25 Nisan 2000 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bahçesinde Türkiye’de o güne kadar görülmemiş bir olay yaşanmıştı.

İlk defa bir Türk milliyetçisinin Cumhurbaşkanı olması ihtimali belirdiği için adaylık müracaatını yapmak üzere hareket eden MHP Milletvekili Sadi Somuncuoğlu, kendi partisinin milletvekilleri tarafından tartaklanarak engellenmişti.

30 Aralık 2022 günü yani o olaydan 22 yıl sonra ise yine Ankara’nın en merkezi yerlerinden birinde bu defa Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın bir önceki Genel Başkanı katledildi. Bu yürekleri dağlayan olay her nedense beni 22 yıl öncesine götürdü. O olay adeta naklen yayınlanmış ve bizler televizyon başında kahrolmuştuk.

Biraz sakinleştikten sonra kâğıda kaleme sarılarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye “25 Nisan 2000” başlıklı bir mektup, ardından da Ülkü isimli bir ilkokul öğrencisinin ağzından “Ülkü’den Ülkücülere” başlıklı yazıyı hazırlayarak yayınlamıştım.

Ülkü, ailesinden görüp duyduğu, ailece yaşadıkları Ülkücü Duruş ve tavırla o yaşananları bir türlü birleştirememiş, şöyle sitem ediyordu:

“Ülkücüyüm” diyen ve “Ülkücülük” adına söz sahibi olduğunu iddia edenler! Lütfen işin doğrusunu söyler misiniz? Daha yaşım küçük...   Henüz 10 yaşındayım ve adım Ülkü. Eğer “Ülkü” ve “Ülkücülük” sergilendiği gibi bir şeyse yol yakınken önce adımı değiştireyim sonra da bu işten vazgeçeyim. Ama öyle değil   de   Bilge Kağan’ın işaret ettiği “Bilgisiz, kötü, âhenksiz” beylerseniz ve ülkücülüğü siz bu hale getirmişseniz vay halinize. Yarın büyüyünce   hesap sorarım, bilesiniz!”

Ülkü bu sitemlerinde haklı idi. Çünkü o, adının anlamını ve ülkücülüğü şöyle öğrenmişti:

“Ülkü çok güzel, çok kıymetli bir şeymiş. İnsan ülküsü için her şeyi göze alır, canını bile feda edermiş. Ulaşılmak istenen en son hedefmiş ülkü. Bu ülkünün peşinden gidenlere “ülkücü” denirmiş. Ülkücü; dürüst, yiğit, ahlâklı, terbiyeli ve alçakgönüllü olurmuş. Kimsenin kalbini incitmez, kimseye kötülük etmezmiş. Bir iyilik meleği imiş ülkücü. Yemez yedirir, giymez giydirirmiş. Vatanı – milleti için kendini feda eder, hiç menfaatini düşünmezmiş. Aç kalır, susuz kalır ama başkasının malına göz dikmezmiş. Hoşa gitmeyen, yüz kızartan hiçbir işe bulaşmazmış ülkücüler…”

Gel zaman git zaman 30 Aralık 2022 Cuma günü Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın bir önceki Başkanı Sinan Ateş güpegündüz ve herkesin gözü önünde, Ankara’nın göbeğinde katledildi. Bu, “Tetikçiler şudur, budur” diye geçiştirilecek nitelikte basit bir olay değil. Çünkü onlar İstanbul’dan yola çıkıp bu iş için gelmişler, daha doğrusu gönderilmişler. Organize bir iş ve eylem olduğu ortada. Fiili işleyenlerin Sinan Ateş’le bir alışverişleri, oturup çay kahve içmişlikleri yok. Azmettirip yönlendirenlerin, yol gösterenlerin olduğu açık seçik ortada ve “Bütün yollar Roma’ya çıkar” misali bütün bulgular bir yere götürüyor. Ne yazık ki 25 Nisan 2000’de TBMM bahçesinde yaşanan olayın bir benzeri yaşanıyor ve çok acıdır ki bu defa ölümle sonuçlanıyor.

Sonuçlanıyor da şu satırlar yazılırken olayın üzerinden tam beş gün geçmiş, altıncı güne giriliyor olmasına rağmen MHP ve Ülkü Ocakları’ndan ne bir ses ne bir nefes ne bir taziye mesajı var! Millet ve özellikle Ülkücü camia, o absürt tiyatro oyunundaki karakterlerin çaresizlik içinde Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir şeyi bekledikleri ya da “Altılı Masa’nın Cumhurbaşkanı adayı”nın merak edilmesi gibi ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Gözler, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Ocak Salı günü yapacağı grup konuşmasına çevrilmişti ki bütün ümitler boşa çıktı. Devlet Bey açıktan o konuya temas etmediği gibi adeta dikkatleri iyice MHP üzerine çekecek ifadeler kullandı. Konuşma metnini İzzet Ulvi Yönter isimli Genel Başkan Yardımcısı’nın hazırladığı söyleniyor. O kişiyi tanımıyorum. Ülkücü camia ile ilgili bir geçmişi olduğuna dair de bilgim yok. Konuşmada geçen “2023’ü kirletmeyecek, üç hilali yargılatmayacağız” ifadesi ister istemez AKP’lilerin hiç alakası olmayan yerlerde, daha doğrusu cevap veremeyip sıkıştıkları anlarda kullandıkları “Ezan susmaz bayrak inmez” ve “TOGG’u durduramayacaksınız” sözlerini hatırlattı. 2023’ü kim kirletecek, kim kirletebilir? Üç hilali kim yargılayacak, kim yargılayabilir?

