Nereye gidiyoruz? Diyen olacak tabi ki.
Okuyunca anlayacaksınız.
Haydin yunakçı kalmasın, temizlenmeye, çimmeye(yıkanmaya) gidiyoruz.
Yunak yumak,
Yunak yeri,
Yunak taşı,
Yunak kuyusu,
Yunak Çaputu,
Tokuç, çamaşırları dövmeye yarayan ağaçtan yapılmış sapın ucunda düz ve enli kalın şekilde tek parça alettir.
Kazan,
Saplı, (genelde bakırdan olan şaplı büyükçe bir kepçeye benzer derince kap. )
Helke, (Altı ağaç kenarı silindir şeklinde çinko, kulpu olan kova.)
Gökçiğit, ( çamaşırın durulama suyuna konulan küçük mavi kalıplar şeklinde madde.)
Küllü su,
Anahtarlı Mustafa Kilis sabunu, araç gerek hazır, eşeklere yükleyip yola koyulalım bakalım nereye varacağız?
Haydin biraz temizlik yapalım, kirlerimizi temizleyip aklanıp paklanalım, bitlerimizi kıralım mı? Ne dersiniz?
Bu kelimeleri ilk kez duyan olacağı gibi, Z kuşağı ne diyor teyze kafayı yemiş de diyebilir veya gogul dezzeye sorabilir. Çamaşırın nasıl yıkandığı hakkında fikirleri dahi yok çoğunun.
Çocukluğumun kelimeleri, dilimin döndüğünce anlatmaya başlayayım.
Aha da bunlar çimmek ve yunak yumak için gerekli malzemelerdi.

Suyun kıt olduğu zamanlarda benim de çocukluğumda bizim köyde yunağa gidilirdi. Biraz daha eski zamanları da büyüklerimizden dinledik.
Yunak yumak (çamaşır yıkamak) bir merasim gibi olurdu.
Akşamdan Yunak kuyusunun(adı da Yunak Kuyusu özellikle o kuyu yunak için ayrılmıştı) başına eşekle odun ve kazan götürülür yer kapılırdı.
Sabah erkenden çorçucuk ev halkı toplanır, yıkanacak ve giyilecek ne varsa alınır eşeklerle konur tokuç da omuza denek gibi atılır yola düşülür kuyunun başına birikilirdi.
Çok da neşeli olurdu bu merasim. Beş, on gitmişliğim var, bu merasime, belki de daha fazla.
Üç veya dört aile birden yunağa gidebilirdi. Yunak taşları ve ocaklar ona göre düzen kurulmuş gelenler de oralarda işini yapardı.
Ocaklara ataş yakılır, kazanlar kurulur(saç ayağı seklinde üçtaş üzerine) sular helke(kova) ile kuyudan çekilip doldurulur kaynatılırken bir yandan da tenekelerde Küllü su çökertildi. Her odunun külü de alınmazdı.
Daha önce ocak içinde biriken küllerden alınıp kaynar suyun içine tenekeye atılıp külün dibine çökmesi beklenirdi.
Bu Küllü su çamaşırın yıkanmasında kullanılırdı. Herhalde mikrop kırıyordu.
Birde çamaşır yumuşak oluyor derlerdi. Çeşitli dal veya ot da kaynayan kazana atılırdı.
O zamanlar dezenfektan diye bir şey yoktu tatbiki.
Çamaşır makinesinin adı bile yoktu ki.
Çeşit çeşit deterjan, yumuşatıcı ne gezer. Çamaşır leğeni bile yoktu.
Şimdiki akıllı Z kuşağının çoğunluğu makinede nasıl çamaşır yıkanıyor haberi bile yok ki.

