Birçok Avrupa ülkesine giderek oralarda Rusya’nın Türklere yaptığı baskıyı ve ayrımcılığı anlatıyordu. Hatta bu doğrultu da1916 yılında Rusya’da ki Türkler için bir cemiyet dahi kurdu. Cemiyetin ismi Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti idi. 

Birinci Dünya savaşı sırasında ise Yusuf Akçura,  Rusya’nın elinde bulunan Osmanlı askerlerini yurda getirmek için Hilali Ahmer tarafından görevlendirilmiştir. Rusya’ya giden Akçura, burada Başkurt reisi Zeki Velidi Togan ile bir araya gelmiştir. Burada Togan arkadaşları ile birlikte, Osmanlı askerlerinin Rusya’dan tahliyesi için Akçura’ya büyük yardımlarda bulunmuştur. İç savaşın henüz devam ettiği Rusya’da kalarak kurduğu Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti’nin faaliyetlerini yürütmüştür. Mutareke’den sonra yurda dönen Yusuf Akçura,  Ahmet Ferit Bey’in kurduğu siyasi partiye üye olduktan  kısa süre içerisinde işgal kuvvetleri tarafından tutuklanmıştır. 1920 yılından hapisten çıktıktan sonra en yakın arkadaşı olan Ahmet Ferit bey’in baldızı ile evlenmiştir.

Yusuf Akçura, evliliğinden kısa bir süre sonra Anadolu direnişi için Ankara’ya geçmiştir. Milli mücadele döneminde büyük faydalar sağlamıştır. Bu dönemde Mustafa Kemal paşa ile birlikte çalışma imkanı bulmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa, Akçura’nın fikir adamlığını bildiğini ve takdir ettiğini söyleyebiliriz. Ama Paşa, bu dönemde Akçura’nın devlet adamlığını ve hariciye’de ki verilen üstün görevleri titizlikle yerine getirdiğini görmüş ve büyük olasılıkla ona birkez daha hayran kalmıştır. 1923 yılına gelindiğinde İstanbul’u İngilizlerden teslim almaya giden heyetin başında Yusuf Akçura’yı göndermesi de zaten tesadüf sayılamaz.

İstanbul’u teslim almaya gelen heyetinde başında olan Akçura,  devir teslimde imzayı atan kişi idi. Yusuf Akçura cumhuriyetten sonra da Mustafa Kemal’in yanında olmuş ve birçok görev almıştır. Atatürk’ün isteği üzerine 1923’de İstanbul milletvekilli olarak meclise girmiştir. Ankara’da ki hukuk mektebine 1925’ tesiyasi tarih öğretmeni olarak atanmıştır. 1931 yılında Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda Türk Tairh Kurumu’nun kuruluşunda etkin rol oynadı ve 1932’de bu kurumun başkanı oldu. 1933’te de İstanbul Üniversitesinde Siyasi Tarih alanında Öğretim üyeliği yapmaya başladı.1935 yılında ise kalp krizi sebebiyle hayata gözlerini yumdu.

SON OLARAK

Yusuf Akçura, günümüz Türkiye’sinde belki “ben Türkçü ve Atatürkçüyüm” diyen bazı insanlar tarafından bile tanınmaz. Fakat bu büyük şahsiyet olmasaydı, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi kişiler olmasaydı, Bugün Türkçülük fikriyatından bahsedemeyecektik. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in mihenk taşı olan bu insanlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün birinci ilham kaynakları idiler. Atatürk’ün fikir dünyasında elbette ki birçok büyük fikir adamı vardır fakat Paşa’nın fikirlerine son şeklini veren düşünceler Akçura gibi fikir önderlerinin ortaya koyduğu fikirlerdir. “