Lokantaları vardı şehrin en nadide yerlerinde, bir zelzele oldu, bir tas çorba aradı içecek, bulamadı.

Oteller zinciri vardı beş yıldızlı, bir deprem oldu, tek kişilik yatak aradı uzanacak, eyvah dedi.

Siteler yapmıştı ultra lüks, güvenlikli, yüzme havuzlu, parkları, kreşleri, oyun alanlarıyla ama gün oldu yer yerinden oynadı, bir konteynır aradı ailesiyle sığınacak bir baktı ki yok yok yok…

“Düşmez kalkmaz bir Allah” ne muhteşem bir mesaj, ah bir anlayabilsek, ah görebilsek.

Deprem sürecinde yollarımız çok güzel insanlarla kesişti, karınca kararınca selam veren, salam alan… Bir haber ulaştı, deprem bölgesinden yeni bir aile gelmiş, telefonunu buldum, adresi aldım ve komşularımızla ziyaret ettik, öte beri… Aile beşi çocuk 10 kişi. Manevi ağabeyimin kızı Şule’yi hatırladım, arkadaşlarıyla çok hayırlı işler yapan…

Ertesi gün için randevulaştık. Beş çocuğu ve annelerini arabamla aldım, vardık gönlü güzel kızlarımızın “hayır hanesine.” Belimi incitmiştim, Şule de biliyordu, kapıda “amca sen eğilme, galoşunu ben giydireyim” dedi, iki çocuk annesi, bankacı yeğenim. Kibrini yenenlere selam olsun…

İçeriye geçtik, oradakilerle tanıştık. Gonca Hanım evin sahibi, arkadaşları Şeniz ve Damla hanımlar... Annelerinin boyunda genç kızlar, paketler hazırlıyordu. Çok etkilendim, Gonca hanıma, “ne güzel işler yapıyorsunuz kızım” dediğimde ne cevap verse iyi? “Efendim burası bize Allah'ın emaneti, biz sadece aracıyız.” Ailesi İskenderun’da yaşıyor, depremden etkilenmişler, birinci dereceden can kaybı yokmuş ancak akrabalarından maalesef…

“İki alternatifim vardı”, dedi. “Ya evde oturup televizyon seyrederek ağlayacaktım ya da gücüm yettiğince ele ihtiyacı olanlara el atacaktım. İkinci yolu seçtim. Sağ olsun arkadaşlarım ve kızlarımız da yardımcı oluyor.”

Çok sayıda gelen var. Çocuk ve genç giysileri, oyuncaklar, bebek malzemeleri, erkek kadın giysileri, gıda paketleri, bunların tamamı yeni, sıfır... Çocuklar istedikleri kadar oyuncak aldılar, tepeden tırnağa giyindiler, ev yapımı gıdalarla beslendiler. Sonra hanımlar ve çocukları, eşyaları bagaja yerleştirdiler, bizi yola saldılar…

Yolda sohbet ederken 4 numaralı kardeşe sordum, “Devran, benimle arkadaş olur musun?”,  “olurum” dedi. Bir “çak” yaptık benden 59 yaş küçük arkadaşımla. Gece babaları aradı, “…amca, çocuklar çok mutlular, sana teşekkür etmek için aradım” dedi. Ben de “ne yaptık ki evladım, bizler sadece köprüyüz” diyebildim, yutkundum.

Sonuç olarak diyorum ki;

Bölmeyin bizi, itmeyelim birbirimizi, bakın deprem taraf tutmadı, zengin-fakir demedi, şu partili bu partili ayırmadı, bizden diye kimseyi kayırmadı, boynuzlu koç sürüden sıyrılmadı, uyanık olan üç kağıtçı hırsızlar aradan sıvışamadı, sağlam binalarda yaşayanlar hariç herkes bu afattan bir şekilde canıyla, malıyla, evladı ayanıyla zarar gördü.

Binaları sağlam yapalım, tarım arazilerini imara açmayalım, çok büyük daire yerine aynı maliyetle daha küçük daireler yapalım, deprem olacak ama ölüm olmasın. Ne diyoruz iyilik iyidir, hırsızlık kötüdür, rüşvet haramdır, cana mala neden olacak eyleme kıyısından köşesinden göz yummak katilliktir.

Hani anlatılır ya “Hz. Ömer adaletle hükmetmek ve ölümü hatırlamak için bir adama: “Her sabah kapımı çalıp, Ölüm var ey Ömer, ölüm var de bana”, demiş ya… Yahu(!) vallahi değmez, onurunla yaşa, onurunla öl, dünyaya gelip de ölmeyen bırakalım insanı, tek bir canlı bile yoktur.

Güzel bir Milletiz, dört iyi kadını anlattım ve daha niceleri var orada burada, başkaca canları kendi cananlarından ayırmayan, görülsün, örnek alınsın isterim, vesselam…