Üç Hilal’e, Ülkücü Hareket’e dışarıdan kimseler değil ama ancak camianın içinde ve özellikle liderin çevresinde bulunanların yanlış hareketleri zarar verebilir. Ölüye, şehide saygı insanlığın şanından, İslamiyet’in şiarındandır. Hele de yıllarca Ülkücü camiaya hizmet eden biri söz konusu ise bu saygı kaçınılmazdır. 12 yıl boyunca MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman’ın Danışmanlığını, ardından da Ülkü Ocakları gibi mazisi şan ve şereflerle dolu bir kuruluşun Genel Başkanlığını yapan Sinan Ateş’in uğradığı alçakça, haince saldırı karşısında sessizliğe bürünmek olacak iş mi? Böylece bütün dikkatleri üzerinize çekmiş olmuyor musunuz? Hele de İsmet Bey, Sinan Ateş’in, “Dede, dede” diye size koşup boynunuza sarılan kızları Banuçiçek ve Bengisu’nun yüzlerine nasıl bakacaksınız? Seçim bölgeniz olan Bursa’ya nasıl gideceksiniz? Prof. Dr. Semih Yalçın; siz titrinize uygun olarak orada birleştirici, kucaklayıcı olacakken tavırlarınız ve ifadelerinizle bütün tepkileri üzerinize çektiğinizin farkında değil misiniz?

Bu olay öncesinde ve sonrasında MHP ile Ülkü Ocakları’nın içinde neler yaşandığını bilemiyoruz.  Ancak kamuoyunda büyük infial uyandırdığı kesin. Hemen bütün siyasi partilerden en üst seviyede tepki gelmesine rağmen konunun asıl muhatabı ve tabir yerinde ise cenazenin asıl sahibi olan MHP ile Ülkü Ocakları’nın sessizliğe bürünmesi olacak iş değil. Tıpkı Ülkücü Hareket’in duayenlerinden Prof. Dr. Mustafa Kafalı, yazar Emine Işınsu, gazeteci Yücel Hacaloğlu ve başka ülkü erlerinin cenazelerinde olduğu gibi Sinan evladınızın cenazesini de kaldırıp bir taziye mesajı yayınlamadınız. Haliyle darağacına götürülen Pir Sultan Abdal’ın şu sözleri Ülkücü Şehit Sinan Ateş için de geçerlidir:

“Dar günümde dostum düşmanım belloldu/Bir derdim var idi şimdi elloldu

Ecel fermanı boynuma takıldı/Gerek vura gerek asalar beni beni beni

Can beni beni beni dost beni beni beni…”

 Olaydan sonra pek çok yorum yapıldı, ileri geri konuşuldu, 31 Aralık günü Bursa’da yapılan cenaze törenine yüz bine yakın insan katıldı. Artık konu yargıya intikal etmiş durumda ve haklı olarak herkes tam manasıyla adil bir yargılama bekliyor. Ucu kime dokunacak ve nereye kadar gidecekse en ufak bir ayrıntı ihmal edilmeden sonuçlandırılmasını beklemek gerekiyor. Bu konuda en makul, en aklı başında açıklamayı Sinan Ateş’in hanımı Ayşe Hanım yaptı:

"Ankara'da düzenlenen hain suikast sonucu şehit düşen eşim Sinan Ateş'in cenazesi için yakından, uzaktan gelerek acımızı paylaşan, taziyelerini ileten herkese ailemiz adına teşekkür ediyorum. Eşimin şehit edilmesinden bugüne gerek sosyal medyada gerekse bazı internet sitelerinde yer alan katil arayışlarının, hedef göstermelerin kimseye bir faydası yoktur. Sosyal medya bir hüküm yeri değildir. Devletimiz, suçluları tespit edecek ve gereken cezayı verecek büyüklüktedir. Her şeyden önemlisi Allah, en büyük adalet ve hüküm sahibidir. Acımızı bir siyasi malzeme haline getirmek, acımız üzerinden siyasi hesaplaşma yapmak isteyenlerden istirhamımız, ellerini vicdanlarına koymaları, acımıza saygı duymalarıdır. Şu anda tek bir gerçek vardır: Sinan Ateş, hain bir suikaste kurban gitmiş Ülkücü şehittir. Onun manevi hatırasına saygı göstermek isteyen herkesten tek beklentimiz duadır."

Evet… Devletten ve yargı organlarımızdan beklenen budur. MHP Genel Başkanı da “Kol kırılır yen içinde kalır” demeden konuyu bütün açıklığıyla aydınlatmalı, parti içinde ve Ülkü Ocaklarında dikkatlerin çevrildiği kim ya da kimler varsa gözünün yaşına bakmadan, partiye zarar verir endişesi duymadan gereğini yapmalıdır. Bu yapılmazsa yalnızca kolun kırılması ile kalınmayacak, ana beden büyük hasar görecektir. Değilse başta Sinan Ateş’in küçük kızları Banuçiçek ve Bengisu olmak üzere Ülküler ağlamaya devam edecek, Ülkücülerin çilesi bitmeyecektir.