Şu sıralar Sadettin Ökten’in bir cümlesine rastlar oldum, indimde cümle pek manidardır ve sizinle paylaşmak isterim, ey muhabbetli okur. Kıssadan pay ile şöyle diyor Ökten Hoca: “İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. ‘Yapamadım, yetiştiremedim’ hiçbir zaman bitmez. Hiçbir devirde de bitmemiştir”. El-hak, ne doğru mevzu değil mi? Fark ettiniz, biliyorum; insanın gökyüzüne bakacak vakti “var” demiyor Ökten; “olmalı” diyor… Bir gerek şart hali, yani biz insana hak olan; fakat alınmış, gasp edilmiş şeyden bahsediyor Ökten Hoca: zaman, zamandan bahsediyor!

Ökten Hocanın cümlesini okuyunca kendime dedim ki “al ve bugünkü şartlara vur”. Mesela mesai saatlerinin 40 saate indirilmesi tevatürü var ya bu aralar, bilirsiniz... Gazeteler, sosyal medya konuya çentik atarken işçiler aralarında çoktan konuşmaya başladılar bile: “Olur mu olmaz mı?”. “Hükümet, bu iyiliği çalışanlara yapar mı?”. İnsanların yenik yüzü görmeyen hayat pahalığında, işinden edilme korkusunda, yetmeyen maaşlarında biraz daha kendine dönmesine, ailesi ile hoşbeş vakit geçirmesine bu devletlular müsaade eder mi?..

Umut ve rüyaların pek çabuk karabasana döndüğü memleketimde hükümeti ve patronları rahatsız etmiş olacak ki Çalışma Bakanı muhterem, kaçak bir geçiştirme ile konuyu savdı başından gitti… Yani adam dakikada vaziyet aldı duruma, iyi mi?!. E olur yani, bizim memlekette vakayı adiye sayılır artık; işine gelmeyeni savuştur; işine geleni de mal bulmuş mağribi gibi belle, at tut havalara!

Değerli Habererk.com okuru; insanlar köle gibi çalıştırılıyor ve kimsenin “gıkı” çıkmıyor. Şu üç harflilerde çalışan emekçilerin haline bir baksanız hele! Sizin yurttaşlarınızın resmen imanı gevriyor da etraftan “çıt” yok. Ha… İğneyi kendimize de batıralım: bize hizmet edenleri de “maaşını almıyor mu, elbette beni memnun edecek; tipini, dilini, halini kanaat noteri gibi mühürler; karakterini de benim çokbilmiş kantarıma koyar, tartarım” edalarımız var ya… Ya hu arkadaş, elimizden gelse, ramak kaldı, birbirimizin gözünü oyarız.

Belediye şirket işçiliği yapan (Sanat Tarihi mezunu) arkadaşım bir bilgi paylaşmıştı benimle: Sorumlu müdür, şirket işçilerini yanına çağırdığı bir anda liste çıkarıp göstermiş ve şunları laflamış BİT çalışanlarına “beğenmeyen gider, işte bu liste; yüz tane adam yazılı, kimse vazgeçilmez değildir”. Müdür, büyük(!) adammış; işçiler alkışlamamış ise özür sayılmalı…

Çağ tüketim çağı, her şeyi tüketiyoruz. Bu ne biçim tüketim; ama… İnsanların emeğini üç kuruşa insafsızca satın alıp, hoyratça kullanıp, ezip biçerek etten kemikten torbalar haline getiriyoruz. “Çalıştığına şükret!”, “dışarıda yerine bir sürü adam var!”, “itaat et ulan, itaat” zikri ile hamd ettirilen bir dünyada hangi gariban işçi “ben 40 saat çalışayım” diyecek?!. Hangi omurgalı sendika, işçi yevmiyesini kesmekten gayrı bu işlere önayak olacak…

Bir emekçi kendine daha çok zaman ayırdığını düşünelim. Kitap okuyan, tiyatro ve sinemaya giden, bir sosyal aktivitenin içinde bilinçlenen, mahallesini, doğayı ve dünyayı tanıması için habitatı oluşmuş bilinçli birey hayal edin. Öyle bir toplum ki bunların hepsini sağlıyor… Yok, Türkiye’den bahsetmiyorum, kayıp kıta Atlantis halkını böyle hayal ediyorum elbet! İnsanı ne kadar çok işe bağlarsan ki bu bağlama fena nobrandır farkında değiliz, sorgulaması gerekeni hamd ve şükür katsayısını dâhil edip o kadar az sorgulatırız. Bu durum iktidarların pek işine gelir vallahi! Cum’aya gidip “haddini bil ey nankör insan” hutbesi ile bir lokma yiyip, bir hırka taktığımız Pazar tatili neyimize yetmiyor, nankör müyüz bre?!.

Hele söyleyin kıymetli okur; bu ülkede insanın değeri var mıdır? Emekçinin hakkı hukuku, değeri var mı hiç? “Aman işimden olmayım” diyenler ile dolu şu memlekette cesaret kolay mı?!.

Resim1-3

HABERTÜRK’ün 20.02.2024 tarihli, kıyıda köşede kalmış bir başlığını hatırlatalım: “3 işçiden 1’i, haftada 50 saatten fazla çalışıyor”. Türkiye’de bir emekçi, OECD ortalamasının 8 saat üzerinde (bu fazladan bir gün demektir) fazla çalış(tırılı)ır. Daha çok çalışarak-çalıştırılarak primi ona göre kesilir, vergi ona göre alınır ki işçi maliyeti olduğunca ucuzlasın. Ankara’da oturan bürokratın veya kabinedeki muhal Bakanın çalışanlara insan yerine veri ve adet olarak baktığına eminim. İktidarlar emekçinin kesesinden ona göre de vaatlerini sıralamakta maruzat bulmazlar. 

Sürekli çalışma sürekli sömürüdür ve bitimsiz baskı demektir. Haftanın altı günü çalışan, üstüne zorunlu mesai istenen bir bireyin hiçbir sağlıklı yönünden bahsedemezsiniz. İslami değerleri savunanlar ile modern kapitalist piyasa azmanlarını aynı noktada birleştiren kutsal-kar marjı nedir acaba?.. Ökten Hoca “toplumsal ölçekte baktığımız zaman, inandığımız gibi yaşamıyoruz” demektedir. Ben de Ökten Hoca’ya sorarım “inandığımız değerler nedir?”. Ökten’in savunduğu (İslami) değerler hassasında iktidar, yine Ökten’in “eski ve klasik değerler” dediği mefhumlara yönelik çaba koydu da kim dirsek gösterdi…

Ökten Hoca’ya bildirelim; bu ülkede bizim adımıza söz söyleyen, irade buyuran ve hayatımızın dibine kadar nüfuz etmiş hegemonya “gökyüzüne bakacak” zaman bırakmıyor. O halde nahif düşüncelerinin sitem oklarını fırlatacağın mahalle bellidir ki izaha lüzum yoktur, Ökten Hoca.