Yunak taşlarının üzeri yıkanır(bunlar masa gibi düz ve pütürsüz büyükçe sağlam taşlar, kaya) önce koyu renklerden başlanırdı yıkamaya.
Su tası ile (saplı da denir ) küllü suyla karıştırılan sıcak su dökülür sabunla sürülür bilek gücü ile çitilir(çitilenir)sonra kollar yakalar düzgün şekilde dürülür ver babam tokucu, vur Allah vur.
Renkler sırasıyla en koyudan başlanır, daha açıkları ve beyaza kadar aynı işlemi görürken de tokucun şiddetinden nasibini alırdı.
Sırasıyla karadan aka bütün çamaşırlar aynı şekilde sabundan ve tokuçtan nasibini illaki üst üste konarak alırlardı.
Ha bakın bir de söz vardı çamaşır yıkayanlara sanki not verircesine

Kimini el ağartır, kimini er ağartır(temizler, beyazlaştırır).
Yani parası çok olan sabunu basar çamaşırı ağartır, gücü olanda bileğine güvenir anlamında kullanılırdı.

Sonra sırası ile bu sefer tersten önce beyazlar ve renkliler sonra da siyahlar ocaktaki kaynar kazanın içine atılır Küllü suda eklenir kaynatılırdı. Zararlı ne varsa ölür paklanırdı.

Yine tokuçtan kısmetlendikten sonra helkedeki suda durulanır ve iki kişi karşılıklı geçer birbirinin tersi yönünde kıvratarak çamaşırlar(sırtalar) (bin devirde) sıkılırdı.
En son durulama suyuna çamaşırlar parlak dursun diye çigittaşı(küçük kalıplar halinde kesme seker gibi maviye çalar bir madde) korkardı ki yağlıklar güzel görünsün diye atılarak durulanırdı.
Gelelim kurutmaya, en doğalından, çalıların üzerine serilir güneşten kısmetlerin ve kupkuru olurdu.
***

Yunak işi bitince kazanlar yeniden yıkanır, temiz sular doldurulur çalıların arasında çocuklar tek, tek yıkanır su çaputu ile kurulanıp(pamuktan tamamen elde eğilip dokunur, tek bir tane olurdu herkesin ayrı havlusu olmazdı) tertemiz olurduk... Ha bu arada üzerimizden çıkanlarda yıkanırdı.
Banyomuz gök kubbenin altı idi, çalılarda perde.
Ardından da büyükler yıkanır işlem biterdi.
Her şey toparlanıp tertemiz eve dönülürdü.
Eskiden büyük kuyunun yanında yunaklık denen dört duvar ve içinde yunak taşları ile ocak yerleri varmış… Yıkılmış ben onu bilmiyorum anam öyle anlatırdı.
Ha birde yunaklık diye yağmurda dereden akan suyun toplandığı yer vardı. Orada da su olunca, çul çaput ne varsa kazan oraya da kurulup yunak yunurdu.
***
Banyodaki dolaba bakınca vay be dememek elde mi? Kapitalist dünya bir çamaşır yıkamak için kaç türlü kimyasalı birleştirip arza sunmuş.
Tabi biraz büyüdüğümüzde Yunak yerleri evimizdeki ocağın başındaki tıngır(genelde çinko olurdu) leğenin içi oldu.
Sonrada plastik leğende çimmeye başladık.
Deterjanlar köye ulaştı.
Ne kül kaldı ne ocak.
Köylerde de artık tıkır, şıkır makineler çalışıyor.
Üzerimizde birer çift giysi olurdu, gerekirse yamanır, iyice eskiyene kadar giyerdik. Yani biz onu atmaz idik o bizi terk etmek zorunda kalırdı.
Yine de atılmazdı, ya tutacak olur ya kırpılır dokuma çul olarak hizmete devam ederdi.
Eskimezse arkadan gelen kardeş giyerdi.
Biz dağlarda yalın ayak, baş kabak çok mutlu idik, şimdi dolaplar giysi dolu, belki de yıkanmadan atılanlar var ama yetinmesini bilen yok.
Mutlu olmayı unuttuk, yetinmek kelimesinin anlamını bile anımsamıyoruz.
Şükretmek aklımıza bile gelmiyor.

Yardan öyle bir yunak yusa ki salgın bitip gitse. Her türlü kötülük kaynar kazanda kaynasa, arta kalanı da tokuçlasa ne güzel olurdu.
Kalın Sağlıcakla __Ellerinizi Yumayı Unutmayın__Meyrem'ce